Son dönemlerde devletin mezarlara yönelik saldırıları arttı. Jandarma ve emniyet güçleri birçok yerde çatışmada yaşamını yitiren insanların, gerillaların mezarlarına yönelik saldırıda bulundu. Mezar taşlarını söktüler, kırdılar, üzerindeki adları sildiler; w, q, x harflerini söktüler. Mezarlara yönelik saldırı ve hakaretler devam ediyor.
Devlet bir ay önce Agit İpek’in kemiklerini bir kargo paketiyle ailesine gönderdi. Bu uygulama Kürt halkının ve kamuoyunun vicdanını çok incitti ve büyük tepkilere yol açtı. Kamuoyu, Kürt halkı ve Agit’in ailesi devletten cenazeye yönelik yaptığı insanlık dışı uygulamadan dolayı özür bekliyorken, devlet Agit’in cenazesine yaptıklarının akabinde mezarlara yönelik saldırıyı daha da fazlalaştırdı.
İktidarın cenazelere ve mezarlara yönelik yaklaşımı Kürt politikasının bir fragmanı gibi. Kürtlere yönelik yürüttüğü politikanın özetini cenazeler üzerinden sunuyor. Aslında kendini uygulamalarının özetini sunuyor. Ahlaki, etik değerlerin, insanlık değerlerinin, inançların, dinlerin ve felsefelerin insanlığa yönelik değerlerinin içeriği mevzubahis Kürtler olunca iktidar nazarında, devlet nazarında bu değerler yok hükmünde ve değerleri çiğnemekten bir beis görmüyor.
Devletin Kürtlerin cenazelerine yönelik muamelesi günümüzdeki saldırılarla sınırlı değil, tabii istisnai bir muamele de değil. Kürt önderlerinin, siyasetçilerinin, direnişçilerinin cenazelerine, mezarlarına yönelik saldırı, hakaret ve yok etme politikası asırlık bir politikadır. 95 yıl önce Diyarbakır Dağkapı Meydanı’nda idam edilen Şeyh Sait ve arkadaşlarının naaşlarının nereye gömüldüğünü aileleri ve Kürt halkı hâlâ öğrenmiş değil. Yine, Elazığ’da 83 yıl önce Buğday Pazarı meydanında idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşlarının naaşlarını Kürt halkı ve aileleri hâlâ soruyor, hâlâ devletten cevap bekliyorlar.
İktidara gelen her hükümet bunu bir sır olarak elinin altında tuttu. Naaşların akıbetini bir türlü açıklamadılar, yüzleşmekten hep kaçtılar, hep kaçıyorlar. Peki niye kaçıyorlar? Aynı uygulamaların önünü açık tutmak için! Yüzleşme demek, aynısını bir daha yapmamak, yapılanın utancıyla hesaplaşmak, sorumluluğunu üstlenmek demektir, Kürt halkına yönelik yapılan insanlık dışı muameleyi, cenazelere yapılan insanlık dışı uygulamaları tekrar tekrar uygulama planından ve isteminden vazgeçmedikleri için yaptıklarıyla yüzleşmiyor Türk siyaseti, siyasetçileri ve devleti.
Sömürgeciliğin ve faşizmin temel zihniyeti toplum için, halk için hassasiyet oluşturan yönlere ve değerlere saldırma, sürekli saldırı altında tutmayı kendisi için bir hakimiyet ve var olma gerekçesi olarak görüyor. Aynı zihniyet içinde hareket eden rejim ve AKP iktidarı; Kürtlerin anıları, tarihi, değerleri, toplumsal hafızasının ve ortak aidiyetinin şekillenmesinde bir rol teşkil eden insanların mezarları ve naaşları üzerinde sürekli bir saldırı hali içinde hareket etmektedir. Yapılan saldırının halkın hassasiyetlerine, moraline ve saygınlığına yönelik bir saldırı olduğu açıktır.
