Türkiye ve Ermenistan, siyasi tercihler bakımından birbirine zıt yönde ilerleyen iki komşu ülke. Tarihten gelen karşıtlıkları bir yana bırakınca, bu zıtlığın en önemli dışavurumlarından biri benimsedikleri yönetim anlayışında ifadesini buluyor.
Neredeyse eşzamanlı olarak Türkiye parlamenter sistemi terk etti ve kendine özgü, daha doğrusu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ihtiyaçlarına özgü bir başkanlık sistemini benimsedi. Yeni düzenin geleneksel başkanlık sistemlerinden ayrıştığı en önemli husus, kuvvetler ayrılığı ilkesini rafa kaldırması. Cumhurbaşkanı bu ilkeyi ‘çift başlılık’ olarak değerlendiriyor, kararlarının ve siyasi tercihlerinin hayata geçirilmesinde bir engel olarak görüyor. Gerçekten de meclis çoğunluğu, yargının bağımsız karar alabilme özelliği, Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının bağlayıcılığı cumhurbaşkanlarının hareket alanını kısıtlamakta. Ama örneğin ABD Başkanı Trump bu kısıtlamadan kurtulmak için senatoya, temsilciler meclisine veya yargıya atıfta bulunarak çift başlılıktan şikâyet etmeyi aklından bile geçiremez. Yerleşik ABD demokrasisi bu yöndeki imaya dahi tahammül göstermez ve iktidar halısını ayaklarının altından öyle bir çeker ki, neye uğradığını bile anlayamaz.
Türkiye’de düzen değişikliğinin bu kadar kolay kabullenilişinin ardındaki en önemli etken şüphesiz ki Cumhurbaşkanının arkasındaki çok büyük halk (daha doğrusu vatandaş olamamış ahali) desteğidir. Cumhuriyet tarihi boyunca eşine rastlanmamış bir popülizmin tahtında oturuyor Erdoğan. Unutmayalım ki iktidarını tek parti despotizmi altında pekiştirdiği yıllarda bile Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal benzer bir halk desteğini sağlayamamıştı. Ne de olsa henüz o yıllarda Türkiye’de toplumsal akıl “Biz onun g…t’nin kılıyız” düzeyine inememişti. Aynı şekilde “Odunu aday göstersem milletvekili seçilir” diyen Adnan Menderes de çok sevilmesine rağmen bu ivmeyi yakalayamamıştı. Bu satırlar 81 Anayasası’nın oylandığı referandum oranlarını anımsamaya yol açıyorsa, o faslı bir kalem geçelim. Kenan Evren’in sahip olduğu destek yarattığı baskı ve zulmün sonucuydu. İlk serbest seçimin sonucunda yandaşlarının kurduğu ve yalaka basın (Türkiye medyasının büyük çoğunluğu) tarafından şişirilen partisi sandığa gömülmüştü.
Diğer yandan Ermenistan’da bir geçiş süreci yaşamakta. Türkiye’nin aksine orada rejim başkanlık sisteminden parlamenter sisteme evrildi. Yolsuzluklarla yüklü iki dönemin ardından yeni düzende de başbakan olarak iktidarda kalmaya niyetlenen Serj Sarkisyan, halkın direnişine dayanamayarak istifa etmek zorunda kaldı. Değişime ihtimal vermedikleri seçimlerde oylarını yaklaşık 20 dolar karşılığında satan seçmenler, değişim ihtimalini görünce kitleler halinde sokağa çıkıp hem eski cumhurbaşkanını istifaya zorladı, hem de partisini dize getirdi. İktidar değişimi ile birlikte kimi çok güçlü oligarşik yapıların dağıtılması toplumdaki iyimser beklentileri de yükseltiyor.
Yeni başbakan Nikol Paşinyan’ın toplum karşısındaki en önemli özelliği ise, inayete yüz vermeyişi. “Kimseyi hapishanelerde çürütmeye niyetli değilim, halktan çaldıklarını geri versinler yeter” diyen bu anlayış, Brüksel’de gerçekleşen NATO zirvesinde de anlamlı ifadesini buldu. AB diplomatlarının 10 milyon dolarlık hibe önerisini elinin tersi ile geri çevirirken “Biz ülkede birkaç yolsuzluk soruşturması ile 42 milyon doları geri aldık, yine de teşekkür ederim, ilerde ihtiyaç duyarsak verirsiniz” demişti. Oysa vatandaşlık bilinci yaratamamış Türkiye insanı için himmet, ulufe, inayet iktidara yönelik en önemli beklentiler. Birkaç torba kömür, birkaç koli erzak aldıktan sonra deveyi hamuduyla yutanları görmezden gelmek, dahası doğal karşılamak iliklerimize kadar işlemiş bir anlayış. Bal tutanın parmağını yalamasından daha doğal ne olabilir ki?
Nihayetinde eski Cumhurbaşkanlarından Robert Koçaryan’ın tutuklanması Paşinyan önderliğindeki kadife devrimin yol açtığı umutları daha da yükseltti. 2008 yılındaki şaibeli seçimlerin ardından düzenlenen protesto eylemlerine polisin müdahalesi sert olmuş, 10 kişi yaşamını yitirmişti. Koçaryan şimdi o cinayetler için de hesap verecek.
Ermenistan ve Türkiye arasındaki zıtlıklardan biri de dış göç meselesi. Ermenistan’ın bağımsızlığını kazandığı yıllardan başlayarak pek çok Ermeni ülkede gelecek göremedikleri için çeşitli ülkelere göç etti. Üretici yaş grubunun ve eğitimli kesimin göçü bu küçük ülke için çok ciddi kayıplar oluşturdu. Ancak kadife devrimin yol açtığı umutlu beklenti, sadece göçü yavaşlatmak, durdurmakla sınırlı kalmadı. Son yirmi yıldır ülkeyi terk edenler arasında ciddi bir geri dönüş eğilimi gelişiyor.
Buna karşılık Türkiye’de son birkaç yıldır özellikle yükseköğrenimini yeni bitirenler arasında geleceğini yurt dışında arama eğilimi yayılıyor. ‘One way ticket’ ile gerçekleşen beyin göçü 24 Haziran seçimleri sonrasında daha da ivme kazandı.
Çok genel bir bakışla Türkiye’de kararan umutlar Ermenistan’da yeşeriyor.