Tarık Ziya Ekinci
Musa Anter demokrasi ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin tanınmış sembol şahsiyetlerinden biridir. Yüzüncü doğum gününde yaygın biçimde anılması Kürtler için tarihsel bir görev olduğu kadar, yaşamını vakfettiği demokrasi ve Kürt özgürlük hareketi açısından da yerine getirilmesi gereken bir kadirşinaslıktır. Kürt basını ve yazarlarının birlik içinde onu anma ve tanıtma girişimini beğeniyle karşılıyorum. İleri yaşımdan kaynaklı kimi rahatsızlıklarıma karşın ben de sevgili dostum Musa Anter’i 100. doğum gününde anmak ve onun şahsında tanık olduğum kimi anılarımı okuyucu ile paylaşmak istiyorum. Musa Anter’in katledilmesinden sonraki yıllarda yapılan anma etkinlikleri için birkaç yazı yazdığımı hatırlıyorum.
Onun kısa ya da uzun biyografisi hakkında gerekli bilgileri her yerde bulmak mümkündür. Ama 100. doğum yılı için yapılacak anma ve tanıtma edimleri çok farklı olmalıdır. Bu kez sevgili Musa’nın düşünce yapısı, insan ilişkileri, siyasette nasıl bir yol ve yöntem izlediğini, gelecek kuşaklara ne gibi bir miras bıraktığını ve onlardan beklentilerini anlatmak gerekir diye düşünüyorum. Kuşkusuz Musa Anter’i andığım çerçevede anlatmak ve tanıtmak son derece güçtür. Ama yine de denemek gerekir. Bunun, sadece kendim için değil, onu anmak ve tanıtmak amacıyla yazan ve konuşan herkes için özenle yerine getirilmesi gereken tarihsel bir yükümlülük olduğunu düşünüyorum.
Dicle Talebe Yurdu
Musa Anter’le 1943 yılı yaz aylarında İstanbul’da Dicle Talebe Yurdu’nda tanıştım. Sevgili Anter, 1941 yılından itibaren İstanbul’da Yüksek Eğitim öğrencisiydi. Önce Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde eğitime başlamış sonra da Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırmıştı. Yurtta Yönetim Kurulu üyesiydi. Sırası gelmişken Dicle Talebe Yurdu’ndan kısaca söz etmek istiyorum. Dicle Talebe Yurdu 1939 yılında Birinci Umumi Müfettişi Abidin Özmen’in önerisi ve yardımı ile kurulmuş. Hükmi şahsiyeti olan bir kuruluştu. Bu yurtta sadece Birinci Umumi Müfettişliği bölgesinden gelen öğrencilerin kalma hakkı vardı.
Yurt yönetimi, kurucular ve yurttaki öğrenciler arasından seçilirdi. Abidin Özmen, tek parti döneminin itibarlı yöneticilerinden birisiydi. Onursal Başkanı sıfatıyla yurdu her an denetleme hakkına sahipti. Yurdun tüzüğü Birinci Umumi Müfettişi’nin onayından geçmiş ve kurucular kurulu tek tek denetimden geçerek onaylanmıştı. Daha sonra koşulların değişmesiyle birlikte kurucular heyetinin yerine yurttaki öğrenciler göreve getirilmişti. Musa Anter’de Yönetim Kurulu üyesiydi. Yurda gittiğimde Musa Anter beni sempatiyle karşıladı ve yurda kaydımı yaptırdı. Üç ay süren yaz ayları boyunca gireceğim fakülteyi belirlemek için Dicle Yurdu’nda kaldım.
Bu vesileyle Musa Anter ve onun arkadaşları başta Faik Bucak olmak üzere birçok kişiyle tanıştım. Musa ve arkadaşlarının kendi aralarında Kürtçe konuştuklarını duymak beni mutlu ediyordu. Diyarbakır’da veya Lice’de bulunduğum hissiyatını yaşıyordum. Bundan mutluluk duyuyordum. Ama o günkü koşullarda bunların neden Kürtçeyi tercih ettiklerini veya Kürtçe konuşmanın ne anlama geldiğinin bilincinde değildim. Faik Bucak’ın öncülüğünde, Yurtta yapılan folklor çalışmaları benim çok ilgimi çekiyordu.
Rahatça Kürt olduklarını ve Kürtçe konuştuklarını izlemek beni hem sevindiriyor hem de hayrete düşürüyordu. Kürtlerin Türklerden ayrı ve farklı bir halk olduğu bilincine bu koşullarda vardım. Aramızda hiçbir görüşme ve anlaşma olmadan bu hissi yakınlaşmayla ve İstanbul’da öğrenci olmanın psikolojisi içinde Kürtlük bilincine kavuştum. Kişisel gelişmemde Musa Anter’in dolaylı bir katkısının olduğunu ifade etmekten mutluluk duyuyorum.
