“Devlet benim” diyen bir polisin dizi, nefes almasına izin vermeyerek çırpınan bir kalbi durdurdu. Ne var ki cansız beden yapabilirliğinin sınırına ulaştı ve isyanın kolektif bedeniyle birleşti… Asileşen kent, diğer kentlerle buluştu, Ece Ayhan’dan esinle devasa ‘karaşın’ bir bedene büründü, hem de Siyah’ın tüm çeşitleri ile. Covit-19 günlerinde giderek yükselen ırkçılığa karşı birikmiş öfke, yoksulluk ve işsizlik biçimlerine bürünen ekonomik şiddet, geleceğe ilişkin kaygılar, George Floyd’un “nefes alamıyorum” diyen sesini çok ötelere taşıdı. Ortaya çok büyük, çok gürültülü ve çok daha öfkeli bir toplumsal beden çıktı. Asi kentlerde sabah rutini bozuldu, görülmeyen ve duyulmayan yönleriyle düzeni altüst eden bir yeraltı kenti ortaya çıktı.
Kentin hikâyelerinden birisi bu, ama başka bir hikâye daha var. Öyle bir hikâye ki Platon’dan günümüze kadar geliyor, idealar teorisinin seçme ve eleme isteğinde temelleniyor. Platon’un bölme projesi, “bir cinsi türlere bölmek değil, daha derinlemesine soyları seçmek” yoluyla çalışıyor: Talipleri ayırt etmek, saf olanı saf olmayandan, sahici olanı sahici olmayandan ayırmak” (1). Devlet ‘adamı’nın, “insanların çobanı”nın, Trump’ın yaptığı bu!
Platon’un çağdaş Birleşik Devletleri’nde Siyahlar; [Seçilmiş bir azınlık Siyah’ın dışında], göçmenler, solcular, saf olmayanlar, sahici olmayanlardır. Bu düzende “bölmenin özü soyun seçilmesinde, talepleri elemede, hakiki talibi sahtelerinden ayırmada” ortaya çıkar. ‘Beyaz yurttaşlar ve polisleri seçen Trump, tanımlanamaz, algılanamaz bir kitle olan isyancıları, “radikal solcular” olarak tanımlarken bölme işlevini bir kez daha yerine getirdi.
Minneapolis kenti diğer kapitalist kentler gibi seçme, eleme ve bölmelerle işliyor: seçilmemiş olan Siyah yüz, bir suç ve yası tutulamazlık. Sahici olmayanların her ülkede karşılaştığı bir üçleme bu! Sahici olanlarla olmayanları bölerek bir çelişme inşa ediliyor ve bununla iki yana yaslanmış bir özdeşlik açığa çıkıyor. “Bizler ve Ötekiler”, işte çelişki açık, “biz buyuz!” ama “Ötekiler ise işte böyle!”
Floyd’un son nefesinin büyüttüğü bedenleşmenin sesi, yurttaşlığın can çekiştiği coğrafyamızda cılızca yankılanıyor. Bu kez bıçak tutan üç kişinin elleri, Kürt genci Barış’ın organlarını parçaladı. Toplumsal duyarlık gösterilmese idi, olay adli kayıtlara gençler arasında çıkan bir çatışma edeniyle ölüm olarak geçecekti. Çakan’ın ölümünün henüz yası tutulmadan, cinayetin nedenleri konuşulmaya başlandı. Aileden alınan ilk haberlere göre (1), Çakan “Kürtçe şarkı dinlediği için” öldürüldü.
Cinayet nedenine ilişkin başka açıklamalar da geldi. Her nedense Çakan’ın ailesi sonradan ifadesini değiştirdi. Ankara Valiliği, olayı yargıya aksettirmekle yetinmek yerine garip sayılabilecek bir açıklama yaptı, ne var ki cümleler arasında Çakan’ın öldürülmesi olayına ilişkin herhangi bir keder ifadesi yok, bu tür olayların olmaması konusunda bir dilek de yok. Valilik, olayın Kürtçe şarkı dinlediği için değil, “ezan okunurken yüksek sesle şarkı dinleyenleri uyardığı için” ortaya çıktığını açıklayarak (2) kamuoyunu ‘rahatlattı.’ Türkiye’nin politik koşullarında Valiliğin yaptığı cinayet nedenine dair düzeltmenin anlamı neydi? İki neden arasındaki fark kimin için ne anlama geliyor ve hangi sonuçları doğuruyordu?
Uzunca zamandır gündelik hayata dair “düzenlemeler” suç ve ceza gibi kavramların yeniden tanımlanmasına yol açıyor, güçlerin ayrılığı ilkesi alaşağı oldu. Yürütmenin, polisin “düzenlemeleri” yeterli sayılıyor, mahkemeler büyük ölçüde bu uygulamaları izliyor. Suçun şahsiliği ilkesi gitti, sıra dayağı kültürü geri geldi, aile cezalandırılıyor. Adil yargılanma hakkının karşılığı yok… Kutuplaşma öylesine arttı ki her bir taraf Öteki’ne en acımasız cezaların verilmesini istiyor. Bu nedenle suç ve ceza son zamanların en can sıkıcı, ama bir o kadar da tartışılan konularından birisi.
Morris’in ekolojik ütopyası, suç ve ceza konusuna farklı bir açılım getiriyor. Yazara göre, kapitalizmde bir suçlu sınıfı üretiliyor. ABD’de Siyahlar ve radikal solcular; Türkiye’de Kürt siyasetçileri, radikal solcular, AKP kodlarının dışına çıkan muhafazakârlar, yoksul Suriyeliler diyerek liste uzayıp gidiyor. Ekolojik ütopyada böyle bir suçlu sınıf yok! Yokluk hali bir soru ile açığa kavuşturuluyor. “Devletin adaletsizliğini kullanarak devlet düşmanları yetiştirecek bir zenginler sınıfımız yokken nasıl suçlular sınıfımız olabilir ki?”
Covit-19 günleri ve sonrası için nasıl bir ülkede yaşamak istediğimizi düşünmek zorundayız. Toplumun sürekli bölündüğü günümüz koşullarında nasıl devam edeceğiz? Adil bir gelir ve servet bölüşümü ile desteklenmiş toplumsal barışı yeniden nasıl inşa edeceğiz? Bunun yolunun nihayetinde konuşmak olduğunu biliyoruz. Platon’un bölme projesini reddederek tüm renklerimizle, korkmadan, Demokrasi Masası’nda yan yana gelmek ve konuşabilmek…
Dipnotlar
- Gilles Deleuze, Anlamın Mantığı, (Çeviren: Hakan Yücefer), İstanbul: Norgunk Yayıncılık 2015.
- http://mezopotamyaajansi22.com/tum-haberler/content/view/98704
- http://mezopotamyaajansi22.com/tum-haberler/content/view/98704
- William Morris, Hiçbir Yerden Haberler (Çeviren Melisa Pancar) İstanbul: Fabula Yayınevi, 2015.