Tutuklu sanatçı Erkan Benli, 4 yıl önce Nusaybin’de yaşananları ve sonrasındaki gelişmeleri değerlendirdi. Ağır işkencelerin yapıldığını belirten Benli, ‘Kimse kurbanlık koyun değildir’ dedi
Mardin’in Nusaybin ilçesinde 14 Mart 2016’da uygulamaya sokulan sokağa çıkma yasağı, 25 Temmuz 2016’a kısmen, 21 Nisan 2018 tarihinde ise tamamen kaldırıldı. Yoğun çatışmalardan sonra 26 Mayıs 2016’da, Sivil Savunma Birlikleri’nin (YPS) güçlerini kentten çektiklerini duyurmasının ardından buradaki siviller tahliye edildi. Tahliye edilen 17’si çocuk 70 kişi gözaltında tutuldukları süre boyunca yoğun işkencelere maruz kaldı.
Tutuklanan kişiler hakkında açılan dava dosyalarında, yasak boyunca 69 polis, asker ve korucunun yaşamını yitirdiği, 528 kolluk kuvvetinin de yaralandığı bilgisi yer aldı. YPS ise, yaptığı açıklamayla yasak boyunca 51 üyesinin yaşamını yitirdiğini duyurdu. Yasak sonrası birçok YPS’linin cenazesi yıllar sonra ailelerine teslim edildi. Kimi cenazeler ise, halen kimsesizler mezarlığında ailelerine teslim edilmeyi bekliyor.
44 kişiye ağır cezalar verildi
Kentten tahliye edilmelerinin üzerinden 4 yıl geçen kişilerden 44’üne ağır hapis cezaları verildi. Yargılamalar sürecinde, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecride karşı başlatılan açlık grevlerine dahil olan tutuklulardan Medya Çınar ve Siraç Yüksek yaşamlarına son verdi. Arkalarında bıraktıkları notlarda da “Özyönetim” vurgusu yaptılar. Ayrıca, duruşmaların tümünde tutuklular “özyönetim” taleplerini dile getirmekten geri durmadı. Duruşmaların ortak vurgusu ise, “Biz halkımız ile birlikte özgür ve eşit bir ülkede yaşamak istedik. Demokratik Özerklik haktır, suç sayılamaz” sözleri oldu.
Kentteki yasağın 72’inci gününde tahliye edilerek, tutuklanan ve ağır cezalar verilen isimlerden birisi de Samsun Bafra T Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan sanatçı Erkan Benli’ydi. Benli, kentten tahliye edilmelerinin yıl dönümünü nedeniyle yaşadıkları süreci Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Ahmet Kanbal’ın sorularını yanıtlayarak, değerlendirdi.
Yazdığı mektuplarında kullandığı ifadeler nedeniyle defalarca hücre cezası verilmesi ve mektupların Cezaevi Mektup Okuma Komisyonu’nda takılı kalarak, yerine ulaştırılmamasına dikkat çeken Benli, mektubun ulaşması için “Daha sade bir üslup tercih ettim” diye ekledi.
14 Mart 2016 tarihinden 26 Mayıs 2016 tarihine kadar Nusaybin’de yoğun olaylar yaşandı. Süreç nasıl işledi?
Sürecin nasıl bu hale geldiğini anlamak için ülkenin üzerine bu kara bulutlar çökmeden, insanlar hayatını kaybetmeye başlamadan, en önemlisi de barış ve demokratik çözüm için yürütülen diyalog ve çalışmalar heba edilmeden önceki süreci iyi bilmek lazım. Bu bakımdan bunca yıllık acı ve çabadan sonra herkesin gözü kulağı 2013 tarihinde gerçekleşen Dolmabahçe Mutabakatı’ndaydı. Bu mutabakatla varılan çözüm çerçevesi ve yasası tamamlanmıştı. Bu konsensüse göre Kürtlere demokratik bir anayasa içerisinde demokratik özerklik statüsü verilecekti. Zaten varılan uzlaşıda Kürt halkının yaşam ölçüleri ile uyumlu bir yönetim modeli olan bu yetki paylaşımı tarihsel, toplumsal kimliğini korumak ve geliştirmek için ancak bu şekilde bir yönetim biçimi ile gerçekleşebilirdi.