Musa Anter son derece nazik giyim ve kuşamına özen gösteren bir Kürt genci idi. Geniş bir çevresi vardı. Dicle Yurdu’ndan tanıştığı Kürt liderlerle iyi ilişkiler kurmuştu. Bunlardan hatırladıklarım iş kurmuş ve tanınmış şahsiyetler arasında Mustafa Ekinci, Abdurrahim Zapsu ve kunduracı Ferit Bilen vardı. Dicle Yurdu’na maddi destek verip ve öğrencilerle ilgileniyorlardı.
Eğitim yılları
Musa Anter benden iki yıl önce yani 1941 yılında İstanbul’a geldiği ve daha deneyimli olduğu için Kürt olma bilincini özümsemişti. İlköğrenimini Mardin’de, Lise öğrenimini ise Adana’da almıştı. Öğrencilik yılları 1925 Şeyh Sait İsyanını izleyen ve daha sonra Dersim tenkil hareketiyle devam eden baskı ortamında geçmişti. 1925 tarihli Şark Islahat Planı uygulamadaydı. Kürtlerden ve Kürtçeden söz etmek ağır cezalı bir suçtu. Musa Anter Adana Lisesi’nde okurken Dersim ve köylerinde büyük bir askeri tenkil eylemi sürdürülmekteydi.
Dersim’in tanınmış şahsiyetlerinden Seyit Rıza ve oğlu idam edilmişti. Okuduğu lisedeki öğrenciler Musa’nın Kürt olduğunu biliyor ve aşağılamak amacıyla Seyit Rıza’nın eşi Besê hanıma küfrediyorlardı. Buna karşılık Musa’da bu saldırılara tepki olmak üzere Atatürk’ün annesi Zübeyde hanıma aynı sözcüklerle küfrederek mukabelede bulunuyordu. Atatürk’ün annesine küfretmesi bir suç sayılmış ve gözaltına alınmıştı. 14-15 yaşlarındaki bir öğrencinin tahrik üzerine gereksiz sözler söylemiş olması ciddiye alınmayarak 15 günlük gözaltı sürecinden sonra okuluna geri dönebilmişti.
Bu olaylar genç Musa’da derin duygusal bir yara açmıştı. İtilmenin, dışlanmanın acısıyla Kürt olduğunu öğrenmiş ve İstanbul’da da Kürtlerle ilişkide olmayı kendisi için bir hak sayıyordu. Bu görüşmeler çerçevesinde Musa Anter çağının ileri gelen din uleması ve Kürt şairi Abdurrahim Zapsu’yla ilişkilerini geliştirmiş ve 1943 yılında kızı Hale hanımefendi ile evlenmişti. Musa Anter’in iş kurma yeteneği çok gelişkindi. Herkesle temas kuruyor ve konuşuyordu. Geniş bir çevre edinmişti. Geçimini sağlamak için Dicle Yurdu’ndan esinlenerek Laleli’de Özel Fırat Talebe Yurdu’nu kurdu. O yıllarda öğrencilerin barınacağı yerler çok sınırlıydı. Musa Anter kolayca yurduna öğrenci temin etmiş ve işleri yoluna koymuştu.
Onu ziyaret etmek için arada bir Fırat Yurdu’na gidiyor ve müdür odasında kendisini ziyaret ediyordum. Tatil günlerimi Dicle Talebe Yurdu’nda bazen de Fırat Talebe Yurdu’nda geçiriyordum. Bu süre içinde daha sonra meslek sahibi olan değerli Kürt gençleriyle de tanışmış ve onlarla münasebetimi sürdürüyordum. 6 yıllık öğrencilik dönemimde Dicle Talebe Yurdu’ndaki öğrenciler arasında herhangi bir örgütlenme girişimi duymadım ve rastlamadım. Kürtlerle ilgili salt bölgeye yapılan baskıları protesto etmek ve yapılan sürgünlerin son bulmasını istiyorlardı. Bunun dışında somut bir örgütlenmeden söz etmenin mümkün olmadığını düşünüyorum.
O dönemin öğrenciler içindeki Kürt Ulusal Demokratik Hareketi duygusal bir seviyedeydi. Sadece Kürt oldukları ve Kürtçe konuştukları için haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlardı. Başta Musa Anter ve arkadaşları olmak üzere o günün Kürt gençliği, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına muhalefet ediyordu. 1946 yılında Demokrat Parti kurulduktan sonra o günkü gençliğin tümü Demokrat Parti’den yana tavır almıştı. Musa Anter, Fırat yurdu deneyiminden sonra Eminönü’nde büyük bir lokanta açtı ve bir süre bu lokantadan önemli oranda yarar sağladı. Daha sonra Beyoğlu’nda günün modası haline gelen ayaküstü servis yapılan ve ilgi çeken bir mekan kurdu.
