PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecride karşı başlatılan ve 200 gün süren açlık grevinin yıldönümünde eylemciler, anneler ve avukatlarla görüştük. Ortak görüş, direnişin ve mücadelenin daima sonuç verdiği oldu
Reyhan Hacıoğlu
Ağırlaştırılmış tecrit koşulları altında ailesi, avukatları ve İmralı heyeti ile görüştürülmeyen PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit devam ediyor. Salgın riskine rağmen şuna kadar sadece 3 Mart’ta bir aile görüşmesi ve 27 Nisan’da ise bir telefon görüşmesi gerçekleştirildi. 7 Kasım 2018’de DTK Eşsözcüsü ve HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven var olan tecridin kaldırılması için açlık grevine başladı. Eylem kısa sürede dört parçadan, Avrupa’ya, cezaevlerine kadar binlerce tutsağın eşlik ettiği kitlesel bir direnişe dönüştü.
200 gün süren açlık grevi sürecinde 8 yurttaş hayatını kaybederken, gencinden, yaşlısına, gazetecisinden, siyasetçisine binlerce kişi Öcalan üzerindeki tecride karşı bedenini ortaya koydu. Direniş sonucunda görüşmelere izin verilirken, Öcalan’ın çağrısıyla binler 26 Mayıs 2019’da açlık grevine son verdi. Açlık grevlerinin bitişinin yıldönümünde dönemin tanıklarından süresiz dönüşümsüz açlık grevinin ilk grubunda yer alan gazeteci Kibriye Evren, İmralı görüşmelerinde yer alan Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Rezan Sarıca ve Gebze Cezaevi önünde eylem başlatan 6 anneden biri olan Sultan Bozkurt sorularımızı yanıtladı.
- İlk grupta yer alan bir gazetecisiniz. O süreci, içerdeki o ruhu aktarır mısınız? Sayın Leyla Güven de sizinleydi. Bu karar süreci ve bu karara götüren süreci aktarır mısınız?
Kibriye Evren: Türkiye tarihinde 80’lerden sonra en büyük açlık greviydi. Ama bu sürecin öncesi vardı. Çünkü Türkiye her zaman demokrasi sorunu olan, farklılıkları kabul etmeyen ve farklılıkları ötekileştiren bir ülke oldu. Bu ülkenin fıtratında bu var. Ama AKP iktidarında bu katmerleşti. Binlerin katıldığı açlık grevinin temel nedeni o dönemin bu koşullarıydı.
Özyönetimler süreciyle başlayan, Kürdistan’ın birçok kentinin yakılıp, yıkıldığı, bodrumlarda insanların yakıldığı bir süreçti. Bu sürecin bitiminde Afrin işgali oldu. Yine Kürtlerin 15-20 yıllık kazanımları olan belediyelere kayyumların atanması vardı ve bu 2016’da artmıştı.
Bu süreçte ülkedeki bütün halkların üzerinde bir korku iklimi yaratılmaya başlandı ve bununla beraber Kürdistan’da en küçük demokratik eylemler engellenip, halk sokağa çıkmaz duruma gelmişti. 2016 ve 2018’de durum böyleyeydi. Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi tam da böyle bir ortamda başladı ve bütün bunların temelinde ve o zamanki taleplerimizden de biri olan Sayın Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecritti. Tabiri caizse Kürdistan’da yaprağın bile kıpırdamadığı bir süreç yaşanıyordu. AKP iktidarı korku imparatorluğu yaratarak toplumu susturabileceğini düşünüyordu. Ve bu açlık grevi buna bir cevabıydı cezaevlerinin.
- Çok uzun bir süreden sonra o dönemde görüşmeler başladı. Neler yaşandı o süreçte ve Sayın Abdullah Öcalan’la ilk görüşmeyi anlatır mısınız?
Rezan Sarıca: O güne kadar yaşananları Sayın Güven ve tutsakların süreci çok iyi okuması sonrası gelişen bir süreç oldu açlık grevi eylemleri. Talepleri Sayın Öcalan’ın aile ve avukat görüşmelerinin düzenli bir şekilde yerine getirilmesi ve diğer haklarının verilmesi ve nihayetinde Kürt sorununda demokratik temelde çözümü konusundaki bir taleple başlandı.
