Bu basit bir kitle refleksi değil artık. Sömürgeci metropollerdeki heykel devirme eylemleri, derin bir hesaplaşmayı işaret ediyor. Ama öte yandan, onca yıl köle kanına banılmış ekmek yiyen çoğunluk, bundan çok rahatsızmış gibi görünmüyor
“Geçmişimiz üzerinde düzeltme veya sansür yapamayız”
Boris Johnson, şu dağınık saçlı tuhaf başbakan, Churchill’in heykellerine saldırıldığında böyle demişti. Daha sonra da tarihle hesaplaşan eylemcileri vandallıkla suçlamıştı.
Hollanda Başbakanı Mark Rutte ise ondan biraz daha, birkaç milimcik daha derin laflar etmişti: “Fakat tarih tarihtir. Tarihi silemezsin. Yani heykeli yıkıp suya atarak ‘Bu artık şimdi yok’ diyemezsin.”
Ağır günahların bedeli
Şu heykelleri devirme işi belki ilk bakışta bir ‘2020 modası’ gibi görünüyor ama o kadar da anlık bir refleks değil. Kökü yüzyıllar ötesine giden derin bir öfke ve ölümcül bir hesaplaşma yaşanıyor bugünlerde dünyanın metropollerinde. Adeta bir ayin gibi: Yüzyılların günahından arınma ayini! Kolay değil ama. Günah büyük çünkü. Yüzyıllar boyunca tadı çıkarılan refah ne kadar büyükse o kadar büyük.
Önce Bristol’deki şu hayırsever amcadan başladılar işe: Edward Colston… Tam bir riyakârlık hikâyesiydi aslında bu. İngiltere’nin sekizinci büyük kenti olan Bristol’ın şöhreti ve zenginliği köle ticaretinden geliyor. Edward Colston da adı Bristol ile özdeşmiş olan bir köle taciri. Ve bu gerçek, başından beri bal gibi herkesin bildiği bir şey.
Ambarlarda can verenler
Edward Colston, 1636’da Bristol’de, varlıklı bir tüccar ailesinde doğdu. Daha sonra aile Londra’ya taşındı ve artık yetişkin hale geldiğinde, İspanya, Portekiz, İtalya ve Kuzey Afrika’da kumaş, yağ, şarap ve meyve gibi mallar ticaretine başladı.
Daha sonra, 1680’de o dönem köle ticaretini tekelinde bulunduran Royal African Company’ye (RAC) katıldı. Colston, Kral II. Charles’ın teşvikiyle kurulan şirkette dokuz yıl sonra başkan yardımcısı ve büyük yatırımcı olarak bulundu.
1698-1807 arasında yaklaşık 84 bin 500 Afrikalı RAC gemileriyle Amerika’ya taşındı. Lancaster Üniversitesi’nden tarihçi Prof. William Pettigrew’a göre Royal African Company, transatlantik köle ticaretinde Amerika’ya en fazla köle taşıyan şirketti. Şirket, Afrika’dan getirdiği kölelerin göğsüne “RAC” ya da York Dükü’nü simgeleyen “DY” damgalarını vuruyordu. Kârı en üst düzeye çıkarmak için, gemi gövdeleri küçük bir tavan boşluğu ile ambarlara ayrıldı, böylece mümkün olduğu kadar köle taşıyabilir hale getirildi. Yollarda çeşitli hastalıklara yakalanarak ya da işkence nedeniyle yaklaşık 20 bin Afrikalı yaşamını yitirmişti. Cesetler doğrudan denize atılıyordu. Esirlerin 12 binden fazlası 10 yaş altı çocuklardı ve her 4 çocuktan 1’i yolda ölmüştü.
Hayır işleri ve katliam
Colston, bütün bu faaliyetin organizasyonundan sorumluydu. Daha sonra şirket değer kaybedince ayrıldı ama yaygın inanışın tersine köle ticaretinden hiç ayrılmadı. Yaşamının son yıllarında bile South Seas Company’nin (SSC) komisyon üyesi ve büyük yatırımcısıydı. Bu süreçte de SSC 15 bin 931 Afrikalı taşıdı ve her 5 kişiden 1’i yolda öldü.
Bu arada Colston, hem yerel hem de ulusal hayır kurumlarına olağanüstü miktarda para verdi. Ancak o zaten dindar bir Anglikan muhafazakâr ve katı bir kraliyetçiydi. Servetinin büyük bir bölümünü, belirli bir dini eğitim tarzını teşvik etmeye ve Bristol kiliselerine harcadı.
Colston efsanesi de zaten bu yardım kuruluşları ve kiliselerden doğdu. Ama düpedüz kirli bir efsaneydi bu. Colston, insan ticareti ve katliamlarla kazandığı parayla Bristol kentine ticari bir avantaj getirmişti evet ama bu baştan itibaren kana bulanmış paraydı.
Faziletli bir evlat!
Colston’un önceki hafta kaidesinden sökülüp nehre atılan beş metrelik bronz heykeli, 1895’te Bristol kent merkezine dikilmişti. Heykelin altında “Bu heykel, Bristol halkı tarafından kentlerinin en faziletli, en bilge evlatlarından birinin anısına dikilmiştir” yazıyordu. Ama yalnızca heykel değil, Bristol’ün her köşesinde onun adı vardı. Adeta kent onunla özdeşleşmişti. 10’a yakın bina, 6 sokak, 8 anıt ya da rölyef ve gravür, ilkokuldan üniversiteye kadar 6-7 okul, onlarca dernek, spor kulüpleri, publar ve diğer kuruluşlar… Bristol, adeta “Colstonland” gibiydi! Hatta bir de 14 Kasım Colston Günü var! Colston’ın adını taşıyan yardım kuruluşu her yıl kiliselerde ayinler düzenliyor. Çocuklar okullarda Colston’ı anıyor.
Kentte defalarca denenen imza kampanyaları da bürokrasi tarafından hiç umursanmadı.
Ta ki, geçen gün zor oyunu bozana kadar! İçişleri Bakanı’nın vandallıkla suçladığı yurttaşlar, gelip heykeli bir güzel söktüler ve nehrin dibine attılar. Tarih böylece silinir mi? Bu ayrı bir tartışma ama heykelin suların dibini boylamasının hesaplaşma konusunda en azından iyi bir adım olduğu kesin.
Ama bu, yine de 1600’lerden bu yana süren utanç verici riyakârlık sorunu tam olarak çözüldüğü anlamına gelmiyor. Radikal göstericilerin yaptığına şapka çıkarsak da kentin (ve Batı metropollerinin tümünün) hayli önemli bir nüfusunun yüzlerce yıllık bu rezaletten rahatsız olduğunu gösteren ciddi bir kanıt yok. Onlar, muhtemelen hâlâ ‘faziletli’ evlatları Colston’un (ve onun gibilerin) birazcık hatalı da olsa bir iyilik meleği olduğunu düşünüyorlar. Kibir, bundan daha fazlasına izin vermez çünkü…
Bitecek ama… Az kaldı artık… Bristol’de ve her yerde!