Evindeki politik hareketlilik
1948’de artık Kürt dili ve Kültürünün gelişmesi çabalarına girişti. Bunu tamamen kişisel olarak yapıyordu. Yurt içinde ve dışında Kürt sorununa yakınlık duyan ve İstanbul’a gelen şahsiyetler mutlaka Musa’nın Kadıköy Şaşkınbakkal semtindeki evine uğrardı. Onun deyimiyle evi adeta “Kürtlerle ilgili bir konsolosluğa” dönüşmüştü. Yurt dışına okumaya giden gençler Musa’dan tavsiye mektubu alırlar; Yurt dışından gelen yabancılar da Musa’ya özel tavsiyelerle gelirlerdi.
Çemberlitaş’ta bir matbaa kurmuş dizgiyi de kendisi yapıyor ve Dicle Kaynağı gazetesini çıkarmaya başlamıştı. Tıp fakültesini bitirdiğim 1949 yılında Matbaaya onu ziyarete gittim. Tek başına çalışıyordu ve yoğun bir çalışma içindeydi. Haftalık gazeteyi yetiştirmekte zorlanıyordu. Kısa bir sohbetten sonra Diyarbakır’a döneceğimi ve orada ona yardım etmeyi arzu ettiğimi söyledim. Hiçbir ihtiyacının olmadığını söyleyerek beni yolcu etti. Gazetesi Diyarbakır’da büyük sükse yapmıştı. Güneydoğu’nun bütün il ve ilçelerinde herkes gazetenin geleceği günü bekliyordu.
Demokrat Parti kuruluşundan sonra yapılan 1946 yılındaki seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu’da hiçbir başarı gösterememiş ve tek bir milletvekili çıkaramamıştı. Ama 1950 seçimine doğru koşullar değişmiş Demokrat Parti’ye ilgi artmıştı. Dicle Yurdu’nda yetişen meslek sahipleri Demokrat Parti’den aday olmuşlardı. Musa Anter’in Dicle Kaynağı gazetesi var gücüyle Demokrat Parti’yi destekliyordu. Gazete geldiği gün gazeteyi satan çocuklar “Musa Anter yazıyor” diye bağırıyorlardı. Önce belediye ardından diğer seçimlerin kazanılmasında Musa Anter’in katkısı büyüktü.
Diyarbakır’a gelmesi
Seçimlerden sonra Musa Anter Diyarbakır’da yeni açılan Turistik Palas oteline müdür olarak geldi. İyi bir işletmeci olduğu için Turistik Palas’ı siyasetçiler ve iş adamları için bir cazibe merkezi haline getirdi. Önemli toplantılar ve yemekli toplantılar Musa Anter’in gözetimi altında başarıyla yapılıyordu. 1950 seçimlerinden sonra Demokrat Parti Türkiye’yi yöneten en güçlü partiydi. Kürt aydınları bu partiden aday olmak ve seçilmek istiyorlardı. Muhalefete ilgi gösteren yoktu.
1954’te Diyarbakır’da Demokrat Parti’de yapılan ön seçimler çok çekişmeli geçti. Parti adeta ikiye bölünmüştü. Kürt sorununa önem veren aydınlar Demokrat Parti’den Esat Cemiloğlu’na destek veriyorlardı. Karşı olanlar da iş adamı Mehmet Nuri Onur’u destekliyorlardı. Karşıtlık çok derinleşmişti. Esat Cemiloğlu’nun liste başına seçilmesi malum çevrelerde infial yaratmıştı. Partinin bütünlüğünü sağlamak amacıyla merkezden bir yetkili bakan gönderilmişti. Tarafları uzlaştırmak için Turistik Palas’ta önemli şahsiyetlerin katıldığı önemli bir yemekli toplantı yapıldı. Bakanın uzlaştırmacı konuşmasından sonra taraflar karşılıklı ağır ithamlarla uzlaşmaya yanaşmadıklarını ortaya koymuşlardı.
Giderek sertleşen tartışma fiili kavgaya dönüştü ve yumruklaşmalar başladı. Nuri Onur yerlerde yuvarlanarak tekmeleniyordu. Bu tatsız durumun oluşmaması için Musa Anter çok büyük çabalar sarf etti. Ama Nuri Onur yandaşları Musa Anter’i uzlaştırıcı değil bir taraf olarak görüyorlardı. Nihayet bakanın masayı terk etmesiyle Musa ve arkadaşlarının yardımıyla kavga yatıştırıldı. Ama merkez Diyarbakır’daki ön seçimleri iptal kararı aldı. Esat Cemiloğlu, daha sonra 49’lulardan olacaktı. Musa Anter bu olayda sarf ettiği samimi barışçıl çabalara rağmen taraf olarak gösterilmesi bir haksızlıktı. Özellikle genel merkeze çekilen telgraflarda Nuri Onur’a karşı yapılan hareketin Kürtçü bir hareket olduğuna vurgu yapılması ve bu ihbarlarda Musa’nın adının zikredilmesi onu çok rahatsız etmişti.