Ancak AKP hükümetinden daha baskın olan özel harp dairesi ve dolaylı lobici mekanizmalar bu süreci sabote etti. 14 Mart ile 26 Mayıs 2016 tarihleri arasında yaşanan olaylar tüm bu kazanımlar için büyük bir yıkım olduğu kadar yıllara yayılacak ve sıcak bir çatışma riskini de doğurmuş oldu. Bunca barışçıl, emek ve gayrete rağmen Kürt ve Türk halklarının en büyük özlemi olan barış bu süreçte de hak ettiği zemini bulamadı.
Nusaybin’de yaşananların öncesi ve sonrasını nasıl anlatırsın?
İki taraflı yürütülen bir mücadelede kimse kurbanlık koyun değildir. Yaşananların öncesi ve sonrasında şu çok iyi anlaşıldı ki; mücadeleler asla kendisini küçültmez.
Taleplerinizin temelinde yatan perspektifinizi nasıl açıklarsın?
Şimdiye kadar sürdürülen müzakerelerde bir sonuç çıkmadı. Ulus olarak artık bu muameleyi ve ciddiyetsizliği kaldıramazdık. Bundan sonra mücadele ve müzakerenin iç içe gelişimi esası temelinde; kendi kendini yönetme adımı ve inşası dönemi başladı. Bu karar sonrasında çeşitli kentlerde halk yönetimleri ilan edildi. Ardından halk meclisleri yaptıkları açıklamalarla da ‘bundan sonra devletle hiçbir işlerinin olmadığını, kendi özyönetimlerini kurduklarını ve buna müdahale edildiği takdirde kendi meşru savunma güçlerini kuracaklarını’ mütalaa ettiler.
Halkımızın bu demokratik talebine yoğun baskı ve saldırılarla cevap verildi. Bu saldırılar karşısında daha önce yasal statüsü olan devrimci gençlik örgütleri sürece dahil oldu. Yaşanan çatışmaları devrimci gençlik ve kolluk güçleri arasında yaşandı. İlerleyen süreçte artarak devam eden saldırılar karşısında alınan kararla devrimci gençlik örgütü yeni bir yapılanmaya giderek, Sivil Savunma Birlikleri’ni kurdu. İlerleyen zamanlarda Kürt halkının vermiş olduğu özgürlük mücadelesi elbet başarıya ulaşacaktır. Biz bunu daha önce de defalarca analiz ettik. Demokrasi mücadelesi verdik. Kendi kendimizi yönetmeyi esas aldık. Kısaca bunları söyleyebilirim.
Kentten tahliyeniz gerçekleştikten sonra tutuklama ve mahkeme süreçleri başladı ve peş peşe cezalar verildi. Bu yargılama süreçlerini nasıl görüyorsunuz?
73 gün süren çatışmaların öncesinde geri çekilme kararı alındı. Orada mahsur kalan siviller ve yaralı arkadaşlarımız vardı. Toplu bir yargılama oldu ilk başta. Ancak sorguda bir haftaya yakın bekletildik. Hepimize yoğun bir işkence yapıldı. Hepimiz yaralıydık ve yaralarımızın ağır olması dolayısıyla geri çekilmeyi başaramadık. Mahalleler kuşatılmış, uzaktan ağır silahlarla sürekli rastgele vuruluyordu. Meşru savunma ilkemiz; bütün dünyayı yenecek güçte olsak kimseye saldırmaz, hakkımızı korumak için bütün dünya üzerimize gelse sonuna kadar direniriz şeklindeydi. Biz de aynı bu şekilde yaptık ve sonuna kadar direndik. Şimdiye kadar yaptığımız ve yapacağımız savunmalar ile herhangi bir hukuki beklenti içinde olmadığımızı gösterdik. Yaşananlardan aklanarak çıkmak isteyen devlete karşı mahkeme heyetinin ‘sıcak’ bir tutumu vardı. Adil bir yargılamanın yapılmadığı bir ortamdı.
Yine hazırlanan iddianamelerin panoramasına bakıldığında bütün olaylar üzerimize yığılmış bir vaziyetteydi. Amiyane tabirle iddianamelerin birer yalanlar malzemesi olduğu aşikardı. Yargılama süreci ile ilgili olan öngörüleriniz bizi doğruladı. Avukatlar ancak yasalarının müsaadesi ölçüsünde bir savunma yapabildiler. Bizler ise, paradigmasal bir bakış açısıyla daha geniş bir perspektifte savunmalarımızı yaptık. Savunmalarımızın çok konuşulmasının temelinde yatan onun paradigmasal gerçekliğidir. Mücadeleler asla kendisini küçültmez.
