HDP her söylediği, yaptığı ve dahi yapmadığıyla gündemi belirlemeye devam ediyor. Bu düzeyde gündem olması ve gündemi belirlemesi elbette politik söylem ve pratiğinin siyaset alanına yönelik çarpan etkisiyle ilgilidir.
Hakkari Milletvekili Leyla Güven ve Diyarbakır Milletvekili Musa Farisoğulları’nın vekilliklerinin düşürülmesiyle birlikte HDP’ye uzun süredir içerden yapılan kimi eleştiriler yeniden gündeme geldi. Eleştiriler, saldırılar karşısında HDP’nin neden Meclis’ten çekilmediği ve CHP başta olmak üzere muhalefet partileriyle ilişkileri üzerinden gelişmektedir.
İlk olarak tabanından gelen ve çokça sorulan HDP’nin neden Meclis’ten çekilmediği eleştirilerine bakmakta fayda var. Bu eleştiri ve giderek bir talebe dönüşen bu soru, ilk bakışta gayet yerinde ve haklı görülebilir. Tek adam rejimi altında tüm nefes boruları kesilmeye çalışılan toplumsal kesimlerin HDP’den beklenti ve umutlarının yansıması olarak anlaşılabilir bir soru, eleştiri ve taleptir. Tabanının partisine eleştirilerle katkı sunarak onu doğruya ve pratiğe yöneltmesi oldukça önemlidir. Geleneği ve paradigması da bunu gerektiriyor. Ancak iktidarın yoğun saldırıları ve tekelleştirdiği medyasının anti propagandasının yarattığı sıkışmışlık ve duygusal atmosfere de dikkat etmek zaruridir.
Bu anlamda klişe deyimle somut koşulların somut tahliline dayalı politikalar gerek HDP kurulları gerekse örgütlü ve politik tabanı açısından oldukça önemlidir.
Somut koşullara bakıldığında öncelikle görülmesi gereken husus, Türkiye’nin artık kötü de olsa kurum ve kurulları olan ve buna riayet eden bir sisteminin olmadığıdır. İşlediği suçlarla siyasi, toplumsal ve ekonomik bir kriz yaşayan ve bunun hesabını vermekten korkan bir yapı var iktidarda. İktidardan düşmeyi kendi yok oluşu olarak gören ve ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmayı önceleyen ve 7 Haziran 2015 seçimlerinde yaşadığı yenilgiden itibaren cebir ve şiddetle iktidarda kalmaya karar veren bir blok var ortada.
Bunun en basit anlamı demokrasi, meşruiyet, evrensel/anayasal hak ve özgürlükler ile ahlaki ve vicdani değerler gibi bir derdinin olmamasıdır. Hatta bu değerlerin varlığını kendine karşı bir tehdit olarak görüyor. Bu değer ve mekanizmaların ortadan kaldırılması temel amaçlarından biridir. Sadece HDP’nin değil kendisine biat etmeyen tüm yapıların bir an önce ortadan kaldırılmasını istiyor ve zaten son birkaç yıldır yaptığı da budur. Özcesi meşruiyetini toplumdan değil cebir ve şiddetten almayı tercih etmiş bir iktidar bloğundan bahsediyoruz.
Tercihini, yöntemini, stratejisini çok net bir şekilde seçen ve bunu devletin militarist güçleriyle günübirlik uygulayan bir iktidar bloğuna karşı demokrasi hassasiyetinin yüksek olduğu bir ortamda etki yaratabilen sine-i millet gibi bir mekanizmaya başvurmanın getirisinin ve götürüsünün iyi değerlendirilmesi gerekir. İktidarın zerre kadar bile olsa Meclis, meşruiyet ve demokrasi kaygısı olsaydı, HDP’nin Meclis’ten çekilmesinin bir etkisi olabilirdi. Oysa mevcut iktidarın kendisi zaten Meclis’i işlevsel olarak ortadan kaldırmış ve fiziki olarak da ortadan kaldırılması çabasını veriyor. Meclis’ten çekilme bu dönemde en çok da istediği şeydir.
