21-27 Mayıs arası Dünya Kayıplar Haftası’dır. Türkiye’de İnsan Hakları Derneği (İHD) ve kayıp aileleri Mayıs 1995 tarihinden bu yana her yıl 17-31 Mayış tarihleri arasında anma etkinlikleri gerçekleştiriyorlar. Bu yıl anmaların 25. yılı oluyor. Çeyrek yüz yıllık bir süre kayıp aileleri, demokratik kamuoyu, insan hakları kuruluşları gözaltında ve dışarıda faili meçhul bir biçimde kaybettirilen insanların akıbetini açığa çıkarmak ve faillerinin yargılanmasını sağlamak için büyük bir mücadele ortaya koydular.
Binlerce faili meçhul cinayet işlenmesine rağmen devlet faillerini açığa çıkarmadı. Türk devlet yetkililerinin söylemekten en haz duydukları şey, “Biz çadır devleti değiliz” söylemidir. Çadır devleti olmadıklarını söyleyen devlet yetkilileri ve iktidar temsilcileri her ne hikmetse binlerce faili meçhul cinayetin faillilerini ortaya çıkarmıyorlar. Çadır devleti olmadığı söyleminde kendini açığa vuran gerçek, hakikati ve adaleti es geçme değersizleştirme durumudur. Çadır devleti olmayan devlet yaptığı kötülüklerle, katliamlarla, yıkımlarla yüzleşmeme, üstünü örtme, inkâr etme veya olduğundan başka gösterme yollarına başvuruyor. Ailelerin 30 yıllık 40 yıllık çığlığına kendini kapatıyor ve duymazlığa bürünüyor!
2011’de kayıp yakınlarından bir grup Tayyip Erdoğan’la bir görüşme gerçekleştiriyor. Erdoğan o dönem Başbakan’dır. Görüşen heyetin kendisinden iki temel talebi oluyor: Öncelikle kayıpların açığa çıkarılması ve faillerinin yargılanması için yardımcı olmasını ve destek vermesini istiyorlar, ikinci talepleri ise Türkiye’nin BM’nin Kayıplar Sözleşmesi’ni imzalayıp uygulamaya koymasıdır. Erdoğan’ın kayıpların açığa çıkarılması ve faillerin yargılanması talebine verdiği cevap: “Bu benim kabinemin sorunudur” oluyor ve sorun olarak ele alacağının ve destek sunacağının sözünü veriyor.
Söylemde bu temelde bir yaklaşım gösteren Erdoğan ve AKP iktidarı sözünde durmadığı gibi, Cumartesi Anneleri’nin, kayıp yakınlarının on yıllardır Galatasaray Meydanı’nda ve Diyarbakır’da her hafta yaptıkları oturma eylemlerini yasakladı. Başka ne yaptı? Cumartesi Anneleri’ne polisi saldırtarak şiddetle, baskıyla, gazla, copla etkisizleştirmeye, nefeslerini kesmeye, hakikat ve adalet istemi uğrundaki mücadelelerini engellemeye çalıştı.
İktidarın yönelimi bununla da sınırlı kalmadı. İktidarın etkisindeki yargı çok sayıda davayı zaman aşımına uğratarak cezasızlıkla sonuçlandırdı. AKP iktidarı döneminde kayıplar konusunda yaşanan diğer önemli bir durum ise AİHM’in gözaltında kaybolanların lehine, katledilenlerin lehine verdiği kararları Türkiye’nin uygulamayarak hatta yargılamaları faillerin, suçluların beraatına dönüştürerek birçok dosyayı bu temelde kapatması oldu.
Yine AKP iktidarı ve iktidarın başı Tayyip Erdoğan binlerce köyün yakılıp yıkılmasından, Kürt aydınlarının, kanaat önderlerinin, din alimlerinin, basın mensuplarının, siyasetçilerinin, işverenlerinin öldürülmesinden ve binlerce faili meçhul cinayetten sorumlu olan Tansu Çiller ve Mehmet Ağar’la ittifaka yönelerek, onları kendi mitinglerinin onur konukları olarak ağırladı; topluma, kitlelere takdim etti, karşılıklı dayanışma ve beraberlik mesajları verdiler birbirlerine. Ortak fotoğrafın yol açtığı değerlendirme ise Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının 90’ların konseptini devraldığı, Çiller ve Ağar’ın bayrağı Erdoğan’a devrettikleri şeklinde oldu. 90’ların konsepti devam edecek şeklinde yorumlandı durum. Ortaya çıkan ise 90’lardan çok daha beter, çok daha yıkıcı bir uygulamanın Kürt halkı, Kürt siyaseti ve demokratik muhalefet üzerinde estirilmesi oldu. 90’larda köyler yakılıp yıkılıp ortadan kaldırılırken AKP iktidarı döneminde Kürt kasabaları yakılıp yıkıldı.
