AKP Cumhurbaşkanı, “[…] yeni bir gönül seferberliği başlatıyoruz” buyurmuş. “Çarşambadan itibaren bizzat sahaya inerek, milletimize gidecek, kendimizi anlatacak, onun da derdini dinleyeceğiz.” Bir “erken seçim” hazırlığı olarak algılanmaması için “sahaya iniş”i 2023’e bağlamayı da ihmal etmemiş: “2023 seçimlerine kadar […] hem programlarımızı uygulamak hem milletimizle gönül bağımızı güçlendirmek için 3 yıllık bir vakit var.”
Anadolu Ajansı’nın uzun uzun servis ettiği “bayramlaşma konuşması”na bakınca Erdoğan’ın değişmekte olan siyasal dengeyi göz önünde tutarak aslında “teşkilat”ı yüreklendirmekle meşgul olduğu anlaşılıyor. Yoksa, ne diye “teşkilat”ına AKP propagandası yapsın, neden AKP propagandacı ve örgütleyicilerine “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nin faziletlerini anlatmak için dil döksün. O da, “teşkilat” da biliyor ve görüyor ki, Saray’ın siyasal desteği geriliyor, taban çatlıyor.
Peki, “teşkilat” “milletimizle gönül bağı”nı güçlendirmek için ne yapacakmış? Görünüşe göre iki şey: Birincisi, milletvekilleri başta olmak üzere belediye başkanlarıyla köylere kadar gidecek, millete “normalleşme süreci”ni anlatacak ve “yeni hayat biçimini” tarif edeceklermiş: “Türk, maske tak, mesafe al, ellerini yıka!” “Sahaya inmek” bu mu yani? Elbette değil. “Teşkilat”, maske taksın diye üzerine çullandığı vatandaşlarla el ense mesafesine girince laf ister istemez “asıl mesele”ye gelecek: “Ne olacak memleketin hali?” İşte bu noktada, devreye ikinci şey giriyor: “Vatandaş dinlenecek”miş. İktidar partisi, memleketin halinden, vatandaşın ihtiyacından ve çektiklerinden bihabermiş gibi yaparak soracakmış: “Süreçten nasıl etkilendiniz, ne istiyorsunuz vb.” Umuluyor ki, böylece “pandemi sürecinde hayata geçirilen uygulamaların halktaki karşılığı” öğrenilsin.
Devlet partisinin, “uygulamaların halktaki karşılığı” konusunda MİT’in günlük dinlemelerinden, istihbarat analizlerinden, vali, kaymakam, emniyet müdürü ve jandarma komutanlarının raporlarından, kamuoyu yoklamalarından, uzman değerlendirmelerinden öğrenemediği bir şeyi öğrenmek için bizzat “sahaya inme”si icap ettiğini sanacak kadar saf kişilerce yönetildiğini sanmak, Erdoğan’ın salgın boyunca Beştepe’de boş boş oturduğunu düşünmek için hiçbir neden yok. Bu gerekçeler, “sahaya iniş”in maskesi; Erdoğan, gerçekten de bir şeyin “halktaki karşılığı”nı öğrenmek ve halka bir şey öğretmek için “teşkilât”ı tabanın üzerine salıyor ama bizim işitmemize izin verdiği şeyler bunlar değil.
Erdoğan’ın bir an önce bütün ayrıntılarıyla öğrenmek istediği şey şudur: Davutoğlu ve Babacan’ın -ve elbette Abdullah Gül’ün- kurdukları yeni partilerin AKP tabanı ve seçmeni arasındaki karşılığı nedir? Hangi seçmen kümeleri, toplulukları ve hangi “kanaat önderleri”nin kendisi ve rakipleriyle mesafesi nedir? Yeni partiler tabana ne ölçüde nüfuz etmiştir? Mahalle havası nasıldır? Ona bu bilgiyi Siyasal İslâm’ın iç diline, “dava”ya, AKP’nin saklı gündemine, çıkar paylaşım mekanizmalarına, cemaat ve tarikatlar içindeki kaynaşmalara vakıf olmayan, süreci içeriden okuma kabiliyetinden yoksun kurumlar, yapılar, görevliler getiremez. Kendisi de, bu çağda, kadim rol modelleri gibi “tebdili kıyafet” ederek bunu bizzat öğrenemez, ama suratına geçirdiği maskeyle “sahaya inerek” “teşkilat” bunu pekala yapabilir.