HDP’nin Meclis’te kalmasının sisteme “meşruiyet” kazandırdığı eleştirisi ise meşruiyet kaygısı ve derdi olmayan bir iktidar karşısında çok bir anlam ifade etmemektedir. AKP ve ortakları artık meşruiyetlerini “cebir ve şiddetten” alıyor. Bununla birlikte elbette HDP Meclis’ten çekilebilir. Meclis’te olmak siyasal bir mücadele mevzi ve aracıdır. Ancak siyasal bir mücadele aracından vazgeçerken yerine alternatifini koymak gerekir. Siyasal bir parti olarak HDP’nin stratejisi ve buna uygun olarak siyasal mücadele araçları bellidir. Bu eleştiriyi yapanların HDP Meclis’ten çekildikten sonra hangi mücadele araçlarını kullanması gerektiğini de ortaya koyması gerekir. Aksi takdirde yaşanacak olan, mücadelesizlikten başka bir şey değildir. Maalesef bu konuda kimse bir öneri getiremiyor. En fazla “sokağa ve halka dönsün” gibi zaten HDP’nin yaptığı bir öneri sunulmaktadır. Dolayısıyla bu, özünde bir yeni bir öneri değildir. Neredeyse her gün HDP’li vekillerin sokaklarda etraflarının kolluk kuvvetleriyle çevrildiği, saldırıya uğradığı görüntüleri izliyoruz.
Dolayısıyla HDP’nin Meclis’ten çekilmesi üzerinden yürütülen tartışmalar tutarlı ve politik bir strateji ve öneri olmanın çok uzağında, iktidar bloğunun yoğun saldırıları karşısında yaşanan sıkışmışlığın yarattığı duygusal bir tepki oluyor. Ne kadar iyi niyetle yapılırsa yapılsın, objektif olarak iktidara yönelmesi gereken tepkiyi HDP’ye yöneltmek oluyor ki, bu da AKP-MHP iktidarının ekmeğine yağ sürüyor. Kimden ve nereden gelirse gelsin, bu tartışma, eleştiri ve sorulara çok dikkatli yaklaşmak, neye hizmet ettiğini görmek gerekir.
HDP’nin bu pozisyona gelmemesi için 30 yıldır bu devletin neler yaptığı, ne kadar baskı uyguladığı ortadadır. HDP’nin mevcut pozisyonu, büyük bedeller içeren, adeta ateş çemberinden geçilerek sürdürülen bir mücadelenin ürünü ve kazanımıdır. Siyasal mücadele alanında önemli bir kazanımdır. Ne AKP iktidarının ne de başka bir iktidarın bahşettiği bir lütuf olmadığı gibi aksine bu kazanımın ortadan kaldırılması resmi ideolojinin önceliklerindendir. Yüzde on barajının HDP ve geleneğinin engellenmesi için konulması bunun en önemli nişanesidir.
Bu anlamda HDP’nin bu kazanımı sonuna kadar koruması, bu mevzide kalması gerekir. HDP Meclis’teki varlığıyla şimdiye kadar birçok oyunu bozduğunu gösterdi. AKP-MHP, tam da yeni rejimle ucu açık bir dönem için iktidarı garantilediğini düşündüğü bir dönemde HDP, izlediği strateji ve yürüttüğü mücadeleyle daha iki yılını doldurmayan bu koalisyonu erken seçim seçeneğiyle yüz yüze bıraktı. Üstelik HDP, olası bir seçimde iktidarın yenilgisini ve yeni iktidar oluşumunun muhtevasını belirleyecek aktör konumundadır.