Rejimin ve iktidarın mezarlara ve cenazelere saldırısını es geçen ve bir tavır ortaya koymayan, eleştirmeyen, ayıplamayan biri, kim olursa olsun, hangi dine, felsefeye, ideolojiye ve kimliğe sahip olursa olsun, insanlık değerlerini savunma, sahiplenme ve bu temelde ahlâki, vicdani bir duruş ortaya koyma konusunda ciddi zaafiyet içinde demektir. Kürt halkının çocuklarının cenazeleri ve mezarları üzerinde yapılan kötülük sürdükçe, sürdürülme imkânı buldukça etkisi tüm Türkiye’ye olacaktır. Ahlâki değerlerden soyutlanmış bir insan tipine, bir toplum tipine yol açacaktır.
Devletin mezarlara ve cenazelere kötü yaklaşımının topluma sirayet etmediğini söylemek mümkün mü? Geçen hafta ölüm orucu eyleminden dolayı yaşamını kaybeden Grup Yorum üyesi sanatçı İbrahim Gökçek’in cenazesi Kayseri’de defnedilirken etrafta toplanan gruplar, “İstemiyoruz buraya gömülmesini, gömseler de söküp atarız, yakarız “ şeklinde linç girişiminde bulunmuşlardı.
Aynı şey Kürt siyasetçisi Sayın Aysel Tuğluk’un annesinin vefatında da yaşandı. 2017’de Ankara’da vefat eden Hatun Tuğluk, Ankara-Gölcük’te defnedildi ama faşistlerin saldırısı sonucu tekrar mezardan çıkarılıp Dersim’e götürülerek orada defnedildi. Muhaliflerin cenazelerine ve mezarlarına yönelik linç girişimleri ve saldırganlık halleri devletin teşviki ve zihniyetinin bir yansıması olarak ortaya çıkıyor.
Konuya yönelik özet mahiyetinde şunlar belirtilebilir:
1- Devletin mezarlara ve cenazelere saldırısı hem manevi olarak hem ahlâki ve siyasi olarak her yönüyle ağır bir saldırıdır; ağır bir hakarettir. Saldırılara karşı tavır alarak, bu konuda toplumsal bir tutumun, yurtsever bir tutumun güçlü biçimde ortaya çıkmasıyla saldırılar engellenebilir.
2 – Tüm kutsal kitaplar da, insanlığın binlerce yıllık geleneği de, çağdaş dünyamızın referansları da, yaşamını yitirenin kimliği, yaşamını yitirme biçimi ve sebebi ne olursa olsun, ölünün cenazesine ve mezarına saldırı ve hakareti insanlık dışı bir yaklaşım olarak tanımlıyor ve mahkum ediyor. Tüm bu referansların verdiği güç ve haklılıkla mezarlara ve cenazelere yönelik saldırılara karşı bir duruş sergilemek, saldırıları teşhir ve mahkum etmek temel bir insani görevdir.
3- Cenazelere ve mezarlara geniş çapta sahiplenme platformlarının gelişmesi; etkileyici kampanyaların, konferansların, çalıştayların, kitlesel buluşmaların ortaya çıkması etkili olacak kanısındayım. Mezarları ve cenazesi saldırıya maruz kalan ailelerle dayanışma içinde olmak, onları sahiplenmek her şeyden önce ahlâki ve vicdani bir sorumluluktur.
4- Görsel ve yazılı medyada konunun mutemadiyen yer almasıyla, tiyatrodan sinemaya, belgeselden filmlere ve şiirden romana kadar her alanda konunun işlenmesiyle saldırıların önüne set çekilmiş olacaktır.
5- Cenaze ve mezarlara yönelik yapılan kötülüğe karşı ulusal bir tavrın, ulusal bir tepkinin ortaya konulması gereklidir. Bu saldırılar ulusal onura dönük bir saldırı olarak ele alınıp ulusal onurun korunması refleksiyle karşılık bulmalıdır.