Herkesin ne olur ne olmaz başıma bir şey gelmesin kaygısıyla yahut her seferinde yenilmiş olmanın bıkkınlığından dolayı içinin tenha köşelerine sakladığı hobimtırak muhalefet duygusu erken seçim tartışmalarının başlaması ile birlikte yeniden kabarmaya başladı. Ufukta “diktatörü alaşağı edecek” bir umudun belirmesi, kuytu köşelerde yapılan muhalif muhabbetleri daha gün yüzü gören yerlerde yapılır kılmaya başladı ürkekçe de olsa. “Uzun Adam” karşısına çıkaracak yeni “İnce Adam” arayışları da hararetle konuşulmaya başlandı. İktidar yanlısından muhalifine, oradan orta yolcusuna tüm kamuoyu yoklama şirketleri de ölçümlerini “Uzun Adam-Yeni İnce Adam” denklemi üzerinden yapıyorlar. Başka bir denklemin mümkün olamayacağı algısını bu ölçüm sonuçlarıyla da toplumun bilinçaltına kazımaya çalışıyorlar. Bütün krizlerin, acıların, yoksullukların, savaşların, kıyımların müsebbibi olan erkek iktidarda bir değişikliği, bir reformu dahi gözetmeden bir partideki bir “adam”dan, diğer bir partideki bir “adam”a gücü, seçimler yoluyla iktidarı transfer edince sorunun çözüleceğine olan inançlarını hiç yitirmiyorlar. En sağından en soluna nerdeyse tüm siyasi partiler, siyasi gruplar, muhalefet odakları seçimleri ülke sorunlarının yegane çözüm anahtarı olarak kodluyorlar. Solcular, sosyalistler, demokrasi güçleri seçimlerin sadece mücadelenin sadece küçük bir parçası olduğu hakikatini görüyor ve dile getiriyor olsalar da ortaya koydukları pratik, sistem içi çözümlerden başka bir çözümü kabul etmeyen en sağdaki siyasetlerden daha farklı bir pratiği ne yazık ki üretemiyorlar.
“Diktatör”den kurtulmak için seçimleri büyük bir kurtuluş reçetesi olarak gören muhalefetin büyük bir kısmı, sistem içi çözümü en iyi temsil eden sağ siyaset kazansın diye her şeyiyle dizayn edilmiş her seçim sonrasında doğal olarak kaybetmekte ve seçimden başka bir mücadele biçimini bilmediği ya da esas almadığı için yeni bir seçime kadar halka küserek kendi kabuğuna çekilmektedir. Bir kısım muhalifin ise beş yıl daha beklemeye tahammülü yok. Gidilecek ülke aranmakta. Gidilecek ülke bulunmazsa, buna imkan ve takat olmazsa yurt içinde sığınılacak, “diktatör”e oy veren güruhla aynı havayı solumayacağı bir yurt içi inziva yahut kaçış köşesi aramakta. Özellikle edebiyat, resim, müzik, sinema, heykel, tiyatro ile iştigal eden, entelektüel ve estetik uğraş sahibi kimseler bu arayışlarını sosyal medya üzerinden toplumun üzerine faş etmekteler. “Diktatör”ün egemenliği altındaki ülkede sanat icrasının mümkün olmadığını çığlık çığlığa bağırmakta, sanatın ölümünü ilan etmekte, herkesi yas tutmaya, karalar bağlamaya davet etmektedir. Ruhunun sefaletine tüm muhalif insanları ortak etmeyi var oluşunun temel uğraşısı haline getiren toplumüstü akıl, hiçbir diktatörün, hiçbir dikta rejiminin veremeyeceği zararı veriyor topluma, umutsuzluğa sevk ediyor insanları. Sanata devletin verdiği desteğin “dikta rejimi” tarafından ortadan kaldırıldığı, devlet tiyatrolarının yapısının değiştirildiği, sanat eğitiminin kösteklendiği gibi argümanların sahibi muhalif entelektüeller devlet-sanat ilişkisinin garabetine dirhem kafa yormadan, tiyatronun önüne çakılı duran “devlet” sözcüğünü hiç sorgulamadan bizleri de sanat devlet ilişkisinin gevşeyen haline itiraz etmeye davet ediyorlar. Kültür bakanlığı sinema fonlarından artık sol muhalif kimlikli yönetmenlerin yararlandırılmadığından şikayet ediyor, muhalif sanatçıların devlet desteğinden faydalandırılmamasına, faaliyetlerinin sınırlandırılmasına, yasaklanmasına hala şaşkınlık ifade eden, yahut sitem içeren itirazlar geliştiriyor. Devlet ve sanat, sanat ve iktidar arasındaki ilişkiyi sorgulamak aklının köşesinden dahi geçmiyor.
Sanatçılar, bilim insanları, solcular, sosyalistler toplumun öncüsüdür, gözcüsüdür. Tehlikeyi önceden sezen, bunun için toplumu uyaran, örgütlü bir toplum olmaya davet eden tebliğcisidir. Toplum uyarılarına kulak vermedi diye topluma küsen, “ne halin varsa gör, zaten böyle yönetilmeye layıksın” diyen değil, tehlikeyi bu topluma etkili bir yol ve yöntemle anlatamadığı için kendine yönelen, kendini gözden geçiren insanlardır. Bıkmadan, usanmadan, yılmadan, küsmeden gerçeği onlarla paylaşan, onlarla birlikte bulmaya çalışanlardır. Topluma üstten bakmayan, küçümsemeyen, onunla paralel düzlemde hasbıhal edendir. Yılgınlığı değil, umudu örgütleyendir. Uyarılarına kulak asmadığı için, toplumdan göç edip kendine kurtarılmış alanlar arayan değil, dile getirdiği gerçek toplum tarafından her anlaşılmadığında toplumun kuytularına, karanlık dehlizlerine daha da çok sokulandır.