Kenan Kırkaya – İzlenim
Cumhuriyet tarihinin en kanlı, en ağır bilançosuna yol açmasının yanı sıra Türkiye’nin ‘yeni’ döneminde karşılaşılan kötülüklerinin de başlangıcı sayılan 10 Ekim 2015 Barış Mitingi katliamı dava yargılamasının sonuna gelindi.DAİŞ eliyle gerçekleştirilip, 103 insanın hayatını kaybettiği, 500’den fazla insanın yaralandığı, binlerce kişinin mağdur olduğu katliamın üzerinden neredeyse 3 yıl geçti.
Katliamın failleri olarak yargılanan 19’u tutuklu, 36’sı firari 96 sanığın Ankara 4.Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen dava duruşmaları, her ne hikmetse karar aşamasına gelmesiyle Sincan Cezaevi Yerleşkesi’ne alındı. Duruşmanın kendilerinden kaçırılmak üzere Sincan’a alındığına ve 3 gün sürecek oturumlarda karar verileceğini inanan aileler ile birlikte demokrasi ve barış mücadelesine gönül vermiş insanlar, duruşmanın ilk gününde Sincan’a akın etti.Aileleri taşıyan araçlar, sabah saatlerinde Kurtuluş Parkı’ndan hareket etmeden polisler tarafından takibe alındı.Bir saatlik yolculuktan sonra Sincan’daki yerleşkeye varan araçlar, yerleşkenin hemen girişinde kurulan arama noktalarında durdurulup, araçlardan indirilen aileler didik didik arandı.Öyle ki kadınların makyaj malzemelerini bile içeriye sokmalarına izin verilmedi.
Tüm bu sıkı“güvenlik” önlemleri karşısında çoğu 10 Ekim katliamının izlerini taşıyan yaralılar ve yüreği kanayan ailelerin ortak tepkisi,“Katliam olduğunda neredeydiniz” yönündeydi.Birkaç güvenlik çemberini aştıktan sonra ulaşılan, çatısında keskin nişancıların yer aldığı ve gazetecilerin dahi alınmadığı salondaki en tezat söz, mahkeme başkanının dile getirdiği“Açık yargılanmaya başlandı” sözleri oldu.
Ailelerin bu söze dönük tepkisi de haliyle “Hangi açık yargılama?” şeklinde oldu. Aileler için bir diğer zor durum, her duruşma günü katliamı yeniden yeniden yaşamaları.Her konuşan ve yaşadıklarını anlatan bir başkasının acısına değiyor.Ailelerden biri “Çocuklarımız DAİŞ’in bombası ile değil, polisin gaz bombaları ile hayatını kaybetti.DAİŞ’in yarım bıraktığı işi polis gaz bombaları ile tamamladı” sözleriyle aslında olayın vahametine işaret ediyordu. Gönderilmeyen ambulanslar, yapılan açıklamalar,DAİŞ’i koruyan beyanlar…Salondaki herkes asıl sorumluları işaret ediyor.Mahkeme heyeti de bu gerçeğin farkında ama onların görevi asıl sorumluları gizlemek.
Duruşmada uzun süredir mahkemenin ve iddia makamının her türlü engellemesine rağmen iğne ile kuyu kazar gibi delilere ulaşmaya çalışan, sadece Ankara Gar Katliamı değil,aynı zamanda 5 Haziran Diyarbakır ve Suruç katliamları arasındaki bağlantıları deşifre eden,DAİŞ’in Türkiye örgütlenmesine ve katliamlara giden süreçlere bu süreçte vakıf olan avukatlar söz aldı.Yoğun ve ciddi bir hazırlıkla her biri yargılamadaki eksiklerin ayrı boyutlarına odaklandı. Avukat Kazım Bayraktar,DAİŞ örgütlenmesine nasıl göz yumulduğunu,fiziki ve teknik takiplere rağmen katliamı yapanların korunduğunu uzun uzun anlattı. Avukatlardan Nuray Özdoğan, katliamlar sonrası savcılık ve emniyetin nasıl delil kararttığını,İlke Işık ise toplamda yargılama sürecinin nasıl sadece birkaç sanığı mahkum etmeye odaklandığını uzun uzun anlattı. Savcılık yapılan katliamı“canice cinayet” olarak tanımlarken, avukatların tamamı ve özel olarak Senem Doğanoğlu yargılamanın neden “insanlığa karşı suç” kapsamında tanımlanması gerektiğini hem ulusal hem de uluslararası hukuka dayandırarak gerekçelendirdi.
Bu tür katliam davaları ve genelde siyasi yargılamalar, Türkiye siyasetinin kurucu kodlarının, sistemin inşa edilme ve muhafaza edilme biçimlerinin en berrak şekilde dışa vurduğu mekanlardır.İşin ilginci muhaliflerin bedelini ağır bir şekilde ödeyerek kendilerini en özgür şekilde ifade ettikleri yerlerdir de. Siz söyleyeceğinizi söylersiniz, hakikate işaret edersiniz ama devlet bildiğini okur.Muhaliflerin beklediği adalet ile bu tür salonlarda inşa edilen “hukuk”hiçbir zaman bir birini tutmaz. Devlet kapı duvar olur ve bildiğini okumaya odaklanır. Üstelik bunu yaparken de karşısındaki ikna etme ihtiyacı hissetmez.
Şimdilerde ise sistem değişikliğinin buralarda anında nasıl karşılık bulduğuna tanıklık etmek mümkün.Örneğin ailelerden birinin ağzından çıkan en küçük bir“AKP eleştirisi” anında mikrofonların kapatılmasına neden olabiliyor.Hele ki ‘Erdoğan’ adının geçmesine asla tahammül edilmez. Sadece mahkeme heyeti değil, o salonu dolduran devlet adına kim varsa ayaklanır.İlk gün yaşanan da bunun tipik örneklerinden biriydi.
10 Ekim katliamı davasında oluşturulan kurgu başından beri hiç değişmedi.Yargılama patlama ile ilişkisi tespit edilmiş birkaç “piyonu” cezalandırmak üzerine kuruldu ya da tersinden katliamda devletin sorumluluğunu gizlemeye ve görünmeye kılmaya…Muhtemelen bugün açıklanacak olan kararla da bu teyit edilmiş olacak.O salonu dolduran aileler birgün hakikatin gerçekleşmesini umarak davanın peşini bırakmayacak.