Açlık grevinden öncesinden de 1999’dan beri Sayın Öcalan’ın hak ve özgürlüklerinin sürekli bir şekilde kısıtlanması, engellenmesi ve İmralı’da kurulan İmralı tecrit sistemi söz konusuydu.
Bizlerin o döneme kadar sürekli girişimleri, başvuruları vardı hem Türkiye yargı sistemi hem de uluslararası mekanizma içerisinde mücadelemizi yürütüyorduk ancak yeterli ve istenilen düzeyde değildi. Ve bütün bunların ciddi bir okuması üzerine açlık grevinin başladığını söylemek gerekiyor.
Açlık grevleri ilerledikçe bizler de dört gözle Sayın Öcalan ile görüşmeyi bekliyorduk. 12 Ocak 2019’da bir aile görüşmesi gerçekleşti. Akabinde açlık grevi son bulmadı. Çünkü taleplere uygun bir hukuk pratiği söz konusu değildi. Açlık grevine girenler devam edeceklerini açıkladılar. Bu durum mayısa kadar sürdü. Ve bu süreçte hayatını kaybedenler oldu. Bu vesileyle onları yeniden anmak istiyorum… Hem bizlerin hem toplum üzerinde büyük bir atmosfer yüklenmişti. Çünkü 200 güne varan bir açlık grevi sürüyordu, hayatını kaybedenler vardı, ölüm orucuna çevirenler vardı ve çok ağır bir süreçti.
Bu anlam yüküyle 2 Mayıs’ta biz bir görüşme gerçekleştirebildik. Ve 6 Mayıs 2019’da tüm dünyaya duyurduk. Bu ilk görüşmede Sayın Öcalan bu dönemi genel bir çerçevede değerlendirdi. Görüşme başlamadan da başlayınca da bunun çok heyecanlı ve çok önemli bir gelişme olduğunu belirtmem gerekiyor. Aynı coşku ve aynı mutluluğu Sayın Öcalan’dan da aldık. Sayın Öcalan bunun olumlu gelişimlere vesile olması halinde çok büyük olumlu gelişimlerin olabileceğini ifade etti.
Bu gelişmeyi ateşten çıkan ilk küçük dumana benzetiyordu. Demokrasi yönünde bir gelişmenin devam etmesi yönünde bunun çok gürleşeceğini ifade ediyordu. Kendisine güvendiğini, kısa sürede çözebileceğini ve demokrasi yoluna çok kısa sürede girileceğine işaretlerini bize verdi. Ve daha sonra bizim de kamuoyuyla paylaştığımız 7 maddelik bir deklarasyon yayınladı. Ama açlık grevleri yine bitmedi. Çünkü tutsaklar daha önceki yıllarda da somut adım atılmadığını, tekrardan İmralı tecridini devletin devreye soktuğunu gördükleri, bildikleri ve deneyimledikleri için bu mücadelelerine devam ettiler.
- Ölümler de yaşandı. Ciddi bir kenetlenme vardı siyasetçisinden, gazetecisine, sanatçısına 2012 açlık grevleri de vardı ama 1982’den sonra en büyük eylemdi. Bir gazeteci olarak gözlemleriniz, hissettiğiniz neydi?
Evren: E Tipi cezaevinin kişinin ruhu ve psikolojisi üzerinde çok başka bir etkisi var. E Tip’inin 82 ölüm orucu direnişinin de yeri olmasından kaynaklı yine orada Kürt tarihi de yazıldığı için başka bir anlamı vardı. Bunun yaratmış olduğu bir ruh hali vardı. Yine açlık grevine giren girmeyen herkeste inanılmaz bir moral vardı. İnsan şaşırıyordu. 200 günü bulan açlık grevi vardı ve 8 şahadet yaşandı. Şunu belirtmek lazım eğer bugün bu süreçten bahsediyorsak ve Sayın Öcalan ile görüşülmüşse bu şahadetlerin sayesindendir. Şahadetler yaşandıktan sonra Cumhuriyet Başsavcısı geldi bizimle görüştü. Sürecin önünü açan bir yaratımdı bu. Başka bir ruh vardı orda. Bir direniş ruhuydu ve herkes amasız fakatsız kazanacağımızı biliyordu ve heyecanı çok fazlaydı.