İleri Yurt Gazetesi
Musa Anter, yedek subaylık sonrası 1958 yılında Diyarbakır’a dönüş yaptı. Artık Güç Birliği Hareketi’ni takiben bizimle birlikte çalışıyordu. Canip Yıldırım’ın Genel Yayın Yönetmeni olduğu İleri Yurt gazetesinde gazetecilik yapmaya başladı. Hem yorumlu makaleler yazıyor hem haber getiriyor hem de taşlama türünde eleştiri yazıları yazıyordu. Bizim il çapında yaptığımız köy gezilerine katılıyor topladığı haberleri İleri Yurt gazetesine yazıyordu. Musa Anter yazı türünde ufak bir değişiklik görülmeye başlandı. Her gün küçük bir köşede üç beş satırlık taşlama türünde yazılar yazmaya başladı. Örtülü nitelikteki bu yazıların çoğu savcılar tarafından zorlanarak suç konusu yapılıyordu. Ama hiçbirinden mahkum olmadı. Hedef aldığı kişiler ve uygulamalar belliydi. Taşlamaları halkı çok memnun ediyordu.
Gazetede Birîna Reş (Kara Yara) diye Kürtçe bir yazı yazdı. Kara yara hastalığı yörede dağıtılan ilaçlı tohumların yenmesinden kaynaklanan bir hastalıktı. Özellikle dar gelirli fakir ailelerin çocuk ve kadınlarında yaygın şekilde görülen bir hastalıktı. Yüzde ve ellerde siyah renk oluşuyor ortasında kara tüylerle belirti veriyordu. Musa Anter bu yazısında hem siyasi hem ekonomik hem de kültürel olarak hükümete dönük ağır eleştiriler vardı. Bu nedenle Musa Anter hakkında dava açıldı. Mahkeme binlerin katıldığı ve birçok avukatın müdahil olduğu gösterişli bir ortamda geçti. Musa Anter’in savunması çok başarılıydı ve beraat etti. Musa Anter yine aynı gazetede yazdığı küçük bir yazı nedeniyle yargılanmış ve beraat etmişti.
Yargılandığı bu olaylardan dolayı ikinci kez suçlanarak 49’lar hareketiyle birlikte tutuklandı ve yargılandı. 49’larla birlikte cezaevinde kaldıkları son yıllarda gençler arasında bir düşünce ayrılığı çıktı. Gençlerin bir bölümü sosyalist yolda mücadeleyi benimsedi. Bir bölümü de eski statükocu anlayışı sürdürmekte ısrar ediyordu. Cezaevinde de 49’lar arasında bu ayrışma yaşandı. Musa Anter, Canip Yıldırım, Naci Kutlar, Doktor Sait Kırmızıtoprak ve arkadaşları sol (sosyalist) bir çizgide mücadele etmeyi benimsediler. Ziya Şerefhanoğlu, Ali Karahan, Sait Elçi ve arkadaşları geleneksel sağ çizgide mücadele etmeyi uygun görüyorlardı. Başlangıçta tek olan Kürt mahkumları komünü sağ ve sol olarak ikiye bölündü.
Hürriyet Partisi’nin kurulması
Demokrat Parti’de ispat hakkı konusunun tartışmaya açılması ve bu haktan yana olanların partiden atılması kimilerinin de ayrılmasına neden olmuş ve yeni bir parti kurulmuştu. Diyarbakırlı Kürt milletvekilleri de ispatçılar arasındaydı. Feyzi Lütfü Karaosmanoğlu başkanlığında Hürriyet Partisi diye yeni bir parti kuruldu. Diyarbakır’ın tanınmış siyasetçilerinden Yusuf Azizoğlu ve Mustafa Ekinci, Hürriyet Partisi kurucuları arasındaydı.
Diyarbakır’daki il örgütü gençler tarafından ilgi ile karşılanmıştı. Başta Canip Yıldırım olmak üzere Kürt sorununa yakınlık duyan gençlerin tümü bu partiye katıldılar. Ben de Diyarbakır’a yeni yerleşmiş bir uzman hekimdim. Bütün ısrarlara rağmen demokrasi mücadelesindeki tercihimi CHP’den yana koydum ve CHP’ye katıldım. Arkadaşlarımın ağır ithamlarına uğradım. Ama kısa bir süre sonra yapılan 1957 seçimlerinde Hürriyet Partisi varlık gösteremedi. Ancak iki milletvekili çıkarabildi. Demokrat Parti liderleri muhalefet ve toplum üzerindeki baskıyı giderek artırıyorlardı. Ekonomi dibe vurmuştu. Hiçbir yerden yardım alınamıyordu.
