Geçen gün, İstanbul Ekonomi Araştırma Şirketi Genel Müdürü Can Selçuki, sosyal medya hesabından bir anket sonucu paylaştı. Anket işlerine hiç ısınamadım gerçi ama bu defaki biraz ilginçti. “Sizce yaşadığımız krizin yarattığı ekonomik sorunları hangi lider en iyi şekilde çözebilir” diye tek bir soru sorulmuş ve sorunların bizzat kaynağı olan kişi, Erdoğan yüzde 39.7 gibi bir oranda önde çıkmış. Eh, hadi tamam, o elde bir zaten. Sonrası var. Sonrasında da İmamoğlu 9.7, Demirtaş 8.3 olurken, Kılıçdaroğlu onlardan sonra yüzde 5.6 ile geliyor ve sayılar öyle küçüle küçüle aşağıya doğru sıralanıyor. Cezaevindeki bir adamın dışarıdaki ana muhalefet liderinin üstünde olması garip tabii. Neyse bu Bay Kemal’in sorunu olsun, bize ne?
Ama bu arada, yüzde 20.3’lük hatırı sayılır bir kesimin yanıtı ilginç: Hiçbiri!
Anket formunda bu seçenek açıkça var mıydı bilmiyorum, bu yazı yazılırken Selçuki, Şirin Payzın’ın canlı yayın konuğuydu, belki orada anlatır, bilmiyorum. Seçenek olarak ‘hiçbiri’ yoksa ve vatandaş bunu kendi uydurmuşsa daha ilginç olur tabii.
Her neyse, mesele o değil zaten. Mesele, bu ‘hiçbiri’nin ne anlama geldiği…
Böylece spekülatif bir alana girdiğimin farkındayım. Belirsiz bir kitleden söz ediyoruz ve tek tek onların kimler olduğunu, ne düşündüklerini bilemiyoruz.
Mesela, sosyalist solun bir kesiminde özellikle boykotlu seçimlerde oy kullanmayan seçmeni ‘boykot’ hanesine yazmak, yaygın ve sosyolojik-politik olarak yanlış bir eğilimdir. Yanlıştır derken, oy kullanmayanların oranı -başka hiçbir veri olmadan- birebir ‘boykot’ olarak anlaşılamaz demek istiyorum. Buradaki yüzde 20’lik ‘hiçbiri’ oranı da sanırım böyle bir “düzenden umudunu kesip başka bir arayışa yönelme” hali olarak okunamaz. Keşke öyle olsa ama burada devrimci bir tutum olduğu çok şüpheli. İnsanların mevcut söylemden bıkmışlığı anlamında bunun devrimci bir çaba için zemin olduğu tabii ki söylenebilir ama zemin başka şey, düzenden kopuş başka şey. Öte yandan, dikkat edilirse oranlardaki sıralama, seçimlerdeki oy sıralamasına da denk düşmüyor. İkinci bir soru olarak “Bugün seçim olsa kime oy verirsin” diye sorulsa, muhtemelen o ‘hiçbiri’ diyenlerin oy tercihleri de ortaya çıkacak ve partilerin klasik oranlarını göreceğiz ki, bu da herhalde bir mecburiyeti işaret edecektir. Yani vatandaş, sadece oy verdiği/vereceği partilerin bu temel sorunu çözüp çözemeyeceğine bakmıyor, kimin kimden daha iyi ya da kimin kimden daha beter olduğuna/olacağına da bakıyor olmalı.
Ama bütün bunlardan daha önemlisi, aslında “krizin yarattığı ekonomik sorunları” çözebilecek/çözmeye aday yapıların ve bu yapıların sosyo/ekonomik programlarının hâlihazırda bu topraklarda bulunduğu gerçeğidir. Yani teorik olarak! ‘Teorik olarak’ sözünü küçümsemek için söylemiyorum. Söylemek istediğim şey şu: Türkiye’de sol-sosyalist yapılar var, daha çok sesi duyulabilir bir kitlesel parti olarak HDP var ve bütün bunların, sadece şu andaki ekonomik krizin -emekçiler lehine- çözümü için değil, genel olarak kapitalist sistemin insanı doğayı tüketen işleyişini sona erdirmek için de güçlü programları/paradigmaları var. Yine teorik olarak baktığımızda, bu topraklarda yaşayan emekçi-yoksul bir insanın bu programları okuyup da hoşlanmaması mümkün görünmüyor. Yoksul bir insan, parasız sağlık ve eğitim programından ya da çok kazanandan çok vergi alınmasından, vs. -yine teorik olarak!- neden hoşlanmasın ki?
Peki, o zaman sorun, bu programların ve çözüm önerilerinin insanlar tarafından yeterince okunmaması, bilinmemesi midir? Yani daha çok tebligatla sorun çözülebilir mi? Pek öyle görünmüyor. Ayrıca yurdum insanının çoğunun bütün bu programlardan en azından slogan düzeyinde tümüyle habersiz olduğunu varsaymak bana doğru gelmiyor. En azından İstanbul’da herhalde en az bir defa bir mitingin, yürüyüşün kenarından geçerken söylenenlere kulak misafiri olmamış pek az insan vardır.
Bu anlamda ben, ‘hiçbiri’ şıkkını işaretleyenlerin hatırı sayılır bölümünün radikal çözümlerden habersiz olduğunu değil de bu çözümlerin hayata geçirilebileceğine inanmadığını düşünüyorum. Hatta şöyle: Birincisi, bu çözümlerin uygulanmasının mümkün olmadığını; ikincisi de söz konusu çözümleri vadedenlerin bunu başarma gücünün olmadığını düşünüyorlar. Durum gitgide berbat hale geldikçe, zihinler ‘her gelen daha da batırır’ şeklinde çalışmakta, kökten çözümlerden hoşlanılsa da ‘yaptırmazlar hemşerim’ yaklaşımı öne çıkmakta. Bu, en çok yolsuzluklar noktasında görünür olan bir şey. Yolsuzluk ve hırsızlığı sıradanlaştıran arsızlık yol aldıkça, vatandaşın zihninde ‘dürüst bir yönetimin mümkünlüğü’ fikri zayıflamakta ve en nihayetine ‘bunlar da gelse yer’ özetine varılmakta.
Bir anket sonucundan hareketle buralara kadar gelmek, biliyorum, spekülatif bir şey ama ‘hiçbiri’ şıkkı tartışılmayı hak ediyor bir yandan da. Şu bir ara çok dillendirilen ‘hep yıkıcıyız hep yıkıcı, oysa projelerimiz olmalı’ şeklindeki yaklaşımı da yeniden gözden geçirmeliyiz bence. ‘Hiçbiri’ciler belki de bizden program/proje değil de öfke ve hareket istiyorlardır, bilemiyorum. Sadece hareket değil belki ama hareketsiz proje de değil.
Velhasıl, biz Ortadoğu’nun bu tuhaf ülkesindeyiz belki ama sanki dünyanın her köşesinde insanlar artık listedeki şıklarla yetinmek istemiyor. Ve eğer, orada, başka ve yeni bir şıkkı göremiyorsa, daha doğrusu onu hayatın içinde kanlı canlı bir olgu olarak hissedemiyorsa, en uygun seçenek olarak ‘hiçbiri’ ortaya çıkıyor.
Başlangıç noktası olarak hiç kötü değil…