Ankara’nın orta yerinde 20 yaşında bir genç katledildi. Gelen ilk bilgiler Barış Çakan’ın Kürtçe müzik dinlediği için katledildiği yönündeydi. Sonra bir el devreye girdi, cinayet tartışması Kürtçeden ışık hızıyla “ezan” meselesine bağlandı.
Barış Çakan’ın babası henüz evladının yası kurulmamışken Kürtçeyi inkâr eden siyasi partilerin temsilcileriyle, Kürtçeyi inkâr eden televizyon kanallarının programlarında boy gösterdi. Barış için kurulan yas evi, iktidarın apoletli şöhretliler geçidine döndü. İçişleri Bakanı’ndan Diyanet İşleri Başkanı’na, şöhret basamaklarını kendini inkâr ile tırmanmış Ağrı Belediye Başkanı’ndan Emniyet Müdürü’ne, İl Valisine kadar herkes olay yerinde arz-ı endam etti.
Bütün bu “resmi geçit töreni” elbette cinayete karşı gösterilen hassasiyet, ırkçılık ihtimali varsa buna karşı duyarlılık ifade etmeye yönelik değildi. Barış’ın neden katledildiğini anlamayı, Kürt inkârına karşı tutum almayı dert edinmedi bu bileşen. Aksine toplumda ırkçılığa karşı oluşacaksa bir hassasiyetin önüne geçmek ve olayı siyasi propaganda malzemesine dönüştürmek için ilan edildi bu seferberlik. Bunun için yıllarca Deniz Baykal’ın yanında bütün o ağlamaklı şovlarının yanı sıra, “Kürtçenin konuşulması, öğrenilmesi, öğretilmesi ülkeyi böler” inkârına ve politikasına omuz vermiş Savcı Sayan ilk olarak sahaya sürüldü. Yanında atadığı her Kayyuma önce Kürtçe tabelaları indirme talimatı veren İçişleri Bakanı, yanında “Dil Allah’ın lütfudur, inkâr edilemez” hükmüne sırt çevirmiş; aksine camilerde okuttuğu hutbe ile dil ve kültür inkârının önemli sacayaklarından biri haline gelmiş Diyanet İşleri Başkanı…
Irkçılığın, ayrımcılığın, toplumlar arası düşmanlığın varlığı sadece Çakan cinayetinin gerçekten ırkçı saiklerle işlenip işlenmediği üzerinden tartışılamaz. Irkçılığın delaleti her şeyden önce dilin, kültürün inkârı ve bunun için uygulanan politikaların toplamındadır. Bu ülkede iki yıl önce sadece Kürtçe konuştuğu için Kadir Sakçı katledildi. Daha geçen gün bir mülteci çocuk kalbinden vuruldu. Hâlâ cari olan bir Kürt ve Kürtçe inkârı hayatın her alanında sürüyor. Dili, kimliği, kültürü inkâr etmek ile bu uğurda yaşanan acıları inkâr etmek, ırkçılığın en büyük göstergesidir. Bu resmi ırkçılıktır, politik ve siyasal ırkçılıktır. Sadece ırkçılığın neden olduğu saldırılar, cinayetler inkâr edilmiyor. Kürd’ün varlığı inkâr ediliyor, dili inkâr ediliyor, kültürü inkâr ediliyor. Bunlar inkâr edilirken, elbette Barış’ın ölümünün gerçek sebebinin inkâr edilmesi de es geçilecek değil.
“Irkçılığın mayalandığı” topraklar olarak kabul edilen ABD’de bile George Floyd’un katledilmesi inkâr edilmiyor. Çünkü ırkçılıkla mücadele, esas olarak onun varlığını kabul etmekle başlar. ABD’deki yönetim, katilleri cezalandırmakta geç kalarak bu politikanın bir parçası olsa da Floyd’un katledilmesine ilişkin devleti temsil eden bütün birimlerin diz çökmesi ırkçılıkla mücadelede önemli bir eşiktir. Almanya, Yahudi Soykırımı’na ilişkin yaşadığı ırkçılığı inkâr etmedi. Neo-Nazilerle bugün yürütülen mücadele bu sayede veriliyor. Irkçılığın yol açtığı tahribatları inkâr etmek, yokmuş gibi göstermek, ırkçı politikanın sürmesine verilen en bariz destektir. Irkçılığın yeniden dolaşıma sokulmasıdır. İnkar, ırkçılığın ta kendisidir.
Sergilenen illüzyon hızlıca yeniden Kürtçe inkârına, Kürtçe için ülkede yaşanan ayrımcılığın ve ötekileştirmenin inkârına dönüştü. Dün, varlığını kanıtlamak için amansız bir mücadele veren Kürtler, bugün dilleri ve kültürlerini yaşatmak uğruna öldürüldüklerini kanıtlamaya çalışıyor. Bu çok ağır ve tarifi zor psikolojik bir durum. Bunun için örneğin Kürtler “ülkenin zencisi” olduklarına dair metaforlar kullanıyor. Kendisini “İsrail zulmüne karşı mücadele eden mazlum Filistinliye” benzetiyor. Ezilenlerin durumu, karşılaştıkları muamele ve maruz kaldıkları kıyıcı siyaset her haliyle benziyor da.
Benzeşen sadece ABD’de ırkçılık sonucu öldürülen Siyahiler ile Türkiye’de ya da Ortadoğu’da dili ve kimliği uğruna katledilen Kürd’ün durumu değil. Muktedirlerin yaklaşımı da fazlasıyla birbirine benziyor. Trump’ın “ırkçılığa isyan edenleri çapulcu” olarak ilan etmesi çok tanıdık. Ordunun ABD sokaklarına salınması hiç yabancı gelmiyor. Irkçılığa karşı mücadele bayrağını yükselten Antifa’nın “terör örgütü ilan edilmekle” tehdit edilmesi neredeyse bize, bizim durumumuzu anlatıyor.
Dolayısıyla 20 yaşındaki Barış Çakan’ın öldürülme nedeni farklı olsa da bu Kürtçe ve Kürd’ün varlığına dair yürütülen inkârcı, ırkçı siyasetin varlığını ortadan kaldırmaz. Bu ülkede hâlâ hayatının baharında çocuklar öldürülüyorsa bu durum yeterince trajiktir. Bunun üzerinden “Barış, Kürtçe müzik dinlediği için öldürülmedi” iddiası ve arkasında sıralanan gerekçeler, Kürd’ün varlığına, diline ve ölümüne karşı sürdürülen inkârın sistematik olarak sürdürülmesinden başka bir şey değildir. Bu tartışmayı yürütenler Kürtçeyi yeniden katletmeyi amaçlıyor.