Zana Farqînî
Genel deyimle Apê Mûsa, köylülerinin söyleyişiyle de Apê Şêxo hakkında birçok şey söylenebilir veyahut ona dair birçok şey yazılıp çizilebilir. Doğum günü dolayısıyla, ki o artık asırlık bir köklü çınar, bu gerçek anlamıyla nevi şahsına münhasır ve renkli şahsiyet hakkında en iyisi birkaç anımı yazmak daha yerinde olur sanırım. Böylece tarihe mal olmuş hepimizin Apê Mûsa’sını de layıkıyla yâd etmiş oluruz.
Ben ilk olarak kendisiyle yapılan röportajlardan haberdar oldum. Daha önce Musa Anter ismini duymuşluğum hiç yoktu. Söyledikleri, düşünceleri açıkçası çok farklı geliyordu bana. Daha sonra bu Kürt bilgesi hakkında birçok şey öğrendik. Adı “Kürtçü”ye çıkmış bu yaşayan efsane isim, bizim için bir idoldu. O hem bir yazar, hem gazeteci hem de bir bilge kişi ve geçmişimize dair bir ışık kaynağı aynı zamanda yakın tarihimizin canlı tanığıydı. Geçmişten günümüze elindeki meşaleyle sanki bizi aydınlatmaya gelmiş gibiydi.
İstanbul’da, üniversite öğrenciliği döneminde onu yakından tanıma olanağına da sahip oldum. HEP’in düzenlemiş olduğu birkaç gecede onu konuşma yapmak üzere sahneye davet etmişliğim de oldu. Yaptığı konuşmalar, bahsettiği olaylar, kendi yaşanmışlıklarıyla ilgili anlattıkları sanki tarihin karanlık dehlizlerinden süzülüp geliyordu. Bize uzak, hiç bilmediğimiz şeyler, ağzından sözlü tarih şeklinde çıkıyor, geçmişimiz ve bizden saklananlar hakkında, bizleri aydınlanıyordu. Bu bizi cezbeden durum, ona olan ilgimizi daha da artırıyordu.
Doksanlı yılların başında Kürt kurumlaşmarıyla birlikte, özellikle MKM, İstanbul Kürt Enstitüsü, Rewşen dergisi ve haftalık Kürtçe Welat gazetesiyle yolumuz onunla da kesişti. Bu kurumlarda onu daha yakinen tanıma ve kendisiyle merak ettiğimiz konularda sohbet etme olanağını elde ettik. Gençlerle arası gayet iyiydi, bu yüzden olsa gerek etrafı gençlerden hiç eksik olmazdı. Bazen de sorularımızla katılmadığımız düşüncelerinden ötürü onu sıkıştırırdık.
MKM bünyesinde iki dilli Kürtçe ve Türkçe Rewşen dergisi çıkacaktı. Fakat ortada Kürt Latin alfabesi ve imlası sorunu duruyordu. Zira Apê Feqî yani Feqî Huseyn Sağnıç’ın, Musa Anter’in ve diğer birkaç kişinin farklı alfabe ve imla önerileri vardı. Bu yüzden İstanbul Tarlabaş’ındaki MKM binasında bir toplantı yapıldı. Apê Mûsa, Apê Feqî, Yaşar Kaya, Abdurruhman Durre gibi şahsiyetler vardı, biz yeni nesil gençlerden ayrı olarak. Hararetli tartışmalardan sonra Celadet Bedirxan’ın Latin alfabesi ve imlasında karar kılındı. Rewşen o şekilde yayın hayatına başladı ve sonra sadece Kürtçe olarak yayınını sürdürdü. Ben de derginin yazıişlerinde görev almıştım.
Apê Mûsa sadece Türkçe yazmamıştı, o hem Kürtçe hem de Türkçe eserler vermişti. Birîna Reş gibi, Kürtçe Türkçe sözlük gibi. İstanbul Kürt
Enstitüsü’nün ilk başkanı oldu, malum güçlerce şehit edildiğinde bu görevi sürdürüyordu. Enstitünün kuruluş çalışmaları esnasında tabiri caiz ise onlara mihmandarlık yapıyorduk MKM adına.
