İnsanlık, imparatorlukların yıkılmasıyla “ulus-devlet” kavramı altında toplanmayı uygun buldu. Çünkü imparatorlukların monarşik yönetim tarzının yarattığı baskı, imparatorluk yapıları altında yaşayan insanlar arasında kimlikleşmeye (milliyetçileşmeye) neden oldu. Bu kimlikleşmenin motor gücü aynı zamanda üretim temelindeki gelişmelerle de ilgiliydi tabii ki. Belirli bir kimliğin zenginleşen kesimleri yani burjuvaları, o kimliğin yoksullarını da arkalarına alarak imparatorluktan ulus-devlete geçişi sağladılar. Buradan İngiltere, Fransa, Hollanda, İtalya, Almanya gibi ulus-devletler ortaya çıktı. Bu ulus-devletler, genellikle belirli bir kimliğin ya da ulusun, dili, dini ve kültürel değerleri homojen olan toplulukları üzerinden oluşan devletlerdi.
Bize gelirsek.
Osmanlı da birçok benzerleri gibi kozmopolit bir topluluğu olan bir imparatorluktu. Avrupa’da ulus-devletçilik yani milliyetçi ideoloji yaygınlaşırken Osmanlı İmparatorluğu altında yaşayan farklı kimliklerde de bir etki yarattı. Dolayısıyla Ermeniler, Yunanlılar (Rumlar), Arnavutlar, Sırplar, Bulgarlar ve Kürtler gibi farklı kimlikler kendi ulus-devletlerini kurmaya giriştiler. Kimileri başarılı oldu ve Osmanlıdan ayrılarak kendi ulus devletlerini kurdular kimileri ise başarısız oldular ve Ermeniler gibi soykırıma, Rumlar gibi göçe, Kürtler gibi de daha büyük baskılara uğradılar.
Uzattım ama biraz da kaçınılmazdı sanırım. Osmanlıdan bir ulus-devlet çıkarmak üzere davrananlar karşılarında tek bir ulus (tek bir kimlik) bulamayınca bir çözüm yolu olarak İslam dini ve Türk kimliği üzerinden yürüdüler. Sonuçta kurulan Cumhuriyet, kurucu elitlerin, İslam ve Türk kimliği üzerinden yeni bir toplum hedefine doğru örgütlenmesiyle yol aldı. Tabii ki bu hedefin amacı, o günün hakim anlayışı çerçevesinde, İslam, (belirli bir kontrol mekanizması olan Diyanet’le) ve Türklük üzerinden toplumu homojenleştirmek, yani bir biçimde farklılıkları asimile etmekti.
Yüz yıl sonra bugünlerde daha iyi anlaşılmakta ki bu hedef gerçekleşmedi. Toplum arzulanan kimlik özellikleri üzerinden tümüyle asimile edilemedi. Bugün geldiğimiz nokta ise kuruluş sırasında, kurucuların kendilerine biçtikleri “Diyanet” perdeli dini kabul etmeyen, modernleşmeyi “Batılı” değerlere yakınlaşmak olarak algılamayan, tam aksine eski Osmanlıyı özleyen bir toplum kesimi, Cumhuriyetçi kesimlerin 90 yıllık iktidarına son vererek iktidara ele geçirdiler ve hakimiyetlerini sürdürüyorlar.
Başlangıçtan bu yana, kurucu bir kesim olmasına rağmen Kürtlerin, hep “din kardeşimiz” muhabbeti çerçevesinde el altında bulundurulup zaman içinde asimile olmaları beklendi. Ama bu da olmadı. Çeşitli zamanlarda çeşitli isyanlarla varlıklarını ve kimliklerini kurucu Cumhuriyet elitlerine hatırlatarak “eşit” bir statü talep ettiler.
Bu mücadele hala devam ediyor. Bu mücadelenin bugün aldığı biçim ise adına “Türkiyelileşme” dediğimiz yaklaşım. Kimileri bu yaklaşımı, sanki Kürt siyasi hareketini kökü dışarıda olan ama Türkiyelileşmeye çalışan bir yaklaşım olarak anlıyor. O nedenle de sıkça “Siz Türkiyelileşmeye çalışıyordunuz ama hala bunu başaramadınız” gibi yorumlar yapıyor ya da benzer içerikli sorular soruyorlar. Kimileri de Türkiyelileşme dediğiniz Kürtlerin asimile edilip Türkleştirilmesidir diye anlamayı tercih ediyor.
Ama yukarıda anlatmaya çalıştığımız çerçevede “Türkiyelileşme”, Türkiye’de yaşayan farklı etnik, kültür ve inanç kesimlerinin birliğini sağlamak ve böylelikle, herkesin eşit koşullara sahip topluluklar olarak birlikte yaşamalarını mümkün kılmak amacının adıdır.
Nitekim bu çerçeveden bakınca Türkiye’de “Türkiyelileşmiş” tek partinin HDP olduğu kendiliğinden anlaşılır. Yine kendiliğinden anlaşılması gereken bir diğer husus ise HDP dışında hiçbir partinin Türkiyeli olmadığı, yalnızca Türkiye’de yaşayan belirli kimliklerin partileri oldukları gerçeğidir.
Yazım için ayrılan yerin sonlarına geldim ama son olarak da şunları söyleyeyim. Kürtlerin “statü talep etmek” şeklindeki mücadeleleri olmasa Türkiye’de demokrasi yerine otoriter yönetimlerin olacağı çok açıktır. Nitekim her on yılda bir eğer bu ülkede demokratik talepler darbelerle karşılanmışsa bu tarihsel gerçek bize bir şey söylüyor demektir. O da şudur: Bugün bu ülkede gerçek anlamda bir özgürlük ortamının olabilmesi Kürtlerin mücadelelerine destek veren başta Türkler olmak üzere diğer ezilen kimliklerin birlikte olabilmeleriyle mümkündür.
HDP ise bu mücadelenin adıdır.