Celal Bayar ve Adnan Menderes için tek çıkar yol baskıyı arttırmak ve muhalefeti şiddet yoluyla saf dışı bırakmaktı. Muhalefetin öncülüğünü yapan İsmet İnönü’de aynı sözel sertlikle karşılık veriyordu. Türkiye çok gergin bir ortam yaşıyordu. Artık farklı partilerde muhalefet yapmanın anlamı kalmamıştı. Bütün muhalefetin birlik olması ve DP’ye karşı çıkması gerekiyordu. Muhalefet partileri CHP ile görüşüp anlaşarak bir güç birliği hareketi oluşturdular. Güç birliği hareketinin başında CHP vardı. Diyarbakır’daki arkadaşlarım da güç birliğine uyarak CHP’ye katıldılar. 1959’da CHP Büyük Kurultayı Kürt aydınlarının demokrasi talepleri ve CHP’nin ilk hedefler beyannamesi çerçevesinde yürütüldü.
Kürt gençleri bir bildiriyle taleplerini kongreye ilettiler. Talepler geniş bir demokrasi isteğini kapsıyordu. İlk hedefler beyannamesiyle paraleldi. Kurultayın kabul ettiği ilk hedefler beyannamesi bütün muhalefetin benimsediği bir program haline gelmişti. Yapılacak ilk seçimde muhalefetin kazanması ihtimali yüksekti. Ama seçimlere gitmeden DP işi Meclis’te bitirmek istiyordu. Bunun için Tahkikat Komisyonu oluşturmuş Anayasaya aykırı yargılama, suçlama ve mahkumiyet kararı veriyordu. Ülkedeki siyasi baskı ve ekonomik sıkıntı CHP tarafından çok iyi kullanıldı. İsmet İnönü, “Zamanı gelince her millet hakkını kullanmak için ayaklanabilir, baskıya karşı ayaklanma hakkına sahiptir” diyebiliyordu.
Kürtlerin sürgün edilmesi
İstanbul ve Ankara’da gençlik bütün gün sokağa çıkarak iktidara karşı gösteri yapıyordu. İnönü, konuşmalarıyla ve teşvik ettiği gençlik hareketiyle toplumda bir darbe beklentisi oluşmuştu. Nitekim 27 Mayıs 1960’ta Yüksek Komuta Kademesi’nden bağımsız olarak bir darbe yapıldı. Her askeri darbede olduğu gibi yine hedef Kürtlerdi. DP tasfiye edilmiş bütün milletvekilleri tutuklanmıştı. Hiçbir neden gösterilmeden 550 Kürt tutuklanarak Sivas’ta enterne edildi. 6 ay süreyle haklarından hiçbir delil bulunmadığı için içlerinden sadece 55 kişi Kürdistan’a gitmemek koşuluyla çeşitli kentlere sürgün edildiler. İçlerinde Musa Anter’in çok yakın dostu ve hepimizin saygı duyduğu Faik Bucak da vardı.
Anayasanın kabulünden sonra yeni partiler kuruldu. Bunlardan biri Adalet Partisi ve diğeri de Yeni Türkiye Partisiydi. İkisi de kapatılan DP’nin devamını olduğunu iddia ediyor ve tabanını kazanmak istiyordu. Kürt liderler Yeni Türkiye Partisi’ni seçmişlerdi. Ama 1961 seçimleri Yeni Türkiye Partisi’nin değil Adalet Partisi’nin DP mirasçısı olduğunu gösterdi. Darbeden sonra seçimleri takiben kurulan ilk hükümet CHP ve AP’nin birlikte oluşturduğu Birinci İnönü Hükümetiydi. Birinci İnönü Hükümeti döneminde sürgüne gönderilen Kürtlerin geri dönmesi için -başta Musa Anter’in olmak üzere- gösterilen çabalar başarısız oldu. Birinci İnönü Hükümeti düşürüldükten sonra İkinci İnönü hükümeti CHP, Yeni Türkiye Partisi ve Millet Partisi’nin katılımıyla kuruldu. Bu dönemde, Yeni Türkiye Partisi’nin ağrılığından da yararlanarak Kürt sürgünlerinin bırakılması için yapılan çabalar başarılı oldu.
Musa Anter yeniden İstanbul’a yerleşmişti. Yusuf Azizoğlu, Sağlık ve Sosyal Yardımlaşma Bakanı olmuştu. Musa Anter’in yakından tanıdığı Azizoğlu’nun bakan olması onu sevindirmiş ve Kürt gençliğine yardım sağlamak amacıyla onunla görüşme isteğini zorunlu kılmıştı. Oluşturduğu bir heyetle Ankara’ya gitmiş ve Azizoğlu’nu makamında ziyaret etmişlerdi. O tarihte devletin yaptığı sosyal yardımlar Sağlık Bakanlığı tarafından yapılıyordu. Musa Anter ismini verdiği bazı gençlere bakanlığın yardım fonundan katkı yapılması istenmiş ve kabul edilmişti.
