Onlarla karşılaştığım ilk günden itibaren en çok duyduğum küfür, kafir ve “Tanrı tanımaz” olduğumuzu söylemeleridir. Oysa hikâyemizdeki incinin patlamasıyla beraber sır ve kelamlarımızın her zerresinde her şey ilahi nurun bir lütfu olarak görülür ve ona ait her şeye secde ederiz. Tanrının kutsal şöleni olduğuna inandığımız büyük ateşe günde iki kere avuçlarımızı açarak bütün kavimler için dua eder ve kalbimizle semaha dururuz. Kendilerini Tanrı’ya yakın ve bizleri ona uzak saymalarının gerekçelerini bütün acılara rağmen anlamış değilim. Kalbimdeki sevginin, hürmetin, aşkın,ferin ve sırrın tanrıya ait olmadığını söylüyorlar bana.Yani kalpsiz olduğumu söylüyorlar.Oysa kalbimdeki o sırrın inancı olmasa nasıl bu kadar fer saçabilir gözlerim. Bütün bunları görmemeleri,tanrılara açılan kapıları kapatmaları günah değil midir? O kapı ki, kâinatın irfanına açılan ve her gün diz çöküp avuçlarımızı açtığımız büyük ateşin kapısıdır. Suyun azizliğine ve toprağın bereketine açılan kapıdır.Yer-gök ve ruh-beden arasındaki ezginin kapısıdır.O kapı ışığın ve umudun kapısıdır. Bizler, binlerce yıldır o kapının kapanmaması için içimizdeki iman ve irfanla duaya duruyoruz. Kâinatın dengesinin bozulmaması için günde iki defa nura hürmet ediyoruz. Bütün canlıların ahenk içinde yaşamaları için ve her tohumun kendi mevsiminde tekrar doğabilmesi için şerarenin kapısına dönüyoruz yüzümüzü.
Tabiatın kirlenmemesi, kalplerin kırılmaması, kavim kapılarının kapanmaması ve karanlığın aydınlığı alt etmemesi için 72 millet adına kalbimizle diz çöküp, o sonsuz parıltıya niyaz ediyoruz. Her yeni günün başlamasıyla yüzümüzdeki hayâ hatları kavimlerin kardeşliğiyle kızıllaşıyor, yaşadığımızı hissediyoruz.
Ama Tanrı adına konuşan ve bütün kavmimin Tanrı tanımaz olduğunu, iman ve irfandan yoksun olduğunu haykıranlar, gözlerimin içine bakarak kavmimi İlahlar adına boğazlıyorlar.Dostluğun, komşuluğun ve kirveliğin kutsiyetini bozuyorlar. İnsanın bozulmuşu, doğanın tahrip olmuşu ve kalbin kurumuşuyla baş etmenin ne kadar zor olduğunu bize şuur veren olarak daha iyi bilirsin. Bundan daha büyük bir eziyet, azap ateşi ve ruhsal çürümüşlük yoktur herhalde. Kendilerini ilah soyunun devamcıları ve neferleri olarak gördüklerini ve ilah adına masumiyeti kirlettiklerini gözlerimle gördüm. Gözlerimle gördüklerimle içlerinde taht kurmuş kötülüğün ne kadar örtüştüğünü bilmeme rağmen kavimlere olan hürmetimden dolayı hep sustum.Yaşananlar karşısında her gün kalbimde gamlı kayaların yükseldiğini, dudaklarımın asırların kutsanmış sırlarıyla kapandığını, ama gözlerimi evrenin doğum evi olan ışık kapısından ayırmadığımı görüyorum.Her geçen gün umutsuzlukla boğuluyor kursağım, çünkü o ışık kapısından tek bir umut zerresini bile alamıyorum.Ve siz Tanrı’lar sustukça,toprağın bağrına masumların kanı akıyor ve suyun azizliği kirleniyor. Bozulmuş insan kalbinin doğanın dengesini ne tür felaketlere sürüklediğine tanıklık ediyorum. Gözlerimin gördüğü tek şey cehennemin zifiri karanlığıdır.Ağızlarından çıkan küfürlerin her biri Habil’in elindeki taş kadar günahkar ve ağırdır. Elleri ki, günah asası gibi bütün kâinatın üzerinde sallanıyor.Dudaklarıysa evrenin en büyük felaketi gibi sadece Tufan’a açılıyor. Büyük toplulukların huzurunda, ilahi şölenlerle bizleri keserken şahitlik ettim. Bütün bunlara karşı sessiz kalışına bu küçük kalbimle hiçbir anlam veremediğimi haykırıyorum artık. Bütün bunları durdurma kudretine sahipsen, neden dur demediğini bilmek istiyorum. Eğer bu kudrete sahip değilsen sana inanmamın, itaat etmemin hiçbir gerekçesi kalmamış demektir.Acının büyük kayalarından kopan göktaşları bir bir kalbime çarpıyor, ait olduğum yeri kaybediyorum ve bulunduğum yer cüzzamlılar vadisine dönüşüyor.
Ve cüzzamlılar vadisindeki haraza ve iniltiler içinde sana sesleniyorum; senin varlığının sırrı kalbime düşen suad’la mayalandı ve içimde büyüyen gam sana olan bağlılığımın eseridir.
Son bir defa daha başımı kaldırıp siz suskun Tanrılara avazım çıkabildiği kadar seslendim ve binlerce başsız tavuskuşunun çığlığı cüzzamlılar vadisinde yankılandı, ağaçlar bir bir irkildi, yapraklar göğün boşluğuna döküldü ve meyveler dallarında kurudu, ama yine feryadımız duyulmadı.
“Suskunluğun, kavimlerin mezarlarını çoğaltıyor” çığlığı karşısında bile Tanrı, sessizliğini bozmadı! Ve içimdeki“Tanrı öldü”