gazetemizin yazarlarından, arkadaşım özge yurttaş aynı zamanda disk basın-iş’in genel sekreteri. bu sebeple, geçtiğimiz haftalarda topkapı matbaacılar sitesi’ne gitmişti, orada normal hayatın sürdüğünü hatta lokantaların bile açık olduğunu anlattı.
çünkü pandemiyi emekçiler bile farklı farklı yaşadı. kimileri karantinada olmaktan şikayetçiyken, çok insan, bulaşı riskini göze alarak eskisi gibi çalışmaya devam etti. kendisi hastalanmayan, birlikte yaşadığı insanları enfekte etti. karantina, onlar için ulaşılamayan bir lüks oldu. sermaye sahiplerini anlatmaya bile gerek yok. kadınlar daha fazla şiddete uğradı, daha fazla ücretsiz hizmet verdi. salgın bize bir kere daha, ortak kaderi paylaşan bir insanlık olmadığını gösterdi. insanlığa, insan gibi yaşamaya ancak mücadeleyle ulaşabiliriz.
başka? salgından sonra hiçbir şeyin aynı olmayacağına dair çok şey okudum, siz de illa ki okumuşsunuzdur. çoğu, kapitalizmle devam edemeyeceğimizi söylüyor. ekolojist hareket de uzun bir süredir dünyanın sonunun yaklaştığına işaret ediyordu, mantıklı gerekçeler de gösteriyorlar. bu iki görüş de “ya sosyalizm ya barbarlık”tan farklı.
ben kapitalizmin uygarlığın sonunu getireceğine inanmıyorum çünkü uygarlığın sonu, aynı zamanda kârın da sonu demek. kapitalistler buna izin veremez. o yüzden üretimin bir biçimde devam edeceği, kazancın süreceği bir seçenek gelişecektir; onun tam da barbarlık diye tanımladığımız şey olması ihtimali çok yüksek ki zaten bugün de dünyanın pek çok yerinde barbarlara parmak ısırtacak şeyler oluyor.
bir kriz, her kriz güçlü olana yarar, işsizlikten gıda krizine pandeminin bütün sonuçları bu barbarlığın sürmesinin koşullarını oluşturur, güçlendirir. işsizlik arttıkça insanları daha kötü koşullarda istihdam etmek mümkün oluyor mesela. ya da gıda krizi insanları yiyecek için başka zaman yapmayacakları şeyler yapmaya itiyor. “zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayanlar…” kim bilemiyorum, çoğu insanın en kötü koşullarda bile kaybedecekleri var, mesela çocukları!
karşısında bir güç oluşmadıkça sermaye sürdürülebilir barbarlığı hayata geçirir. bunun erkekler için sonuçları ayrı bir yazının konusu.
belki şunu hatırlamak gerekiyor: sosyal medya zaman zaman aksini düşündürse de, siyasal hareketler münazaralarda başarılı olarak oluşmuyor. o yüzden, salgının kapitalizmin ne kadar korkunç sonuçları olduğunu göstermesinin bir anlamı yok. bu zamana kadar da kapitalizmin sebebi olduğu açlığın, yoksunlukların canını aldığı milyonlar var. ama uzunca bir süredir kapitalizmin normali olan on saatlik çalışma gününün ardından, emekçiler bu bağlantıları gündelik hayatlarında kuramıyor, bu bağlantıları kuracak zihinsel faaliyete ayıracak zamanları yok. yani sokağa dökülmemelerinin sebebi, işlerin tıkırında olduğuna inanmaları değil, bunun üzerine düşünme lüksüne sahip olmamaları, sokağa döküldüklerinde bir şeylerin değişebileceğine inanmamaları.
salgın bir süre daha devam edecek, kâra zarar vermeyecek kadar önlem alınacak. ölen ölür, kalan sağlar üretim hattının başına! patron için çok daha ucuza gelebilen evden çalışma mümkün olan her sektörde kalıcı hale gelecek gibi görünüyor. yani sadece emek değil, bilgisayar vb. iş aletleri, elektrik, su, ısınma gibi giderler de emekçinin sırtına binecek. bulaşıyı tespit etmek için kullanılan yöntemler kalıcılaşabilir, daha sonra politik itiraz ihtimalini takip etmek için bunlara başvurulabilir tabii.
sık sık “ya sosyalizm ya barbarlık” diye tekrar etmek, bir gerçeği açıklamak değil, çaresizlik gibi görünüyor. mesele insanların barbarlığın daha da artacağının farkında olmamaları değil, sosyalizmin mümkün olduğuna inanmamaları. bu, kelimenin olumsuz anlamıyla bir ütopya gibi görünüyor, zaten anlamı da geniş kesimler için git gide muğlaklaştı.
ama o kadarına bile gerek yok, herhangi bir değişiklikten heyecan duymayacak var mı aramızda?
çok yakın tarihimizde iki önemli an var; biri 31 mayıs 2013 gezi, diğeri 7 haziran 2015 yüzde 13.5! üstelik iki gün önce patlayan bombaya rağmen. nasıl desem, ikisini de tamamına erdiremedik, bunun üzerine açık açık, uzun uzadıya düşünmedik, her durumda hesaba katmamız gereken baskılar dışında bir sebep göstermedik.
bizi yakın gelecekte ne bekliyor? geçen yüzyılın başındaki ölümcül çalışma koşulları, bir gözetim toplumu içinde inşa edilecek olabilir ve bu çok korkunç. ama sevgili arkadaşlar, işin gözetlenme kısmını mesele etmek için önce gözetlenmeye değecek bir şeyler düşünmemiz gerekmiyor mu?