Bu olay o günkü siyasi hayatta parlamentoyu günlerce işgal eden bir sorun haline getirildi. İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata tanınmış Irkçı bir milliyetçiydi. Bu ziyareti öğrenir öğrenmez Azizoğlu aleyhinde bir kampanya başlattı. Sorun hükümet kanalıyla Meclis’e getirildi ve iki bakan arasında tartışma başladı. İçişleri Bakanı Azizoğlu’nu Kürtçülük yapmakla ve yardım fonunu “Tescilli Kürtlere” dağıtmakla suçluyordu.
Azizoğlu belgelerle itiraz ediyor ve yasadışı hiçbir tahsisin yapılmadığı ve kimseye hiçbir özel muamelenin yapılmadığını söylüyordu. Haftalarca Meclis’i işgal eden bu tartışma sonucunda İnönü her iki bakanın da istifa ederek ayrılmalarını istedi. Azizoğlu, partisinin Genel Başkan Yardımcısıydı. İstifaya zorlanması partinin tepki göstermesine ve koalisyondan ayrılmasına neden oldu. Böylece İkinci İnönü hükümeti de dağılmış yerine bir üçüncüsünün kurulması çalışmaları başlamıştı.
Musa Anter geldiği İstanbul’da yeni bir etkinlik içine girdi. Cumhuriyet öncesi dönemde Kürt sorunuyla ilgilenmiş ve Kürt Teali Cemiyeti’nde görev almış kişilerle temas kurma çabalarını girişti. İlk olarak o dönemin önemli bilim insanı ve tanınmış yazarlarından Prof. Dr. Şükrü Baban’la temas kurdu. Şükrü Baban emekli olmuş, yaşlanmış, hareket kabiliyetini büyük ölçüde kaybetmişti. Musa Anter, her gün ziyaretine gidiyor kendisiyle uzun sohbetler yapıyor ve Teali Cemiyeti’ndeki çalışmaları hakkında bilgi alıyordu. Kendisiyle olan samimiyetini ilerletmiş ve sahip olduğu gayrimenkullerin değerlendirilmesi görevini üstlenmişti. Şükrü Baban vefat edinceye kadar bu görevi içtenlikle yerine getirdi.
Anter’in görüştüğü diğer bir kişi ise Doktor Mehmet Emin Sekban’dı. Bu zat da Kürt Teali Cemiyeti’nde çalışmış Kürt ve Kürtlük için olumlu yazılar yazmıştı. Bu nedenle Türkiye’ye dönemiyordu ve Paris’te yaşıyordu. Türkiye’ye dönmek için eski yaptıklarını reddederek Kürtler ve Kürtlük aleyhine ağır ithamlar içeren Fransızca bir broşür çıkardı. Türkiye’ye dönebilmesinde bunun büyük etkisi oldu. Musa Anter, bu zatla görüşmüş ve yaptıklarından nedamet duyduğunu ve çok üzüldüğünü anlatarak mazeret beyan etmiş. Musa Anter bu zatın samimi olduğunu kendisinin dışlanmasının doğru olmadığını savunuyor ve benimsenmesini istiyordu. Musa’nın bu davranışı Kürt aydınlar arasından bir tartışma konusu oldu.
Musa Anter ve espri
Musa Anter’in en çok sevdiği şey espri yapmaktı. Her konuşmasında mutlaka bir espri yapardı. Kendisi adeta espri içinde yaşıyordu. Canip Yıldırım onun için “Musa için espri bir hayat biçimidir. Espri varsa Musa vardır espri yoksa Musa yoktur” derdi. Mesela iki olayını anlatayım. Bir keresinde Nusaybin’de nüfus müdürlüğü dairesine gidiyor. Oturuyor, konuşurlarken içeri bir ağa geliyor. Kelli felli, takım elbise giymiş kravatı takmış ve yanında 25-30 yaşlarında bir adam var. Nüfus müdürüne yanındaki adamı gösterip “Qeyda wî çêke. Cuzdana wî derxe” demiş. Nüfus müdürü “Vallahi ana-baba hanesinde ne adı var ne de sanı. Bize herhangi bir beyanname de gelmemiş. Biz böyle rastgele bir insanı alıp da kaydedemeyiz. Mahkemeden karar getireceksiniz” diyor.
Ağa bunun üzerine “De çêke lo min eciz neke” diyor. Nüfus müdürü yine yapamayacağını anlatıyor ve “Yaparsam beni memuriyetten atarlar. Bunun usulü mahkemeye götüreceksin ve ‘şu tarihlerde doğdu bu güne kadar kaydı yapılmadı’ diyeceksin. Mahkeme karar verir ben de cüzdanı veririm’ diye karşılık veriyor. Ağa ısrar ediyor “Ez dixwazim tû vega çekî” diye kızıyor. Musa hoca köşede oturuyor ve “Ağa ağa kes bi qravetê nabe mirov” (“Ağa, ağa kravat tek başına yeterli mi?” diyor. Bunun üzerine adam yavaşça kapıdan dışarı çıkıp gidiyor.