HDP’nin iktidar ve ortaklarının temel hedefi olması, kayyım uygulamaları, vekilliklerin düşürülmesi, toplu gözaltı ve tutuklamalar ile devlet gücü kullanılarak engellenmesi ve baskı altına alınmaya çalışılmasının temel nedeni oyun bozucu rolünden geliyor. AKP-MHP iktidarı bu saldırılarla birkaç amaç güdüyor.
Birincisi ve öncelikli olanı Kürtlerin, demokratik çevrelerin, sol ve sosyalist kesimlerin bastırılarak HDP ile ulaştıkları oyun değiştirici konumun ve Türkiye’de temel dinamik haline gelmesinin önünü kesmektir.
İkincisi, CHP’nin korku ve arzularını dürtükleyerek olası bir seçim durumunda toplumsal bağlamda oluşan iktidar karşıtlığını parçalamaktır.
Üçüncüsü, HDP’li vekillerin meclis üyeliklerini düşürerek kendi partisi içinde yaşanması muhtemel olan vekil istifalarını dizginlemektir.
Elbette 31 Mart yerel seçimleri ve 24 Haziran İstanbul seçimlerinde yediği ağır darbenin öcünü almak da ek bir gayedir.
HDP’nin muhalefetle ilişkilerine yönelik eleştirilere gelecek olursak… CHP başta olmak üzere diğer muhalefet partilerinin -tersinden de olsa- kimi politika ve arzularının iktidar bloğuyla uyuştuğu aşikârdır. HDP’nin iktidar bloğu tarafından belirleyici güç olmaktan çıkarılması, baskılanması ve yapabilirse tasfiye edilmesi durumunda kitlesinin kendilerine kalacağı gibi sürrealist bir beklenti içindeler. Bu, yüksek sesle dillendirilmese de ısrarla HDP’yi dışlamalarının altında yatan gerçek budur.
CHP ve diğer partilerin politikalarını sadece “HDP’ye yaklaşmaları iktidar bloğu tarafından kullanılır” söylemiyle izah etmek oldukça aldatıcı olur. Asıl görülmesi gereken CHP içinde son yıllarda her ne kadar demokratik, sosyal demokrat bir eğilim gelişse de genel olarak iktidar bloğunun saldırılarını fırsat bilerek HDP’yi kendine muhtaç görme kurnazlığı ve kolaylığı vardır. HDP’yi bir irade olarak görmemesi CHP açısından resmi ideolojinin gereğidir ve iktidar bloğuyla ortaklaştığı noktadır.
Bu bağlamda HDP’nin üçüncü yol ya da aynı anlama gelmek üzere demokrasi bloğu olarak varlığı önem kazanmaktadır. HDP, oluşturulan ya da oluşturulmak istenen algının aksine Millet İttifakı’nın ortağı değildir. Muhalefet partileriyle yegâne ortak noktası, tek adam rejimine karşı en genel anlamıyla yol ortaklığıdır. HDP yapısı gereği zaten çok farklı etnik, inanç, kültürel ve ekolojik hareketlerin ortaklaştığı bir ittifaktır. İktidar bloğu ve karşısındaki Millet İttifakı’nın esas aldığı tek etnik yapıya dayalı ulus devletçi ideolojiye karşı demokratik ulus olarak ifade edilen farklılıkların eşitlikçi temelde buluştuğu tek alternatif ittifaktır.
HDP’nin CHP ve diğer muhalefet partileriyle ilişkisinde elma ile armutların karıştırılmaması oldukça önemlidir. Elbette tek adam rejimi karşısında farklı taktik adımlar ve politikalar geliştirilebilir. Bunun kimi konularda uzlaşma, ortaklaşma olabileceği gibi kimi zaman da yerel seçimlerde olduğu gibi tek taraflı bir adım olarak da cereyan etmesi mümkündür. HDP bir adım atarken öncelikle kendisinin ne kazandığı, taktik adımlarının stratejik politikalarına ne kadar hizmet ettiğine bakar.