Sizin ve arkadaşlarınızın savunmalarını kamuoyu nasıl ele almalı?
Yaptığımız savunmaların bilimsel bir temele dayanan hakikati var. Savunmalarımızın temeli kadercilikten uzak bir sorumluluk duygusuyla ve müşterek bir bilinç ihtiva eden pratikle oluşturuldu. Halkımızın tarihsel toplumsal değerleri içerisine düşülen çıkmaz ve üzerinde yürütülen pazarlıklar savunmalarımızın temel başlıklarını oluşturdu. Son derece otoriter, merkeziyetçi ve hakimiyetçi, her celsede bastırma yöntemini eksik etmeyen, heyet ayrı ayrı yargılanmamıza hükmetti. İktidarın, siyasi partilerin halka dayattığı biat kültürünü anlamak zor olmasa gerek.
Fakat tarafsız ve üstelik bağımsız olduğunu iddia eden yargı makamının böyle bir tavır takınması da tesadüfi değildir. En ‘Benim’ diyen her kurum ve kuruluş ülkedeki siyasi iklime göre konum alıyor. Böylece ayaklar altına alınmadık değer kalmıyor. Bize göre ülkedeki tüm değerler bu yargılamalarla ayaklar altına alınmıştır. Bu nedenle bu makamlardan bir beklenti içerisine girilmemeli. Toplum mücadelesi ile bu kurumları değiştirip, dönüştürmenin yollarını üretebilmelidir.
Sanatçı kimliğinizle 4 yılı nasıl anlatırdınız? Süreci anlatacak besteleriniz, şarkılarınız oldu mu?
Kültür ve sanat alanında toplumsal bir kuruluşu görmek hep hayalim oldu. Büyük bir aşk ve tutkuyla pratik sahadan kopuk olarak kendimce üretmeye çabalıyorum. Dört yıllık zindan sürecinde üretimime devam ediyorum. Kültür ve sanat için akademileşmeyi çok önemli buluyorum. Toplumun zihinsel olarak estetik kazanması için bu akademilerin idrak-izan merkezi olup, olan bitenlere akıl erdirebileceğimiz yerler olarak çalışmaları elzemdir. Zerdeşt’in ateşgahları, Mani’nin ışık bahçeleri, Ege kıyılarında İyonların felsefe okulları, dağ yamaçlarındaki Hıristiyan manastırları, medreseleri, devrimci özgür üniversiteler, yine modern günümüzün Frankfurt Okulu bu mirası üstlendiler. Çok şey yaptılar. Dikkat edilirse sanat ürünlerinin etkileyiciliği, sanatçıların toplum içerisinde örnek olmalarına yol açmaktadır.
Akademileşme ile kapitalist sistem tarafından toplum karşıtlığına dönüştürülen sanatın yeniden özüne dönmesi sağlanacaktır. Zaten bu çalışmayı yürüten kurumlar ve arkadaşlar var. Ben de kendimi buna göre yönlendirdiğimi söyleyebilirim. Şimdiye kadar kendim yazdığım 3 şarkı sözünü besteledim. Son dönemlerde yazımsal çalışmalara yoğunlaşıyorum.
Son olarak kamuoyuna ne mesaj vermek istersiniz?
Einstein’ın çok güzel bir sözü vardır ve şöyle der; Kitleler propaganda ile zehirlenmedikleri sürece savaş tarafları değiller. Toplumsal bir barışın sağlanmasında köşe taşı rolü toplumundur. Bu son virüs gündemi bize ziyadesiyle dayanışmayı, birlik olmayı söylüyor. Dillerin, kültürlerin bir arada yaşaması toplumların bir hakkı ve hakikatidir. Nitekim halkın cehaletini kullanan bir ara tabaka var. Oligarşik kesim deniliyor bunlara. Toplumsal barışı engelleyen bir ara tabaka sermayedarlarıdır. Tüm bunlarla birlikte önümüzdeki sürecin bir demokrasi çağı olacağını, sömürüsüz, eşitlikçi bir dönemin başlayacağını, başta bütün Ortadoğu halkları olmak üzere tüm insanlığa yaraşacak bir yaşamın başlangıcı olmasını diliyorum. Ayrıca sizlere de teşekkür ve sevgilerimi belirtiyorum.
MARDİN