“Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” Anayasanın 34. Maddesinin ilk fıkrası böyle. Memleketin başından geçen bunca badireye rağmen 1961’den beri bu “hak” yerli yerinde duruyor.
“Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı” yürürlükteki anayasaya 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin “Kurucu Meclis”inin hazırlayıp halk oyuna sunduğu 1961 Anayasası’ndan aktarılmıştı. Bu anayasanın üzerinden iki askeri darbe -12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980- geçti; 1981’de yeniden yazıldı. Özal, Demirel, Çiller, Erbakan, Mesut Yılmaz, Ecevit, Gül, Erdoğan, Davutoğlu, Yıldırım hükümetleri darbe içinde darbelerle peş peşe resmi geçit yaparlarken 1981 Anayasası da durmaksızın değişti. Ne var ki, 27 Mayıs Anayasası’ndan aktarılan ilk üç maddesiyle, “Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı”nı düzenleyen maddesine neredeyse hiç el değmedi.
İlk üç maddenin neden sabit kaldığı belli. 1981 Anayasası’na eklenen dördüncü maddeye göre, önceki üç madde “[…] değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” İkinci madde de kaynağını “başlangıç”tan aldığı için kendisiyle birlikte “başlangıç”ın ırkçı karakteri de değiştirilemez kılınıyor ama, bütün hükümetler, kendi taraftarları dahi olsa, halkın sokağa çıkmasından bunca kaygı ve kuşku duydukları halde 34. Madde’nin bütün bu badireden hasarsız çıkmış olması nasıl açıklanabilir?
Bunun sırrı 2911 sayılı “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu”nda. Bu kanun, güvenlik bürokrasisinin hükümetlere dayattığı bir “hile-i şeriye” (hukuka karşı hile) abidesi. Anayasa 34. Madde ile yurttaşa tanıdığı hakkın “ancak kanunla sınırlanabilir” olduğunu kayıt altına mı almış, kolayı var: 2911 sayılı kanunla anayasa tashih edilir. Madde 3: “Herkes […] kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.” İdare, anayasada ifade edilmediği halde yurttaşın “amacı”ndan sual etme yetkisiyle donatılır. Yurttaşın anayasal hakkı kanun ile elinden alınıp idareye anayasanın vermediği bir güç sunulur. Hazır sınır aşılmışken 10. Maddeyle idare yurttaşın bir basamak daha üstüne çıkarılır: İdareye, yurttaşın hakkını kullanacağını bildirmesini “kabul etmeme veya karşılığında alındı belgesi vermeme” yetkisi bahşedilir. O da mı yetmedi? Gelsin 14. Madde: İdare etkinliği “kırk sekiz saat […] geri bırakabilir.” O da olmazsa 19. Madde var: İdare “ […] bütün toplantıları bir ayı geçmemek üzere yasaklayabilir”…
Bu yasal olmayan “yasa” bütün baskıcı hükümlerine karşın hükümetleri anayasadan almadıkları bir mutlak güçle donatsa da yurttaşların anayasal iradesini hiçleştirmeye yetmiyor. Öyle olsa, altmış yıldır bu ülkede hükümetlerin “izin vermediği” bir tek toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılamaz; solcusu, sağcısı, işçisi, köylüsü, öğrencisi, memuru, kadını erkeği, Alevisi, Kürdü, Türkü, Türkmeniyle, hiç kimse evinden başını çıkartamaz; bir ’68’imiz, bir 15-16 Haziranımız, bir ’78’imiz, serhildanlarımız, Gezimiz, Newrozlarımız, sivil cumalarımız, Cumartesi insanlarımız, velhasıl hiçbir şeyimiz olamazdı. Biz, biz olmazdık.
Yasalara gizlenmiş bin bir “ama” ve “fakat” ile temel haklara ket vurulmuş olsa da, 1789’dan bu yana temel haklar ile iktidar pratikleri arasındaki her çatışmada tarih, hukuk ve ahlâk hakları için yürüyenlere güç veriyor. Gün geliyor, dişinden tırnağına kadar silahlı, zalim ve zorba diktatörlükler çıplak ellerinden başka silahı olmayan halklar karşısında acze düşüyorlar. Anayasa yapıcıların yurttaşların toplantı ve gösteri yürüyüşlerini izne bağlı kılamıyor olmalarının tılsımı tam da burada: İktidarın silahlı gücü, halkın silahsız yürüyüşüyle dengeleniyor.
Hayat bir kriz anında yurttaşları bir kez daha ekmek ve özgürlük için hep birlikte yürümeye çağırıyor. Bu anda muhalefetin bütün kanatlarının “düzensiz ve izinsiz protestolar da dahil olmak üzere toplanma ve bir araya gelme özgürlüğünün demokrasilerde bir temel hak” olduğunu birlikte ve yüksek sesle dile getirmesi, iktidarın yasa tanımazlıkları karşısında yurttaşları sadece yüreklendirir.
Yürümek bir temel haktır; geçmişte kalmış olmayan, bizi geleceğe ulaştıracak olan bir temel hak. Bu hakkın teslimi, onun nasıl kullanılacağına ilişkin tartışmayı öncelemelidir.