Yaşanan salgın itibarıyla her kriz kendine dair olumsuz etkilerini bırakırken, sonuç olarak toplum ve sistem karşıtı hareketler noktasında da olumlu etkileri reddedilemeyecek kadar açıktır. Zira Türkiye noktasından bakınca Erich Froom’un deyimiyle teknoloji insanlaşmış oldu. Yıllar yılı endüstriyalizm ideolojisi, yanına teknolojiyi alınca doğayı, insanı tüketirken bugün teknoloji, bugünlerde bir araya gelebilmek ya da bir meseleyi sosyal medyada duyurmanın sokağa çıkıp yaymaktan daha kolay olduğu durumunu açığa çıkardı. Bu konuda özellikle belirtmek gerekirse ekoloji hareketleri artık bir doğa talanı karşısında hemen seslerini duyurabiliyor, alternatif kanallar yaratabiliyor, önemle belirtmek istiyorum alternatif, zira hâlâ ülkemizde doğa talanı, bir üçüncü sayfa haberlerinde yayınlanan bir cinayet haberi kadar değer bulmuyor. Doğrusu ya da rant ya da daha çok okur sağlamıyor ya da televizyonlarda yayınlanmıyorsa izlenme, reyting oranı meselesi de sebep olabiliyor. Oysaki evet hepsinin altında yatan insan merkezli bakış açısı, zira bir insanın bir trafik kazasında can vermesi ya da bir intihar vakasında, kavgada yaşanan ölüm kadar yer bulmaması doğa talanı üzerinde yaratılan talanın kendinde hissetmemesi meselesi olabiliyor. Doğrusu bu durum öncesinden beri vardı, orman yangınlarını haber yapan bir televizyon; ancak insan ölümleri olunca çok önemli bulup çokça yayınlamaktadır. Öyle ki içindeki canlı yaşamını da hiçe sayan ekosistem tahribatı hiç umurunda olmayan bir zihniyet ile karşı karşıyayız. Bunun yanında hâkim basın, bu noktada ayrıca da taraf içinde tarafgir olabiliyor, mesela Muğla’da, Kaş’ta bir orman yangınında “ciğerimiz yanıyor” derken, Şırnak’ta ya Lice’de bir orman kendi ciğerleri değilmiş gibi hâkim, taraf basında hiç yer bulmuyor.
Bunlardan bahsetmişken yazının başına tekrar dönersek, salgın itibarıyla iktidar ve sermaye, süreci fırsata çevirmek isterken 31 mayıs – 5 haziran Dünya Çevre Günü’nü ülkemiz ekolojik bir yıkımla karşılarken, bütünüyle yaşanan salgının da ekolojik kriz sonucu olduğu gerçeği ile yüz yüze kaldık. Buna rağmen ülkenin her tarafındaki çevre, ekoloji hareketleri doğa talanına, saldırısına maruz kalan yerlerden, Ekoloji Birliği’nin yaptığı sanal miting ile bağlanıp, herkes kendi bölgesinde yaşanan sorunu anlatarak, aslında bir mücadele birliğinde yakınlaşma sağlanabildi. Doğrusu belki de yaşanan salgın durumu artık doğanın alarm zillerinin çaldığının farkında bu yüzden mücadelenin birleştirilmesi noktasında çözüm adresinin yakınlaşma olduğunun, birleşme olduğu ve doğanın birleştirici olduğu durumunun artık ayırdına varmış olduğu durumu açığa çıktı. Zira kimimizin derdi JES, diğeri HES, barajlar, yine RES, nükleer santral yapımları ya da hayvan şiddeti, yine maden ocakları, altın arama faaliyetleri, ağaç kıyımı ya da tarım arazilerine göz dikilen köylüler özetle doğa talanı üzerinde birleşen bir sermaye, rant ve muktedir çevreler varken, artık talanı üzerinde birleştiği doğası talan edilen toplum da birleşebiliyor.
Ayrıca bu noktada ekoloji mücadelelerini ele alırken dünya düzleminde baktığımız 60, 70’ler ile beraber ve sonrası çevre mücadelesi daha çok nükleer karşıtı gelişirken, bugün hayvan savunucuları, iklim krizi karşıtları da mücadeleye eklenmiş durumda. Önümüzdeki süreçte Kapitalist Modernite’nin varacağı boyutlarla da mücadele alanları elbette değişecektir. Bununla birlikte örgütlenme alanları genişlemekle birlikte, sürece dayalı tarzlarının değiştiği, değişeceği ortada. Yine politik bir mecrada yer bulabilmesi açısından da ekoloji mücadelesinin bir politik tarzda bürüneceği de açıktır. Zira ekolojik krizler, kendisiyle birlikte sistemin tamamen sorgulanışını kendisiyle birlikte getirmektedir. Bu noktada sistemin içine girdiği kriz, yaşananların tam da bir kaos aralığının olduğunu ortaya koymaktadır, bunun yanında sistem karşıtı sosyalist, anarşist hareketlerin, kadın hareketlerinin de artık bir ekoloji mücadelesine uzak olmadıkları açıktır ve bunun da yaratılacak bir kolektif bilinç, zihniyetinin temellerini kuracağı açıktır. Çünkü yaşananların Kapitalist Modernite’nin sacayaklarından endüstriyalizm ideolojisi, ulus-devlet, ataerkil zihniyetin sonucu olduğunu görebilmekte ve herkesin bu sistemden yaraları farklı yerlerdeyken, sonuç olarak ezilmiş, ötekileştirilmiş oldukları gerçeğini değiştirmiyor.