Bir diğerinde ise Musa Anter’in Diyarbakır’daki yargılamalarından birinde savcı “Kürtçe diye bir dil yok” demesi üzerine şu sözleri söylemişti: “Savcı bey insaf edin. Horoz tavukları çağırırken en az 100 kelimeyi konuşur. Siz nasıl koskoca bir halkın dilinin 30 kelime olduğunu söylersiniz” diye karşılık veriyor.
Musa Anter iktidar ve muhalefet partilerinin ön saflarında yer alan yetki sahibi Kürtlere “Kew” diye hitap ederdi. Musa Anter bu deyimi Garzan Beyi’nin “kendi hemcinslerine ihanet eden bir yaratığın hiç kimseye bir yararı olmaz” sözlerini söyleten eyleminden esinlenerek kullanıyordu. Garzan Beyi, kendisine armağan edilen kekliğin dağdakilerin avlanmasına öterek aracılık etmede büyük marifet sahibi olduğunu öğrenince başını koparıp gövdesini köpeklere atmış ve maruf özdeyişi kullanmıştır.
Musa Anter de bakanlık yapan başbakan yardımcısı olan Kürt siyasetçilerin Kürtlere yapılan mezalimi görmezden gelerek faili meçhul cinayetleri yok sayarak sessiz kalmalarını hemcinslerine hıyanet eden bir davranış olarak algılamakta ve bunu yapanlara da Garzan Beyi’nin deyimi olan “Kew” ismini takmıştır. Artık onun nazarında Kürtlere yapılan zulümlere sessiz kalan Kürt siyasetçilere “Kew”dir ve herkesin onları öyle adlandırmasını tavsiye ediyordu.
Kürt sorununa yaklaşımı
Musa Anter’in her koşulda ve herkesin yanında hiçbir sakınca görmeden Kürt sorunu açar ve konuşurdu. Kürtlere yapılan haksızlığı, hukuksuzluğu dile getirir ve tartışırdı. Bu arada Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan gelen görüşme tekliflerini kabul eder onlarla görüşürdü. Bunlardan iki görüşmeyi nakletmek istiyorum. Birincisi Ankara’da yapılan görüşmedir. Musa Anter Ankara’da avukat Mehmet Ali Aslan’la görüşüyor ve MİT’ten bir ekibin kendisiyle görüşmek istediğini iletiyor. Mehmet Ali Aslan kendisine gidebilirsin diyor. Musa Anter bu görüşmede herkesle yaptığı görüşmeye benzer biçimde kendi düşüncelerini açıklamış ve Kürtlere yapılan haksızlığın son bulmasını istemiştir.
Diğer bir görüşme 12 Mart’ta Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde kaldığımız bir dönemde gerçekleşti. Musa Anter, iki gün cezaevinden kayboldu kimse nereye gittiğini öğrenemedi. İki gün sonra geldi. Dönüşte nereye gittiğini sorduğumuzda MİT’ten çağrıldığını ve oraya gittiğini söyledi. Herkesle konuştuğu gibi iki gün süreyle Kürtlerin maruz kaldığı haksızlıkları dile getirmiş ve cezaevinde bulunan Kürt gençlerinin sınavlarına girmesini ve bunların tahliye olmalarına yardımcı olmalarını onlardan istemişti. MİT yetkilileri Musa Anter’e “cezaevi günleriniz bittikten sonra uygun göreceğin birkaç arkadaşınızla birlikte Kürt sorununu konuşmakta fayda görüyoruz” teklifinde bulunmuşlar.
Bana bunu anlattığında “sakın benim için kimseyle herhangi bir görüşme sözü verme” dedim. Musa Anter’in MİT ile görüşmesi bazı Kürt çevrelerde çok sert şekilde eleştirilmektedir. Ama Musa’nın kötü amaçlarla görüştüğünü kabul etmek asla doğru değildir. Hayatı, mücadelesi hepimizin gözleri önünde cereyan etmiştir. Onun Kürt davasına zarar verecek bir iş yaptığını düşünebilmek akıl dışı bir davranış olur.
Musa Anter, son zamanlarda kimi PKK’li gençlerin kendisine dönük çocukça hareketlerinden üzüntü duyuyordu. Sanki büyük bir tüccar ve büyük iş adamıymış gibi muamele görmesi haksız bir davranış olduğu kanaatindeyim. Bu acıtıcı muameleyi bertaraf etmek için epey çaba harcamış ve sorunu çözmek için en yetkili kişilerle irtibat kurmak zorunda kalmıştı. İşin tatlıya bağlanması hepimizi sevindirdi ama Musa hiçbir yerde hiçbir zaman bu konuyu açmadı.
