İlk olarak evine gittiğimde beni içeri buyur etti ve ilk sorusu “Nerelisin?” oldu. ‘Dersimli’ olduğumu söyleyince, Dersim 38 katliamına vurgu yaptı, Seyit Rıza’yı, Alişer efendiyi, Zarife ve Bese hatunları anlattı. Müthiş bir genel kültüre sahipti
Esra Çiftçi
Sanırım 1990 yılı idi Kürt basınının mihenk taşlarından biri olan haftalık Yeni Ülke gazetesi yayın hayatına başlamıştı. O yıllarda öğrenciydim ve dönemin yurtsever öğrencileri arkadaşlarımızla birlikte çok heyecan duymuştuk gazetenin yayınlanmasına.
Arkadaşlarımla birlikte gazeteyi sık sık ziyaret ediyorduk. Herkes bir işin ucundan tutmak istiyordu, o yıllarda gazetenin yükünü sırtında götürenler arasında dağıtımcılar da vardı. Biz de bir nevi dağıtımcılık yapıp, gazeteyi okulda satmaya çalışıyorduk. Hiç öyle sıradan bir durum değildi, ateşten gömlekti o yıllar, faili meçhullerin olduğu, kim vurduya gidilen yıllar ve gazeteyi dağıtmak devrimci bir eylemdi.
Yine böyle bir gün gazeteyi ziyaret esnasında bir arkadaşın iki parmak daktilo kullandığını gördüm ve haliyle çok zorlanıyordu iki parmak yazarken. Ben de lisedeyken on parmak daktilo kursuna gitmiştim ve on parmak daktilo biliyordum. Tabi o yıllarda on parmak daktilo bilmek çok havalı bir durumdu. Yardım edebileceğimi söyledim ve okulun dışında haftada bir iki gazeteye giderek biriken yazıları daktiloya geçiriyordum. Zamanla gazetenin reklam-tanıtım işlerine de bakmaya başladım.
Sanırım 1991 yılı idi, yine böyle gazetedeyim Musa amca gazeteyi arayıp o meşhur küfürlerinden birkaçını etti. Tabi o yıllarda cep telefonu yok, gazetenin telefonunu arıyor. Gazetede bir panik havası oluştu. Meğer o hafta gazetede yayınlanan yazısını okumuş ve bir sürü tahsis hatası görmüş, bundan dolayı da söyleniyordu. Arkadaşlar ne yapsın, Musa amcanın yazısı karınca duası gibiydi, okumak mümkün değil.
Ben hemen uyanıklık yapıp Musa amcanın yazılarını daktilo ederim dedim, Musa amcayla tanışmak için can atıyorum. Nasıl olacak? Ben Musa amcanın evine gideceğim, o söyleyecek ben de yazıyı daktiloya geçirip gazeteye getireceğim, hemen kabul edildi. Tabi gazete Cağaloğlu’nda, Musa amcanın evi Maltepe’de, bir uçtan bir uca. İnternet falan zaten yok. O zaman toplu taşımalar da bu kadar gelişkin değil, saatler alıyordu yol ama hiç önemli değildi.
Benden önce de sevgili Kenan Azizoğlu yazılarını daktilo ediyormuş. Hatta ben yazılarını daktilo etmeye başladıktan sonra, Kenan’ı arayıp, “bu kız iyi, sen gelmesen de olur” demiş. Kenan her karşılaştığımızda bunu anlatır çok güleriz.
İlk olarak evine gittiğimde beni içeri buyur etti ve ilk sorusu “Nerelisin?” oldu. ‘Dersimli’ olduğumu söyleyince, Dersim 38 katliamına vurgu yaptı, Seyit Rıza’yı, Alişer efendiyi, Zarife ve Bese hatunları anlattı. Müthiş bir genel kültüre sahipti. Hatırlıyorum yazıları yazarken, yazıda Mesut Yılmaz’ın ismi geçiyorsa, “Mesut Yılmaz neden öyle yavaş konuşuyor biliyor musun? Çocuk felci geçirmiş” derdi. Sonra yazıyı bıraktığı yerden devam ederdi. Yazının içinde Demirel, Özal ya da herhangi biri geçiyorsa, onlar hakkında da birkaç şey söyler, yine yazıya devam ederdi. Müthiş bir hafızaya sahipti. Asla kafası dağılmazdı.
Haftada bir Musa amcanın evine gidiyorum, derken bu gidişler gelişler daha da sıklaşmaya başladı ve derken ben bir nevi Musa amcanın evine yerleştim.
Yemeklerini hep kendi yapardı asla bir başkasına yaptırmazdı. İyi bir aşçıydı da. Salça, bulgur vs. gibi ürünleri hep Kürdistan’dan getirirdi, yoğurdu dahi marketten almaz kendi yapardı. Annem de çok güzel yemekler yapardı ve annemin yemekleri de ünlüydü ama Musa amcanın yemekleri çok farklıydı. İlginç soslar yapardı, hala o sosların tarifini almadığıma yanarım.
Evi dergâh gibiydi, özellikle Kürdistan’dan herhangi bir iş için İstanbul’a gelenler ilk olarak Musa amcayı ziyaret ederlerdi.
Bir gün hiç unutmuyorum genç bir kadın geldi eve. Akrabası mı, yoksa bir tanıdığı mı şu an hatırlayamıyorum. Kadın kocasından şikâyetçiydi. Musa amca kadının kocasını eve çağırdı, adama olmayan lafı etti, yerin dibine sokup çıkardı, adamın gıkı dahi çıkmadı. Böyle de kadınları savunan biriydi.
Malum herkesin bildiği gibi çok küfür ederdi. Ben birkaç kere küfür etmemesini söyledim. “Tamam, senin yanında bir daha küfür etmeyeceğim” dedi. Sadece benim yanımda değil, kimsenin yanında küfür etme dedim. “O kadar da uzun boylu değil” derdi.
Birkaç gün geç gittiysem yanına hemen sitem ederdi, “nerede kaldın, niye gelmedin?” diye. Ben de okul, iş derdim. Musa amca öyle sarılıp öpmezdi insanı. Mesela beni hep saçlarımdan öperdi. O yıllarda saçlarım uzundu, bir gün saçlarımı örüp gitmiştim yanına. Nasıl mutlu olmuştu, “Kürt kızlarına örük çok yakışıyor” demişti.
Musa amca tam bir Kürt beyefendisi idi, aksilikleri de vardı ama bir o kadar da sevimli bir ihtiyardı.
Bu sene mezarına gittiğimde onun özel eşyalarının bulunduğu odayı ziyaret ettim. Daktilosunu görünce gözyaşlarımı zor tuttum, benim de parmak izlerim var o daktiloda, hoş kimlerin yok ki! Bana hediye ettiği “hatıralarım” kitabı ve heybesi hala bendedir. Hatta Dicle (Anter) abiye heybeyi müzeye hediye edeceğimi söyledim ama emin değilim.
Musa amca şu an bir yerlerde görüyor ve duyuyorsa bizi, 100. Yaşı kutlu olsun, iyi ki hayatıma girmiş ender insanlardan biridir, ışıklar içinde uyusun.