Örneğin görüşçülerimiz geliyordu. Bir tarafta çok duygulu bir atmosfer yaşanıyordu ama bizleri uğurlarken arkamızdan zılgıtlar çekiyordu. Ve bütün ailelerin istisnanız söylediği kazanacağız diyordu.
Ve cezaevinde başka bir durum daha vardı personeller bizi çok fazla moralli görünce şaşıyorlardı. Hep şunu soruyorlardı bitirmeyi düşünüyor musunuz? En son Mehmet Öcalan, Sayın Öcalan ile görüştüğünde bütün gardiyanların müjde verir gibi ‘artık görüşme yapıldı. Siz açlık grevini bitirirsiniz’ tarzında yaklaşımları vardı. 82’nin yaratmış olduğu bir ruh vardı. Topyekûn bir direniş vardı. AKP şunu gördü Kürt halkı gazetecisi, siyasetçisi, genci ile aslında var olana tecrit asimilasyonu kabul etmiyor.
Şunu gördük içerde de dışarda Sayın Öcalan’ın sürece dâhil olması Türkiye’de ciddi değişimler yaratıyor. AKP devleştiğini düşünüyor ama devletleşsen bile bir halkın iradesi önünde durmazsın, 82’de gördük. 2018 açlık grevi döneminde gördük. Yani bütün hukuk elinde olabilir, adalet, askeriye, eğitim elinde olabilir ama halkın irade elinde değil ve bu süreçte iradeler konuştu, halkın iradesi konuştu. AKP-MHP ortaklığına bir ders verdi bu direniş.
- Sayın Öcalan’ın söyledikleri vardı ve çok da tarihi önemdeydi. Bugün için de geçerliliği olan şeylerdi. Bu anlamda ne değişti ya da değişen bir şey oldu mu?
Sarıca: Öylesine büyük bir mücadele ortaya konmuştu ki tek bir görüşme ile bu sürecin bitmeyeceği daha başlarda netleşmişti. Biz toplamda 5 avukat görüşmesi gerçekleştirdik. Birkaç görüşmede bile Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu perspektifler, Kürt sorununun veya Türkiye’deki demokrasi sorunun veya bunun Ortadoğu’ya etkisi ile ilgili çok ciddi çözüm projeleri ortaya koydu. O ilk görüşmedeki 7 maddelik deklarasyonla toplumun yaşadığı tüm ekonomik, sosyal, siyasal bütün sorunların çözümün sağlayacak bir çerçeve ve kendi tabiriyle bir kompozisyon ortaya koymuştu.
Bu anlamda toplumsal bir uzlaşıya ne kadar ihtiyaç olduğunu, demokratik siyasetin devreye konulması gerektiğini, onurlu ve kalıcı bir barışa evirilmesi gibi bir açıklamayı kamuoyuyla paylaşmıştık o dönemde. 22 Mayıs’ta bir görüşme yaptık ve Sayın Öcalan’ın sonlandırılması konusundaki çağrısına bu sefer olumlu cevap verildi. Ve açlık grevi sonlandırıldı. Ama hem içerde hem de dışarda herkes bu sürecin takipçisi olacağını taahhüt etmişti. Yani Kürt sorunun çözümünde herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getireceğini ifade etmişti. Bugün bunları yeniden hatırlamak gerekiyor.
Sayın Öcalan’ın o deklarasyonda devlete mesajları vardı, topluma, bireye ve bunlardan bazıları da HDP’yeydi. Her görüşmede de açlık grevine giren tutsaklara teşekkürlerini iletmemizi ve kamuoyuyla paylaşmamamızı istiyordu. Ve kendilerini daha çok yaşatma yönünde ve bu sorunun pratik ve aktif anlamadaki çözümüne dair kendilerini katmaları yönünde değerlendirmeleri oldu. Bu sorunun iki muhatapları olarak Kürtler ve Türklerin tarihsel birlikteliğinin gerçekliğin, hakikatini ortaya koyuyordu yine.