Aslında onu daha da yakından tanıma imkanı Welat gazetesinde yazmaya başlamasıyla oluştu. Hem bize yani Welat gazetesine hem de Özgür Gündem gazetesine yazıyordu. Welat’taki köşesinin adı Tir (Ok) idi. O dönemler yazılarını elle yazıp gönderiyordu, bazen de kendisi getirip bize veriyordu. İşte o zamanlar onun “yakasını” bırakmazdık. Çünkü hem Kürtçe hem de Türkçe yazdıkları yazılar çok rağbet görüyordu. Yazıları öz ve kısaydı. Kafamıza takılan, açmasını istediğimiz konuları tatmin oluncaya kadar ona sorar dururduk. Sıkıştırdığımız da olurdu. Mesela İsmet Önünü’yle ilgili yazmış olduğu Kürtçe şiiri sordum, ne diye onu öven bir şiir yazmıştı diye.
Derdi sadece İsmet İnönü’yü kendine kalkan yapıp, yasaklara da bir gedik açarak Kürtçe bir şeyler yazmakmış. Şiir şöyleydi: Paşa çûye Uşaqiye/Piçek kevir avêtiye/ Serê Paşa şikandiye/ev çi bîçim demokrasî ye (Paşa Uşak’a gitmiş/Piçin bir taş atmış/Paşanın kafasını kırmış/Bu ne biçim demokrasiymiş). Kürtçe bir şeyler duymaya veya görmeye tahamülü olmayan gurüh hiç de boş durmamış, kalkan işe yaramamış. “Kürtçü” Apê Mûsa yine bir paratoner gibi şimşeklerini üzerine çekmiş.
Mem û Zîn filmi çekiliyordu, Apê Mûsa filme müşavirlik yapıyor, aynı zamanda filmde Anlatıcı Dede rolündeydi. Film vizyona girdi, ama beklentilerimizi karşılamıyordu, bize göre tam bir aşk hikayesi şeklinde çekilmişti. Çünkü filmde Ehmedê Xanî’nin Kürtlerle ilgili fikirlerinin esamesi bile okunmuyordu. Mem û Zîn filmi hakkında da bir keresinde Welat gazetesine geldiğinde onu epey sıkıştırmıştık. Apê Mûsa’yı bilenler, onun sözünü hiç sakınmadğını, sansürsüz konuştuğunu çok iyi bilirler. Bizi payladıktan sonra, “Bizden bu kadar, elinizden gelirse siz de ileride daha iyisini yaparsınız” dedi.
Onun nüktedanlığını, espritüel yanını, hazırcevaplığını onu tanıyanlardan bilmeyen de yoktur. Mahkemelerde anlattığı fıkralar, tartışmalarda verdiği zeka örünü cevaplar herkesin malumu. Hele o “Biz sıfırdan başladık, siz bir şey yapmadınız” eleştirisine verdiği, “Tamam, biz de sıfırın altında başladık sıfıra getirdik” cevabı.
Her kalem erbabında bulunmayan bir yeteneğe sahipti. Kalemi de güçlüydü ve bu maharetini her iki dilde de gösteriyordu. Makalelerindeki ana fikrini kısa ve özlü olarak yazıyordu, bunu da okuldaki kompozisyon dersine verdiği öneme bağlıyordu.
Apê Mûsa Osmanlı’nın son dönemindeki Kürt aydınlarıyla da ilişkisi olmuş biriydi. Hani kendisi “Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının yeminli, canlı bir şahidiyim. Hem yalnız şahidi mi? Değil!.. Sanığıyım. Mahkûmuyum” diyor ya, aslında o eski Kürt aydınlarıyla olan yakın münasebetinden dolayı, son dönem Osmanlı’yı da bilen biriydi. O bir köprü görevini görüyordu eski ile yeni kuşak Kürt aydınları arasında. İlk Kürtçe piyes yazarı ve ulusalcı şiirleriyle bilinen Evdirehîm Rehmîyê Hekarî’nin (Abdürrahim Zapsu’un) de damadıydı.
Apê Mûsa artık bir asırlık çınar. Onu katledenler, onun Kürt tarihine, insanlık tarihine mal olmasına engel olamadılar. O bütün renkli kişiliğiyle, yazdıklarıyla, mücadelesiyle, miras olarak bıraktıklarıyla halkının sadece gönlünde değil beyninde, hafızasında, fikriyatında kök salmış bir şekilde, capcanlı olarak yaşıyor…
Sedsaliya te pîroz be Apê Mûsa.