Zamanın ruhuna yön veren ve egemenin iyimser kavramlarından biri olan “sosyal mesafe”, yeni bir dünyanın arifesindeki modern bireylerin gittikçe yabancılaştığını anlatır
Nevin Ferhat-Kemal Baş
Ali El Hemdan’ın anısına…
İlişkiler üzerine uzun erimli bir düşünüm bizi ister istemez ilişkilere haiz olan varlığa ulaştırır, çünkü bu ilişkiler sayesinde varlık ifade bulur. Bu düşünüm aracılığıyla varlığa yönelmek onun birliğinden önce çokluğunu kavramamızı sağlar. Yine de belirtilmelidir ki, henüz düşünmenin başındayız. Buradan hareketle Covid-19’un ne olduğundan ziyade, onun etkilerini incelemek hem mümkün hem daha gerçekçi olacaktır. Bununla beraber salgın, Ali El Hemdan cinayetinde olduğu üzere insan hayatını farklı tarzlarda etkiler.
Geçmişteki pandemiler gibi Covid-19 salgını da, dünyanın geleceğini değiştirmek ve insanlığın kaderini tayin etmesi bakımından bir koşul olarak belirgin hale geliyor. Bilimsel araştırmalar sonucunda doğal kökenli olduğu ortaya çıkan Covid-19, insanlara bulaşma hızı, yani dünyayı etkileme kapasitesi bakımından sosyo-ekonomik yapıyı esir alıyor.
Bununla birlikte neredeyse her şeyin kontrol altında olduğu kapitalist sistemde ve gözetim toplumunda ise virüsün ne kadar doğal olduğu tartışmalı bir hale geliyor. Tartışmalarda genel olarak unutulan, doğal olanın yabancılaşmış bir dünyaya katılarak biçim ve değer değiştirdiğidir. Dolayısıyla doğal olarak ortaya çıkan bir virüs ile yapay olarak üretilmiş bir virüsün arasındaki farkı görmek etkileri bakımından güçleşir. Artan işsizlik, ezen ve ezilen arasındaki çelişkilerin ve mesafenin artması, sağlıkta dönüşüm ve sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi, pek çok ülkenin sağlık sisteminin zayıf olması, virtüel dünyanın yayılımının genişlemesi, güvenlik sisteminin ve makinalaşmanın ivme kazanarak devam etmesi vb. durumlar göz önünde bulundurulursa, virüsün ‘insandan insana bulaşma özelliği nedeniyle hızlı yayılım gösterdiği için’ milyonlarca insanı etkilediğini ve yüz binlerce insanın ölüme yol açtığını söylemek eksik kalacaktır. Şunu da vurgulamak gerekir ki, doğanın isyanı ve intikamı olarak da görünen virüs, bizzat kapitalist sistemin kâr aracına çevrilecektir.
Bu noktada Sungur Savran’a kulak vermek yerinde olacaktır: “Bütün kapitalist ülkeler, en başta zengin emperyalist ülkeler her şey gözlerinin önünde cereyan ederken belli ki hiçbir biçimde virüsün bir dünya salgını haline gelmesi ihtimaline karşı önlem almadılar. Kaynakları, salgın başka ülkelere yayıldığı takdirde -maske, sağlık çalışanları için kişisel koruyucu donanım, hastalar için solunum cihazları, varolan yoğun bakım ünitelerinin ötesinde yenileri, bunlara ilişkin bütün malzeme ve donatım, ilaç vb.- kullanılması zorunlu hale gelecek birtakım malları önceden üretmeye ayırmadır. Yapılmış olsaydı, bu malzemelerde dünya çapında bir kıtlık doğmazdı. Buradan ne çıkıyor? Demek ki kapitalist sistem kıt kaynakları alternatif kullanımlar arasında etkin ve rasyonel olarak dağıtamamıştır. Dağıtamazdı çünkü koronavirüs Çin’in sınırlarını aşıp uluslararası bir salgın haline gelene kadar bütün bu yatırımlar kârlı değildir.”1
Dolayısıyla toplumsal çelişkileri ve açmazları perdelemek adına virüsün hiçbir fark gözetmeksizin toplumun hemen her kesiminden bireyleri etkilediğini -yani bir yerde eşit, adil ve demokratik olduğunu- öne sürmek tam da virüsten sonrasını iyimser bir belirsizliğe hapsetmeye yaramaktadır.
Pandemi sürecinde yaşamımızı korumanın ve sürdürmenin “sosyal mesafe” kavramıyla perçinlendiğini görüyoruz. Öte yandan, zamanın ruhuna yön veren ve egemenin iyimser kavramlarından biri olan “sosyal mesafe”, yeni bir dünyanın arifesindeki modern bireylerin gittikçe yabancılaştığını anlatır. Virüsten korunmanın biricik yöntemi olan sosyal mesafe, insan ilişkileri arasına koyulan uzaklığı ve bu uzaklık aracılığıyla ilişkinin sürdürülmesini imler. Mesafe, ilişkisizliğin değil, bizzat ilişkinin formu olur. Diğer taraftan, her sohbet bir monoloğu andırdığı için ilişkinin bu formunda kişinin yalnızlaşması katmerleşir. Dahası bu mesafelenme aynı şekilde kendi kendimizle olan ilişkide de devreye girer. Mesafe almak ve mesafelenme, benin benle ve benin dünyayla ilişkisine bir müdahaledir. Bu müdahalede belirleyici olan ilişkiler arasındaki ölçülebilir fark sayesinde düalist ben ile dünya tanımlanır. Dünya kavramından soyunarak tehlikenin kendisine dönüşür ve artık tek korunaklı olan yer, uzaklaştığımız kendimizdir.
Karantina sonrası yeniden “normal’e” dönme ve normalleşme çabasının günümüzün hızlı dünyasında çoktan nostaljik bir anlam-değer kazandığını gözardı etmeden salgınla birlikte kaygının, bir başka deyişle hayatta kalma çabasının her zamankinden daha baskın olacağını söylemek yerinde olacaktır. Bunun yanında her mesafe, iktidarın ve sermayenin yeniden üretimi için yeni olanaklar getirecektir. Bu süreçte daha karlı olanın mesafelenme olacağı şüphesizdir.
Sonuç olarak, ilişkilerimizde nasıl ki, en yakınımızdaki sağlıklı ve güvenilir olarak görülüyorsa, sermayeye ile ilişkilenmenin ve bu ilişkideki mesafelenmenin niteliği de, bireyin güvenilir olup olmadığına bunun tıbbi meali ise sağlıklı olup olmadığına bağlı olacaktır. Sonuç olarak iktidarın reklam panosunda şöyle yazacaktır: Özel mülkiyet meşru ve doğal bir haktır, çünkü sağlıklıdır.