Erdoğan’la görüşen heyetin BM Kayıplar Sözleşmesi’nin imzalanmasına yönelik talebine Erdoğan’ın verdiği cevap: “İmzalamıyorsak bir sebebi vardır” şeklindedir. Devlet zihniyetinin, kıyımlarının, kaybettirmelerinin sorgulanmasını ve açığa çıkarılmasını istememekten başka ne sebebi olacak ki?
Özet mahiyetinde şunlar belirtilebilir:
1- Cumartesi Anneleri
Cumartesi Anneleri 25 yıldır aralıksız bir mücadele veriyor: Hakikatin açığa çıkarılması ve adaletin yerini bulması mücadelesi. İnsanlığın hissiyatını, vicdanını kendi mücadelelerinde somutlaştırdılar; hakikate bağlılığın, hakikatin peşinde olmanın en muhteşem örneğini sergilediler; toplum üstüne, vicdanlar üstüne, gerçekler üstüne örtülen karanlığı yarmaya çalıştılar ve önemli oranda da başarılı oldular. Bu temelde bir toplumsal hafıza oluşturdular ve hakikat için, adalet için büyük bir zemin yarattılar. Katilleri, failleri ve onların arkasındaki gücü, zihniyeti hep huzursuz ettiler, deşifre ettiler, insanlık nazarında mahkûm ettiler. Mücadeleleriyle insanlık için büyük bir kazanım ortaya çıkardılar.
2- Barış Anneleri
Büyük bir mücadele veren diğer bir kesim ise Barış Anneleri’dir. Hep barışı dillendirdiler. Türkiye halklarının, Kürt halkının, komşu halkların temel ihtiyacı olan şeyi dile getirdiler. Barışı dile getirdiler, barışı kendilerine şiar edindiler. Bu en insani şeyi, en kutsal şeyi dile getirdikleri için, bunun mücadelesini verdikleri için saldırıya maruz kaldılar, mahkeme kapılarında süründürüldüler, polis tarafından yerlerde sürüklendiler, coplandılar, yıllarca cezaevinde yatanları oldu. Geçen hafta iktidar 65 yaşındaki Barış Annesi Havva Kıran’ı Diyarbakır’da gözaltına aldı. İktidar bir taraftan tecavüzcüleri, mafya babalarını, katilleri, hırsızları cezaevlerinden salıverirken diğer yandan Barış Anneleri’ni gözaltına alıyor, hapse atıyor! İktidarın Barış Anneleri’ne olan kini, tepkisi, barışa yönelik bir kin ve tepkidir; devam da edecektir.
3- Mezarları ve cenazeleri koruma mücadelesi veren aileler
Mezarlara yönelik en insanlık dışı uygulamalar devreye sokuldu. Güvenlik güçleri mezarlara saldırıyor, mezarları yıkıyor, mezarlardan cenazeleri çıkarıp dışarıya atıyor, parçalıyor, sağa sola atıyor! Cenazelere ve mezarlara yönelik binbir hakaret sergileniyor. İktidarın cenazelere yönelik son uygulaması ise 261 cenazeyi Kilyos’ta bir kaldırımın altına kazdığı çukura plastik kutular içinde üst üste atmak! Cenazelere yönelik kötülükte sınır tanımayacağını bir kez daha sergilemiş oldu.
Aileler yıllarca kendi çocuklarının cenazelerini almak için morg kapılarında beklediler, Adli Tıp Kurumu’nun kapısını aşındırdılar, devlet cenazeleri vermemek için binbir bahane öne sürdü, aileleri yıllarca süründürdü, cenazeleri yıllarca süründürdü. Bununla yetinmeyen devlet ve iktidar üstelik bir de mezarlara yönelik saldırı furyası başlattı. Aileler cenazelerin ve mezarların maruz kaldığı saldırıya karşı büyük bir mücadele verdiler, insanlık dışı uygulamaya karşı duruşlarıyla insanlıktan bir şeyler hatırlatmaya çalışıyorlar herkese.
4- Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri ve mezarları, cenazeleri koruma mücadelesini verenlerin sahiplendikleri ve korumaya çalıştıkları değerler insanlığın temel değerleridir; hem geçmişin hem de geleceğin kurucu değerleridir. Bu değerlerin politik muhtevası yanında, esas olarak ahlaki, manevi ve vicdani yönü belirgin olan değerlerdir. İktidar, intikam hırsıyla egemenlik hırsıyla bu değerlere saldırıyor. Değerleri itibarsızlaştırılmış ve gözden düşürülmüş bir toplum, değerleri karşısında rencide edilen bir toplum politikasını yürütüyor. İnsanlık dışı, vicdansız uygulamalar karşısında verilen mücadeleyi daha fazla sahiplenmekle kötülüğün önüne geçilecektir.