Bristol’de bir kölecinin, Edwar Coltson’un heykelini, yan basmış, boynundan iplerle sürüklenir, aptal hacmi, boş kafası ve biraz önce kaldırım taşında rendelenmiş omuz başlarıyla görünce aklıma geldi, iki yıl önce yazdığım bu heykel yazısı. Bu yazı kölecinin heykeline de çok yakışır dedim ve Mehmet Aksoy’u anmak da bir kez daha.
‘Bir arkadaşım anlatmıştı. Londra’da bir protesto eylemine gidiyorlardı. Belki söylemiştir ama hatırlamıyorum ne protesto eylemi olduğunu. Devletler birilerini öldürmüşlerdir, işkence vardır ya da insanları yurtlarından sürüyorlardır, bunlardan biridir işte ya da hepsi beraber, bir yaşlı Kürt çift el ele tutuşmuş yürüyorlardı, ama romantizmden değil daha çok biri düşmesin diye tutmuştur diğeri elini, teyze amcanın, amca teyzenin ya da ikisi de birbirinin ve çoktan birbirlerini tutmak ama mutlaka tutmalarını gerektiğini iyi biliyorlardır, kendi aralarında Kürtçe konuşuyorlardır – Belki Mehmet anlatmıştı bunu, Mehmet Aksoy, hani islami-faşistlerin, erkek-faşizminin Rojava’da öldürdüğü, biz genç Mehmet derdik ona aramızda, gençti o zamanlar ve ışıltılar saçardı kaç yıl önce de ya da galiba o çevirmişti Kürtçeden ne konuştuklarını, yaşlı teyze, dürttü amcayı Trafalgar Meydanı’ndaki heykelleri gösterdi. O sırada meydanda pankart açılıyordu, megafonun bataryası kontrol ediliyordu, bir önceki eylemden beri, yani bir önceki katliam, işkence filan diyelim ki çok olmamıştır, görüşmeyenler birbirlerine selam veriyorlardı, ne yapacaklarını konuşuyorlardı bazıları ve ne yapmalı, “kim?” dedi amcaya teyze, “şu betonlar kim?”, heykelleri göstererek – Genç Mehmet en son biz Sevilla’dayken aramıştı. “Hocam yazılarını İngilizceye çevirip siteye koyalım mı?” demişti, “daha çok anlatmak lazım ya dünyaya Rojava’yı.”– Amca heykellere baktı. Elleri kılıçlı birileriydi betonlar, aşağıdan bakınca başlarının üstlerinden bulutlar akıyordu, güneş doğuyor bir taraflarından, bir taraflarından batıyordu ama hiç batmıyordu güneş Britanya’da… Öyle diyorlardı. Betonlardan biri Charles James Napier’di mesela, Pakistan valisi, bir başkası Sir Henry Havelock’tı, Hindistan isyanını bastıran kahraman…
Teyze amcaya bakıyordu elini bırakmadan, amca heykele bakıyordu, boş elini havada savurdu, Kürtçe bilmeye gerek yok, “lanet olsun” diye çeviriyor bunu ahlaki televizyon istasyonları, katil övücüler, yalan makineleri, iktidarın etek tıraşları, erkek payandaları…
Ve “kim olacaklar ki” dedi amca, “bunların katilleridir…”
Yarın devletlerinin zaferi, şanlı tarih, emsalsiz diyecekler, betonlar dikecekler ve kuşlar sıçacak kafalarına…
Genç Mehmet’i, Mehmet Aksoy’u da, günsüz ve zamansız anarak…’
Ve Bristol’de biri nehrin dibini boyladı, darısı diğer bütün kölecilerin başına…