Siyasette rakipler olabilir ama düşmanlar olmaz. Radikal Demokrasi kavramını önerenlerden biri olan Chantal Mouffe’un çağımızın demokrasisi için söylediği bu. Ama Mouffe daha çok “oturmuş” Batı toplumları için bu önermeyi yapıyor. Oysa hala “oturmamış”, deyim yerindeyse “deprem kuşağında” olan gelişmekte olan ülkelerde, örneğin Türkiye’de işler böyle gitmiyor. Siyasette pekala “düşmanlar” oluyor. Maalesef bizde de durum bu.
“Oturmuş” Batı toplumlarında göçlerle gelen farklı kimlik ve kültür insanları varsa da ve bu insanların siyasi talepleriyle yerleşik talepler arasında uyuşmazlıklar olsa da siyasette “düşman”laştırma pek olmuyor. Farklı çıkarlar farklı partilerde temsil edilerek meclislerde karşılaşıyor ve “ortak” çözüm yolları bulunmaya çalışılıyor vs. Çağımızda demokrasi böyle işliyor.
Doğrusu ben bu işleyişle de ilgili olarak sorunları olan bir kişiyim. Toplumun bireylerinin “kendileri” yerine “temsilcileri” aracılığıyla taleplerini ifade etmelerini çağımıza uygun olmadığını düşünenlerdenim. Ama her neyse, yine de düşüncelerdeki farklılıkların toplum halinde yaşayan insanlar arasında düşmanlığa dönüşmesi kabul edilir bir durum değil.
Bizim gibi ülkelerde, ulus devlet altında yaşayan toplumlar farklılıklarını hiçbir zaman ifade edecek, geçmişte yaşanmış ve birlikteliklerini gölgeleyen konularla yüzleşebilecek imkanları bulamadıklarından, deyim yerindeyse “kasık” toplumlardır. Her an dikişleri patlayacakmış gibi duran bu nedenle de toplumun devamıyla ilgili büyük belirsizlik içeren toplumlardır.
Türkiye seksen yıldır böyle yaşarken, en azından var olan “resmi” siyasetin içinden kendine bir yol bulmaya çalışırken AKP siyasete girdi. Temsil ettiği, daha çok İslami, muhafazakar duyarlılıkları olan kesimlerin temsilciliğini üstlenerek, karşısındakileri de “düşmanlaştırmamaya” özen göstererek siyasette kendine iktidar olabilecek bir yer açmasını bildi. Ama maalesef bu uzun sürmedi. Bir süre sonra seçim kazanamama olasılığını da hesaba katarak kutuplaştırıcı ve rakibi olan partileri “düşmanlaştırıcı” ve böylelikle kendi tabanını konsolide edici politikalara, Cumhuriyet’i parantez içine almak gibi amaçlarla “huruç” hareketleri yapmaya başladı.
İlk düşmanlaştırıcı siyaset örneklerinden biri, sonra bizzat Cumhurbaşkanı da olmuş olan Erdoğan tarafından HDP’ye yönelik olarak başlatıldı. HDP’nin başkanlık seçimlerinde “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganının ağırlığından mı bilinmez HDP ve daha sonra da doğrudan Kürtlere yönelik düşmanlaştırıcı siyaset bizzat Erdoğan tarafından başlatıldı. Milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticileri ve sıradan Kürtler bu “düşmanlaştırıcı” siyasetin kurbanları oldular. Hapislere düştüler, seçilmiş kişiler oldukları halde işlerini kaybettiler vs.
Bugün bu “düşmanlaştırıcı” siyasetin giderek yükseldiği günleri yaşıyoruz. HDP’ye ve Kürtlere uyguladığı “nefret” dili ve uygulamaları bugün CHP’ye yönelmiş durumda. Erdoğan, ortağı Bahçeli’yle birlikte sanki senkronize edilmiş gibi hep bir ağızdan “terörizm”, “CHP”, “HDP” geçen cümleler kurarak Türkiye’yi çok tehlikeli bir yere doğru itiyorlar.
Siyaset bilimine bir katkı mıdır bilemem ama bizde siyasette pek ala “düşmanlar” var ve neredeyse bu siyaset, toplumun dikişlerinin atmasına neden olacak.