Vakit erişti. Sis öbekleri ardından uzanan kaygısız kısrak kıvraklığı kafalar. Her biri, geceye mahvedici bir güzelliği olduğunu hatırlatan mavinin o en nefis tonu tılsımlar sınıfından. Zamanın ruhunu sindiren sağır duvar nişlerinden sızan alev kırımı bir aydınlık. Işık kendinden emin süzülüyor, ferah anlatı ağır çekiyor. Çok okunmuş sihir tuttu mu, sonrası bahar bahçe. Rüya yoğun, riya uçsuz bucaksız. Orada her şey başka türlü, ara tonlar verimli ve skala geniş. Enkaz kaldırılmamışken, henüz toz duman bile dağılmamışken. Evveliyatı uzun hikâye. Mesel, ayrıntılar yorgunu. Özcesi, sıkışık piyasa kıymetlisi eski Türkçe antikalar, dile lezzet katan köşeli literatüre çarptı mı mucize hemen şuracıkta. Yıkıntılar üstünde ıslak dilin sancısız doğurduğu nur topu bir çocuk. Kem gözlerden esirgensin! Bir çırpıda adını koyuverdik gitti işte. Üstelik tınılar da şahane: “Kürd Sağı”… Vaftiz ettik bir kere. Zor olanı isimdi. Doğduğu anda bıyık buran sipahimize yoktan bir “gerçek” biçtiğimize göre ekonomi-politiğini de artık sosyal ilim terzileri giydiriversin bir zahmet, tüm adabı erkânıyla hem de.
Hitabeti işlevsel, ederi yüksek. İcat, irat endeksli. Sonuç cezbedici: Kürt Sağı! “Her ne demekse!” Demeyin. Geleneksel ve doyurucu, zarif ve heybetli. Ama esmer telaffuza yıkıcı bir görünüm veren, ardındaki gizemsiz gücün sembolik vurguları. Başka yerde olur da mezarsız ölüler ülkesinde olmaz mı? Olmaz desek literatür çarpar, nuru derya ulema tersler, inceliğe meftun ulu akademiya lime lime eder. En bağrı yanığından bir Kürdîlî Hicazkâr. Nağmeler, her devrin sağ kalanından. Bir eli sırtındaki çuvalda, bir eli çenesinde, garip hülyalara gark bir düşünen adam heykeli pozunda. Ayakları da her devrin ölüsünün mezar taşında. Her musibetten yüklü çıkanı “Sağ” olmasın da ne olsun bu durumda. Böyle bir sağ, herkesinki gibi bir sağ ve muhakkak bir bordrodan muaf, bir tek sınıfa ve soya muvazzaf. Burası pek doğru da yalnız kök saldığı mecra kadar hücum ettiği odak da pek fazla tuhaf!
Solodan koroya geçiş ani ve tumturaklı. Bu, avcının tuzağına inandırdığı anlara denk gelir hemen her zaman. Söz ve eylem, tabiatın o yüce buyruğuyla istikmal. Kurtlukta düşeni yemek kanun bir açıdan. Ama azıcık aceleye mi geldi ne bir yakışıksızlık, bir çirkinlik hali, yükseliş coşkunu her nakarat. Sağ’ların kuş cıvıltılı yurtluğunda düşüncenin büründüğü şekillerde, şiirde, yazıda, şarkıda, ironide, hep o güçsüz ve çıkarcı yoğrulma, efendi adına iz süren hep o yaralı karakterdeki o kederli uluma. Melodi yine de insanı ağlatacak kadar alçakgönüllü, yüreğe indirecek kadar dokunaklı. En eski makamında pek az sızlanılır, en fazla bir iç çekmekle yetinilirdi, tüm kırılganlığı oradan. İniltilerinden biri şimdi pek öfkeli ve çok yukarıdan: “Devlet isteriz, en muteberinden muhakkak…”
Ama kimden? Ölüsüne mezar bile bulamayandan. Kazara telaffuz ettiği ülke ismindeki her harf için vurulduğu kırk zincirin pasını yutkunmuşundan. Eh, tutanı yoktu, önden bir yer açıla, tam teşekküllü en hâkim locadan. Çocuğundan arta kalanı bir çuvalda teslim alanın, yasa karşısında küçültme ve “sağ” kalan karşısında kendini utandırma pahasına. Dedik ya istek saygın, muhatap yanlış olsa da. Meteliksizden devlet isteyen “Sağımız”, sen çok yaşa! Şarkı küstahlığa bürünse, makam şeytani ve muammalı bir neşeye bulansa da aydınlanmış ve incinmemiş görünmek bizim yararımıza.
Kadim melankoli, sessiz gecede birini boğazlarken söylenen yumuşak ezgi tadında. Önce tefekkür, sonra siyasa. Evvela neşriyat, tatbik ve taarruz peşi sıra. Sağa, hep sağa çekmeli ki tadilat gibi görünsün süregelen talan ve yağma. İşte ziyadesiyle sıhhatli ve ezelden tedarikli hep, “devletsizlik” diye sayıklayan ulvi yakınma. Tamam, okuna kızgın temren olsun geri duran, yeter ki kor ateşe yalınayak yürüyene olmasın bu meydan okuma. Ama nafile! İstihdam ana firmadan, öyleyse kazma kürek işbaşına. Hücum dört bir yandan, esaslı kazı ise iç hatlardan. Dolunay göründü, kurtların zamanını çağıran loş havadaki o leziz ışıma. Şimdi her zamankinden de neşeli bir ıslık, pek kederli ağızlarda. Kısılan gözler, kamaşan dişler. Sadece tutarsız yüreğin lekeli cesaretini değil, zihnin kaygısız cüretini de taşıyan. Çok doğru, açılmayacaktı cömertçe o patika. Zira her yaranın kurdu, onun saf kanından.