Gerek bileşenleri gerekse tabanıyla oldukça örgütlü, politik bir yapı olan HDP’de bu muğlâklıkların görülmesi pek beklenen bir durum değildir. Ancak bu konuda kimi kafa karışıklıkları ve muğlâklıklar görmek mümkündür. İktidarın tüm saldırılarına rağmen ciddi bir direniş ve mücadeleyle yapısını korumakla birlikte, kimi eksikliklerin de yaşandığını görmek mümkün. Bu eksikliklerin başında ise ideolojik katılığa dayalı stratejik duruş ile politik esnekliğe dayanması gereken taktik adımların zaman zaman karıştırılması geliyor. İktidar bloğunun HDP’ye her saldırısında CHP’den medet ummak her şeyden önce HDP paradigması ile onun direngen ve mücadeleci karakterine terstir.
Kaldı ki CHP’nin bu haliyle değiştirici ve dönüştürücü bir demokratik güç olması mümkün değil. Ne böyle bir zihniyeti ne de mirası vardır. Bürokratik bir örgütlenmedir. Tabana ve buna bağlı olarak eylemsel dinamiği olan bir yapı olmadığını bilmek için allâme-i cihan olmaya gerek yok. Daha düne kadar devlet olanak ve gücüne dayanarak siyaset yapan bir yapıydı. Bugün bu olanakları kaybetmesi, hücrelerine kadar işleyen eski zihniyetini değiştirdiği anlamına gelmez. Kendisinin oluşturduğu anti demokratik, tekçi resmi devlet ideolojisini aştığı manasına hiç gelmez.
İktidar bloğunun her saldırısında “CHP neredesin?” söylemi olmayacak duaya âmin demenin ötesine geçmez. Bu söylemin faydadan çok zarar verdiğini görmek gerekir. HDP açısından aşil topuğuna dönüşme tehlikesini de içinde barındırıyor. Kaybettiren iki yanlı bir denkleme dönüşme tehlikesi giderek artıyor. Bu hassasiyet ve beklentiyi gören AKP-MHP iktidarı HDP’ye saldırıları adeta muhalefeti dağıtma ve sıkıştırmanın aracı olarak kullanıyor. Bu saldırılarla HDP kitlesinin kendisine muhtaç olduğu yanılgısına kapılan CHP de, HDP’nin zayıflamasından medet umuyor.
Bu denklem HDP tabanında ideolojik, politik çizgileri aşındırma, parti kimliğinin silikleşmesi tehlikesini barındırıyor. “HDP’nin hiçbir bloğa payanda edilmemesi, üçüncü yol olarak demokrasi ittifakını geliştirmesi” uyarı ve önerisi tam da bu noktada önem kazanıyor. CHP’nin mevcut sistemin yapısal yönüyle bir sorunu yoktur. Tek sorunu yapının elinde olmamasıdır. Oysa HDP’nin stratejik amacı, tekçilik üzerine kurulan bu yapıyı demokratikleştirmek ve halklara çözüm sunmaktır. Bu tehlikenin görülmesi ve önüne geçilmesi HDP açısından oldukça önemli oluyor.
Bunun yolu da kuşkusuz politik bir çatı örgütlenmesi olan HDP’nin, dayandığı toplumsal örgütlenme, taban ve dinamiklere daha fazla eğilmesidir. Toplumsal örgütlenme güçlendirilmedikçe siyasal temsilin güçlenmesi oldukça zordur. Bu da HDK ve DTK’de temsilini bulan toplumsal örgütlenmenin misyonuna uygun olarak geliştirilmesi anlamına gelir.
HDP’ye bir eleştiri yapılacaksa tam da bu noktada olması gerekir. Dayandığı temel dinamiklerle ilişkisi zayıfladıkça tabana ulaşması, temas etmesi ve mevcut kafa karışıklıkların önüne geçmesi de oldukça zor olur.
* Abdulmelik Ş. Bekir’e ait bu yazı, Gazete Karınca’dan alınmıştır