Dünya görüşü ve ideolojisi
Musa Anter’in belirginleşmiş net bir çizgisi yoktu. O sadece somut olaylarla ve haksızlıklarla meşgul olurdu. Onun Kürt sorunuyla ilgisi hem duygusal hem de pragmatikti. Örgütlü bir çabasına şahsen tanık olmadım. Sosyalist çizgide mücadele eden gençlere sempatisi vardı. Birçok gruba ve partiye ayrılmalarına rağmen aynı göz ve aynı duygularla bakıyordu. Birine dost diğerine düşman demek ayrımını yapmak istemiyordu. Kim Kürtlerin haklarını savunuyor ve Kürtlerin daha insanca yaşamasını istiyorsa o Musa için makbuldü. Türkiye İşçi Partisi’ne kayıtlı üyeydi. Ama parti dışında bağımsız aday olmayı tercih etti. Türkiye solundaki siyaset yapanların Kürt sorununa sempati ile bakmasını takdir ediyor ama yeterli bulmuyordu. Sağdan Türk siyasetçilerin de sempati göstermesini istiyordu.
Bu nedenle, Barış Dünyası dergisini ziyaret etti. Derginin etkin yazarlarından Ahmet Hamdi Başar’la uzun görüşmeler yaptı. Ve kendisine Kürt sorununa akılcı ve insancıl bir şekilde yaklaşmasını istedi. Ahmet Hamdi Başar bu isteklere olumlu yaklaştı ve Kürt sorununa değin olumlu yazılar yazdı. Musa Anter’in de aynı dergide Kürt Sorunu’na ilişkin yazıları çıktı. Böylece solda Kürtlere gösterilen sempatinin sağda da oluşmasını istiyordu. Ama bunun mümkün olmadığını gözleriyle gördü. Sermayenin hakimiyeti için mücadele eden siyasi örgüt ve siyasetçilerin Türkiye koşullarında Kürt Sorununa hayırhah bakmanın mümkün olmadığını onun da anladığını sanıyorum.
Bunun dışında dinci ideolojiyi bağlı ve ümmetçiliği savunan kimselerle de uzun tartışmalar yaptığını biliyorum. Ama alim konumunda olan ve marifet sahibi liderlere saygı duyuyordu. Örneğin Abdurrahim Zapsu’nun Kürtçe münacat tarzında yazdığı dini şiirleri takdir ediyordu ve bu tür çalışmaları Kürtlük davasına hizmet telakki ediyordu. Ama ümmetçiliği savunan dincilere ateş püskürüyordu.
Sonuç olarak
Musa Anter’in örgütlü çalışmalara sempati gösterdiğini söylemenin mümkün olmadığını düşünüyorum. En yakın arkadaşı Faik Bucak’ın kurucu başkan olarak örgütlediği Türkiye Kürdistanı Demokrat Partisi’ne girdiğini duymadım. Bana da bu konuda hiçbir bilgi vermedi. Bu arada Barzani’nin yürüttüğü mücadeleyi beğeniyle izlediğini ve yürekten desteklediğini sık sık söylerdi. Arkadaşlarından aldığım bir bilgiye dayanarak Sait Kırmızıtoprak’la kurduğu ve kısa zamanda siyasi gündemden çıkan İkinci Kürdistan Demokrat Partisi’nin Türkiye’deki girişiminde kurucu aday olduğu rivayet ediliyor. Ama kendisinden bunu doğrulatıcı bilgi alamadım.
Sonuç olarak Musa Anter’in ideolojisi nedir diye sorarsanız bilinen bir çerçeve içinde kesin, hudutları belli bir ideolojiyle hareket ettiğini söylemek doğru değildir. Orta Çağın krallık ideolojisi olan dinsel ideolojiye bağlılığı söz konusu değildi. Ama Kürt sorununu benimseyen dindar insanlara saygılıydı. Komünist değildi ve bunu bir ideoloji olarak benimsememişti. Ama pek çok Komünist dostu vardı ve onların Kürt sorununa bugünkü bakışlarını takdir ediyor ancak geçmişte Kürtlere hiç de olumlu bir yaklaşım göstermediklerini çekinmeden söylüyordu. Sosyalistlerle ilişkisi ve dostluğu çok yaygındı. Dostlarının pek çoğu solcuydu. Sermaye yanlısı olan muhafazakar çevrelerle tartışır ama onlara sempatiyle bakmazdı. Kısaca tanımlamak gerekirse Musa Anter’in pragmatik bir Kürt hakları savunucusu ve militanı olduğunu söylemek isabetli olur diye düşünüyorum.
Musa Anter sürekli olarak “Allah’ım bana şerefli bir ölüm nasip et, beni mutlaka Kürt halkına hizmet içinde öldür” diyordu. Allah onun isteğini yerine getirdi. Musa Anter arkadaşımı 100. doğum yıldönümünde sevgi ve saygıyla anarken, Kürt ulusal demokratik hareketine yaptığı büyük katkılar nedeniyle şükranlarımı sunuyorum!..