Öte yandan Erdoğan halkın da bir şeyi öğrenmesini istiyor: AKP’ye oy vermemenin, diktatörlüğünün “beka”sını tehdit etmenin bir bedeli olacaktır. “Teşkilât” devletle özdeşleşmiş partinin bu mesajını seçmene götürmek için “sahada” bir gövde gösterisi düzenliyor. Zırhlı güvenlik konvoylarına bindirilmiş, özel koruma şirketleri ve özel harekat birliklerinin keskin nişancı ve robokoplarıyla korunan, milyonluk kapkara Mercedes ve BMW’lerden oluşan makam aracı filolarıyla en uzak köylere kadar taşınan maskeli vekiller, belediye başkanları, parti ricali, askeri ve mülki erkan AKP seçmenine Erdoğan’ın uyarısını taşıyacaklar: “Bizim devlet olduğumuzu aklınızdan çıkarmayın, oraya buraya kıpırdamayın.” Böyle bir uyarı AKP seçmenine ancak bir “teşkilat” seferberliği zarfı içinde ulaştırılabilirdi.
AKP seçmeni olmayanlara ise mesaj başka bir zarfta ulaştırılıyor ve bunun için başka bir “teşkilat” çoktandır “sahada” çalışıyor. Kadın cinayetlerini ve mezarlıklara yönelik saldırıları, bayram boyunca bütün ülkede sıradan yurttaşların ev ve mahallelerine yönelik eşi görülmemiş şiddet gösterileri izledi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın üç aylık ihlal raporuna göre; “sokağa çıkma yasakları ve diğer tedbirlere uymadıkları gerekçesiyle 58’i polis ve bekçiler, 3’ü belediye zabıtalarınca toplam 61 kişiye şiddet/işkence ve kötü muamele yapılmış, 2 kişi de uğradığı şiddet sonucunda hastaneye kaldırılmıştı” ama sadece bayram boyunca Çorlu’da, Kadıköy’de, Zeytinburnu’nda, Eyüp’te, Sultanbeyli’de, Cizre’de, Keşan’da, Adana’da evlerinin bahçesinde oturan, ekmek almak için bakkala giden, dışarı bakan yurttaşlara polis ve bekçilerce, önceki bir ay içinde olmadığı kadar meydan dayağı atıldı; silah çekildi, itiraz eden yuttaşlara hakaretler yağdırıldı. Bu saldırıların tamamı, AKP seçmeni olmayan vatandaşlara yönelikti.
Rejimin ekonomik, toplumsal ve politik krizine ağır bir hegemonya krizinin de eşlik etmekte olduğunu hiçbir şey “teşkilat”ların sahaya inişi kadar çıplak bir biçimde sergileyemezdi. Erdoğan kendi hitap alanında olmayan yurttaşlarla iletişimini -siyasal bir başkaldırı belirtisi dahi göstermedikleri halde- herhangi bir nedene dayandırılmayan, keyfi zor uygulamaya indirgerken AKP kitlesini de “yeni normal” dediği hastalık, yoksulluk, savaş ve ölümle birlikte yaşama fikrine kazanarak tahkime hazırlanıyor.
Rejim, devletin ve partinin “teşkilat”ını sahaya sürerek insanlığa meydan okumaya yönelirken, insanlığın ve yurttaşlığın bütün sorumluluğu muhalefetin omuzlarına yükleniyor. Biz kazanacağız.