İdeolojik davranmak nedir? Aslında bu soru, Marksist komünalistler açısından tehlikeli bir sorudur, zira Marks için ideoloji, burjuvazinin sınıf bilincinin, proletaryada çarpık bilinç olarak tezahür etmesiydi. İdeolojiyi anladığımız anlamda, proletaryanın sınıf bilinci ve sınıf savaşı olarak kullanan muhtemelen Lenin’dir. Ne var ki, klasik Marksist metinlerini çok iyi bilen ve eserlerinde bu metinleri praksise dönüştüren Lenin için, ideolojik davranmak metinsellik değildi. Lenin zaman zaman kendi eserleri arasında da çelişiyor görünmekteydi. 1903’te yazdığı “Ne Yapmalı” ile 1917’de yayınladığı Nisan Tezleri bu görünür çelişmenin en meşhur iki metnidir. Bu çelişmeler ve hatta kopuşlar için Negri, Lenin’i savunduğu bir metinde, Lenin’in ideolojik çizgiyi ve sınıf savaşımını metinler arasında değil, mücadelenin içinde aradığını, değişen hayat koşulları karşısında, sürekli kendisinin ve partisinin pozisyonunu değişime zorladığını anlatır. Lenin, bu bakımdan, Negri için “Strateji Fabrikası”dır.
Türkiye’deki devrimci akımlar arasında, resmi söylem ile kopuşamama, yaşam ile sağlıklı bir bağlantı kuramama, muhalifliği sosyal medya gerillalığına indirgeme son derece yaygın; tüm bunların şimdilerde en kristalize olduğu alan ise herhalde politik doğruculuk. Herkesin doğrusu var, herkesin sımsıkı yapıştığı, kendisini kurduğu tarihsel bir an ve o anı kurucu anlatı haline getiren tarihsel metinler var. Teorinin hayat ile uyumlu olması beklenirken, hayatın politik doğruya uyumlu hale gelmesi isteniyor, arzu ediliyor. Hayatın gerçeği, politik doğrunun çerçevesine uymuyorsa, ya görmezden geliniyor ya da hayatın gerçeği politik doğrunun Prokrustes’in yatağına uyacak şekilde ya kesilip ampute ediliyor, ya da uzatılıp sündürülüyor…
Peki, 2020’nin Türkiye’sinde, güncel olarak mücadele nasıl sürdürülebilir? Ya da şöyle soralım, elimizdeki imkânlar neler? 15 Temmuz darbesinden ve tek adam rejiminin gün be gün yerleşmesinin ardından, sol hareketin nicel büyüklüğü, manevra kabiliyeti, yaptığı eylemlerin niteliği ne durumda? Büyük büyük lafları bir kenara bırakıp, samimi bir şekilde meseleye baktığımızda, Türkiye’deki sol hareketin 1925’te Mustafa Kemal’in tek parti rejimini kurmaya başladığı dönemdeki kadar olanaksızlaştığını ve daraldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Koca koca yapıların, minimal tekkelere dönüştüğü, herkesin şanlı geçmişiyle övünüp burnundan kıl aldırmadığı, herkesin herkesle dayanışma istediği ama herkesin birbirine sırtını döndüğü tuhaf bir dönemden geçiyoruz.
Çözüm için izlenmesi gereken yol, AKP, Tek Adam ve onun etrafındaki mafyoz talancı yapıya bir cephe açmaktan geçiyor. Cephe siyasetinin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bütün dünyada, devrimci hareketlerin büyük geri çekilmesine hizmet ettiği, devrimci örgütlere karşı kendi burjuvalarıyla işbirliğine devam edip, özellikle Batı Avrupa rejimlerini sağlamlaştırdıkları ve kurumsallaştırdıkları elbette malumumuz. Fakat dünya İkinci Dünya Savaşı sonrasının iki kutuplu (ve kısmen umut vadeden) dünyası değil. Türkiye’de, homojen örgütlerin kurulup yaygın bir şekilde tatbik edilmeye çalışıldığı 1970’lerin Türkiye’si değil.
En temel insan haklarının ve hukukun tümden askıya alındığı, memleketin bütün kaynaklarının beş şirket üzerinden saray rejimine akıtıldığı, ulus devletin en basit normlarının bile neo-liberal emperyalizm lehine ilga edildiği günleri yaşıyoruz. Yüz yılda kazanılan demokratik kazanımlar yalnızca devletin kolluğu tarafından değil, mafya çeteleri tarafından da terörize edilerek yok ediliyor. Rejim, medyasıyla, hukuk ve siyaset trol lejyonlarıyla son derece disiplinli biçimde halkı kendi özgürlüğüne düşmanlaştırıyor. Böyle bir dönemde, “az olsun benim olsun” mantığı, “tek devrimci teşkilat benimkisi” benzeri davranışlar politik doğruculuk ve muhalif ruhbanlıktır.
2013 Gezi isyanı, 2015 Haziran seçimleri (HDP’nin Meclis’e barajları yıkarak girmesi), 2019 yerel seçimleri ve 2019 Haziran ikinci İstanbul seçimleri, rejimin güçsüzlüğünü net olarak açığa çıkardı. Ortaya çıkan bu örnekler, Tek Adam rejimine ve AKP-MHP “Türk-İslam sentezi” olarak adlandırılan faşizmine karşı verilecek mücadelenin yöntem ve araçlarının, söylemlerinin ve hattının genel bir eskizi olarak önümüzde duruyor.
Rejime karşı muhalefet eden hiçbir damlayı atlamadan, hiçbir çevreyi dışlamadan, muhalif çevreler arasında herhangi bir hiyerarşi kurmadan ve mücadele araç/biçimleri arasında herhangi bir öncelik, önbelirlemeden kurulacak geniş bir muhalefet cephesi ancak iktidarın şer çetesini alaşağı edebilir. Cumhur ve Millet İttifakı adı verilen sistem kanatlarının karşısına HDP başta olmak üzere, sol-sosyalist, Kürt-Türk, demokrat, özgürlük isteyen… bütün toplumsal katmanları kapsayan “Halk İttifakı”nı çıkarmayı başarabiliriz.