Korona salgı süresince Kürtlere yönelik devlet politikası, iktidar uygulamaları; kayyum atamaları, mezarlara saldırı ve Kürt siyasetçilerin tutuklanması üzerinde yoğunlaştı. Kürt halkı ve demokratik siyaset, bu süreci iktidarın yoğun saldırıları altında geçirdi.
İktidar, mezarlara yönelik yoğun bir saldırı başlattı ve saldırı sürüyor. İktidarın mezarlara ve cenazelere yönelik deşifre olan son uygulaması ise Garzan mezarlığında çıkardığı 261 cenazeyi, İstanbul – Kilyos’ta bir kaldırımın altına plastik kutular içinde üst üste gömdüğü ortaya çıktı.
Kilyos bir nevi tarihsel olanı, Kürtlerin hafızalarında bir kez daha yeniledi. Günümüzde mezarlara yönelik, cenazelere yönelik yapılmakta olan muamele tarihte yapılanları da güçlü bir biçimde anımsatmış oldu. Kilyos muamelesi, Kürt halkının hafızasında ve bilincinde artık kalıcı bir yere sahip. Artık unutulmayacak, unutulması mümkün olmayan bir kötülük olarak hafızalarda yer edindi.
İktidarın; Kürt halkının duyguları, değerleri, hatıraları ve cenazeleri üzerinde geliştirdiği tahribatın hayli yıkıcı bir tahribat olduğu çok açık. İktidar açısından bakıldığında zihniyetine uygun bir pratik ve yaklaşım. İktidar, 2015’ten bu yana Kürtlere yönelik yürüttüğü savaş konseptine mezarlara ve cenazelere yönelik saldırıyı içine alması, Kürtlere karşı içine girdiği nefretin boyutunu ortaya koyuyor.
İktidarın cenazelere ve mezarlara yönelik yaptığı muamele artık daha geniş kesimler tarafından idrak edilmekte ve tepkiyle karşılanmakta. Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, “Kilyos’ta cenazelere yapılanın kasıtlı bir biçimde cenaze sahiplerine acı vermedir” diyor. Ve bunun bir işkence muamelesi olduğuna dikkat çekiyor. Cenazelere ve mezarlara yapılan saldırılara karşı tavırsızlık, kötülüğün güç ve güven bulmasına ve iktidarın daha pervasızca davranmasına yol açtığı aşikâr.
İktidar; salgın sürecini demokratik siyasete, Kürt siyasetçilerine, kurumlarına, Kürt kadın hareketine ve belediyelere karşı bir saldırı sürecine dönüştürdü. Bu dönemde çok sayıda siyasetçiyi, siyasi parti yöneticilerini, çalışanlarını, kurum ve dernek çalışanlarını ve yöneticilerini tutukladı.
Mart ayından bu yana 10’un üzerinde HDP’li belediyeye kayyum atadı. Belediye eşbaşkanlarını görevden almakla yetinmedi, tutuklayıp hapse koydu. Tüm bu uygulamaların iktidarın çıkmazına çare olmadığı ortada. İktidarın baskılarla tehditlerle ve faşizan uygulamalarla demokratik siyaset üzerinde bir hasar yarattığı doğrudur. Madalyonun diğer yüzünde ise baskılar, tutuklamalar, belediyeleri gasp etmeler, hukuk dışı uygulamalar iktidara güç kazandırmış değil, iktidarın teşhirine yol açmıştır. Bu uygulamalar; iktidarı daha da güçsüzleştirmiştir, çıkmazını daha da derinleştirmiştir. İktidara yönelik sırf Kürt halkında değil, Türkiye’nin her tarafından azımsanmayacak düzeyde tepkiler peş peşe büyümekte, iktidar da bunu gördüğü için çıkış olarak baskı, daha fazla baskı ve şiddet uygulamalarına başvuruyor. İktidar; her sesi, her tepkiyi nasıl etkisizleştireceğinin peşinde tüm yoğunluğuyla buna odaklanmıştır. Ama başaramayacaktır.
Koronavirüs salgınının hem küresel çapta hem de Türkiye’de yarattığı ortamı bir fırsat olarak görüp faşizmi pekiştirme hamlelerine girişen iktidarın fırsat olarak gördüğü şey kâbusu olma ihtimali daha yüksek. Fırsat olarak gördüğü şeyin pek de büyük bir fırsat olmadığı pek de uzun sürmeyeceği peyderpey ortaya çıkmakta.
Korona salgınının yarattığı ortamda çok sayıda iktidar, AKP iktidarı gibi bize gün doğdu hevesine kapıldıkları biliniyor. Tez elden en gerici, en baskıcı uygulamalara giriştiler. Görünen odur ki bu diktatör heveslilerinin evdeki hesapları çarşıya uymayacak ve insanlık kendine sahip çıkacak. Türkiye’de de böyle olacak, Türkiye’de de insanlık kendine sahip çıkacak.