Bir mesajı da Kürtlereydi. Kürtlerin özgür insan, özgür toplum ve özgür yaşam anlayışına sahip bir Kürt aklının oluşması gerektiğini belirtiyordu. Bu yönüyle Kürt tarihinin öğrenilmesi gerektiğini ve Kürtçe’nin çocuklara öğretilmesi, asimilasyon politikalarına maruz kalınmaması ve buna karşı mücadele etmenin çok önemli olduğunu söylüyordu.
- İlk eylemi başlatan annelerdensiniz. Ciddi bir ses getirdiğiniz, Beyaz Tülbentliler hareketi oldunuz? Saldırılar vardı ama saldırılar ile beyaz tülbentiniz sembol oldu bütün dünyada…
Sultan Bozkurt: Sayın Leyla Güven bir açlık grevi başlatmıştı. En büyük seviye gelmişti. Biz de aileler ve Barış Anneleri olarak çocuklarımız tehlikede deyip, çocuklarımızın olduğu Gebze Cezaevi önünde 6 anne eyleme başladık 9 Nisan’da. O gün bizi iki kere bizi gözaltına aldılar. Vali yasaklamış, bir kilometre uzakta durmanız gerekiyor dediler. Biz de dedik çocuklarımız açlık grevinde ve biz burada onlarla nöbet tutacağız. Ama maalesef çok şiddete maruz kaldık ve şuanda da 3 tane dava açılmış durumda. 6 anneydik ve haklıydık çünkü bizim amacımız çocuklarımızın yaşamasıydı. Biz çocuklarımızın istedikleri bizim isteklerimizdir diyorduk. Sayın Öcalan ile görüşülmesi talebi bizim de talebimizdi ve biliyorduk ki Sayın Öcalan’dan ses almayana kadar onlar grevi bırakmayacaktı. Biz de onlar bırakana kadar o kapıyı bırakmayacağız dedik. Ama ne yazık ki şuna o süreçteki kazanımlarımızı yine aldılar ve şuan sorunlar sürüyor…
- İnfaz yasası çıkarıldı, siyasi tutuklular dışında bırakıldı. Bir anne olarak kamuoyuna siyasetçilere ne söylemek istersiniz bu konuda.
Bozkurt: İnfaz yasası çoktan konuşuluyordu ama bu salgın ile birlikte hız verip yaptılar. Çocuklarımızı dışında bıraktılar. Bu haksızlıktır, ayrımcılıktır. Çocuklarımız şuan tehdit altında ve korkuyoruz. Eğer gerçekten hukuk varsa, geçen gün Erdoğan, ‘mahkemeler kendi iradelerine göre davransın, ona göre karar versin. Kimsenin etkisi altında kalmasınlar’ dedi. Ama biz buna inanmıyoruz. Herkes diyor bir iktidar var ama bir iktidar yok, tek adamın rejimi var ve o tek adamın rejimi de Kürt düşmanıdır. Demokrasi savunucularının, herkesin düşmanı. Şuan Anayasa için başvuru yapılmış durumda. Herkesin bu başvuruya destek vermesi gerekiyor. Şuan cezaevlerinde yine hukukçular adalet için açlık grevinde. Ama kimse onları dile getirmiyor. Türkiye’de bir adalet yok. Yaşanan bir düşmanlık, vicdansızlıktır ve ahlaksızlıktır. Biz yine giderdik Gebze’nin kapısında otururduk ve buna izin vermezdik ama maalesef salgından dolayı içerden çıkamıyoruz ve görüşe de gidemiyoruz. Bu yüzden bu haksızlığın bir an önce düzeltilmesi gerekiyor.
- Bir yıl geçti. Hala aslında gözaltı, tutuklamalar, tecrit ve Kürtlere yönelik saldırılar sürüyor. Kürtlere ve muhalif ses çıkaran herkese yönelim var. Bir gazeteci olarak basının yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evren: Bir yılda Türkiye’de ne değişti; Türkiye gittikçe faşizanlaştı, tek adam rejimine doğru hızla ilerliyor. Dolaysıyla Kürtler ve devrimci demokrasi üzerinde çok ciddi baskılar var. Faşizmin arttığı her yerde sona doğru gelindiğinin de göstergesi. Mesel bugün AKP-MHP kendi anketörlerinin yapmış olduğu anketlerde görüyoruz ki AKP büyük bir kan kaybı yaşıyor. Yani bir seçim olsa kazanamayacak.
Dolayısıyla değişen ne oldu baskılar, tutuklamalar, siyasi operasyonlar özellikle kadınlara yönelik, yine cezaevlerinde bir infaz yasası yapıldı ve siyasi tutuklular yararlanamadı ve hala ciddi bir sindirme politikası var ama bütün bu politikalara rağmen biz sahada olan gazeteciler şunu görüyoruz ki sona doğru gidişin son çırpınışlarıdır bunlar. AKP sona doğru giderken kendisiyle beraber toplumu da götürmeye çalışıyor. Dolayısıyla son bir yılda değişen ve gelişen ne var dersek yavaş yavaş AKP kendi sonu getiriyor ve sona doğru bir gidişi var.
Yapılması gereken ne, toplumun bir bütün bir arada demokratik taleplerini ortak dile getirmesi gerekir. Bütün bunların çözümü Sayın Öcalan ile görüşmeyi sağlamaktır. Başka da bir çözümü yoktur. Türkiye değişmek istiyorsa ve AKP kendi sonun getirmek istemiyorsa Sayın Öcalan’ın tecridine son vermeli ve bu baskı politikalarından vazgeçmeli.
- Müvekkilinizle görüşmek için hemen her hafta başvurularınız var ve bir cevap yok. Telefon görüşmesi oldu 21 yıl sonra ve salgın riski altında. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yine CPT’ye de çağrılarınız oldu. Bir cevap geldi mi? Ya da başka uluslararası kurumlar nezdinde girişimleriniz nelerdir?
Sarıca: Şuana kadar Sayın Öcalan’ın dile getirdiği demokratik talepler için devlet ve hükümet nezdin olumlu bir adım atılmadı. Tersine umuda dair ne varsa tamamen ortadan kaldırılmasına dair politikalar, çatışma politikaları, güvenlikçi politikalar hem Kürdistan hem Türkiye ve hem de Suriye bölgesinde olabildiğince had safhaya çıkarıldı. Çözüm elbette baş aktör olarak Sayın Öcalan ile görüşülmesi, temel hak ve özgürlüklerin düzenli bir şekilde yerine getirilmesi ve de devletin stratejik bir değişikliğe gitmesi gerekiyor.
21 yıl sonra yaşanan telefon görüşmesi salgın sürecinin yükselmesi ile birlikte Kürt halkında ve toplumda büyük bir kaygı oluştu Sayın Öcalan’ın sağlık durumuna dair. Ve geçen senenin taze hafızası ile birlikte bir mücadele ortaya konuldu.
Bizim de hem Bakanlığı hem mahkemelere hem de idareye ve CPT’ye yaptığımız başvurular vardı ve doğrudan müvekkilimizle bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Böylece koşullarının az birazını onlardan duymuş oldukça ama yetmiyor.
Şunu vurgulamak lazım Sayın Öcalan’ın tecridinin kalkması ve koşullarını sürekli kılınması lazım. Yoksa birkaç hakkın bir sefer iki sefer yerine getirilmesiyle yeniden mutlak tecride alınabiliyor. Bugün bizim İmralı Adası’nda bulunmamız, Sayın Öcalan ile görüşmemiş bu konuda mevcut haklarını istişare etmemiz engelleniyor.
Şunu söylemek lazım açlık grevlerinin vermek istediği mesajı ve geldiği noktayı kavramamız gerek. Buna yeniden sahip çıkmak gerekiyor. Bunca bedeller, bunca acılar boşuna çekilmedi. Sayın Öcalan’a uygulana tecrite topyekûn ve sürekli bir mücadele ile karşı koymamamız gerekiyor. Hem İmralı tecritine karşı sürekli bir mücadelenin olması hem de herkesin gerçek anlamda eğer politik bir toplumsa ki sürekli bu söyleniyor. O zaman bunun pratiğinin ve gereğinin yerine getirilmesi gerekiyor ki geçmişte verilen mücadelenin kazanılması ya da sonuca gitmiş olması gerekir. Kürt sorununda demokratik bir çözüm için Sayın Öcalan ile hem görüşmelerin düzenli hale gelmesi hem de Sayın Öcalan’ın özgür çalışma koşullarının oluşması gerekiyor.