Yüzyıldır asimilasyon kıskancında direnen Kürtçe’nin dil bayramı bugün. Gazetemize konuşan Kürtçe için çalışma yürüten isimler, asimilasyon ve otoasimilasyonun çaresinin Kürtçe’yi hayatın her alanında kullanmak olduğuna dikkat çekti
Neğşirvan Güner/İstanbul
Kürt dil mücadelesinin sembolü olarak kabul edilen Kürtçe edebiyat dergisi Hawar’ın 15 Mayıs 1932’de Suriye’nin başkenti Şam’da Celadet Ali Bedirxan tarafından yayıma başladığı gün aynı zamanda her yıl Kürt Dil Bayramı Günü olarak kutlanıyor. Türkiye’de cumhuriyetin kurulmasından bu yana yasaklamalarla, baskıyla bugünlere gelen Kürtçe, belki de tarihte yok olmaya karşı en büyük direnişi gösteren dillerden biri.
1980’e kadar resmen yasak olmasa da, 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile resmen yasaklananan Kürtçe’yi konuşmanın, yazmanın, tiyatro yapmanın, şarkı söylemenin bedeli hapis ve ölüm olan bir dil oldu. Kürtçe konuşanlara para cezası bile verildi. Yasak, 25 Ocak 1991’e kadar da devam etti. Lakin asimilasyon politakalarının devamı gibi bu da ‘sözde’ kalkan yasak oldu.
Bu tarihten sonra da Kürtçe yayın, sanat, edebiyat yapanlar baskının bin bir türlüsü ile karşılaştı. Sırf anadillerini konuştukları için Kürtler işkenceye maruz kaldı, hapse atıldı ve öldürüldüler.
Kürtçe üzerindeki baskılar AKP döneminde de hız kesmeden sürüyor. Değişen tek şey kişiler ve iktidara gelen isimler oldu. Kürtçe Hawar’ın Türkçe karşılığı olan ‘İmdat’ sözcüğü yüz yıldır Türkiye’de anadilleri yasaklanan Kürtlerin adeta çığlığı gibi.
15 Temmuz 2016 yılındaki darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL’le birlikte Kürtçe üzerine çalışma yapan kurumlar ve yayınlara dönük baskılar 90’lı yılları aratır bir şekilde tavan yaptı. 250’den fazla öğrencisi olan Diyarbakır’daki Ferzad Kemanger Okulu kapatılarak öğrenciler anadilinde eğitim hakkından mahrum bırakıldı. Kayyum atanan belediyelere bağlı kreş ve gündüz bakımevlerinin çoğu kapatıldı.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi bünyesinde hizmet veren Zarokistan ve Kayapınar Belediyesi’ne bağlı Xalxalok kreş ve gündüz bakımevlerinde çalışan eğitmen ve idareciler sözleşmeleri feshedilerek işten çıkarıldı.
Kürtçe tiyatro yapan Diyarbakır Şehir Tiyatrosu’nun çalışanları işten çıkarıldı, Kürtçe tiyatro yapan Seyr-i Mesel Sanat Atölyesi’nin kapısına mühür vuruldu.
Kürtçe dilinin öğretilmesi ve bu dille ilgili araştırmalar yapılmasını hedefleyen KURDÎ-DER, İstanbul Kürt Enstitüsü ve Kurd-Der de bu dönemde OHAL mühründen nasibini alan kurumlar oldu.
15 Ağustos 2006’da Türkiye’de yayın yapan tek Kürtçe gazete olan ve yayın yapmaya başladığı tarihten kapatılana kadar onlarca çalışanı tutuklanan, yüzlerce soruşturmanın hedefi olan ve defalarca kez kapatılan Azadiya Welat gazetesi de OHAL KHK’si ile kapatıldı.
2018 yılından ise Sakarya’da baba oğul Kürtçe konuştukları gerekçesiyle ırkçı saldırıya uğramış, saldırıda 43 yaşındaki Kadir Sakçı yaşamını yitirirken aynı saldırıda ağır yaralanan 16 yaşındaki oğlu Burhan Sakçı hastanede tedavi altında alınmıştı.
Bütün bunlar olurken,Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde resmi kayıtlara “bilinmeyen bir dil” olarak geçen Kürtçe yaşadığımız topraklara 12 bin kilometre uzaklığındaki Japonda’da resmi seçmeli ders olarak Tokyo Yabancı Diller Araştırma Üniversitesi öğretilmeye başlandı.
Kürt Dil Ağı’ndan Sami Tan, Zana Farqînî, Kürt Araştırmaları Derneği’nden Eyyüp Subaşı, Mezopotamya Dil ve Kültür Araştırma Derneği’nden Mine Karakaş, yayın hayatına Aralık ayında başlayan Kürtçe gazete Xwebûn’den Elif Can Alkan ve Japonya’daki Tokyo Yabancı Diller Araştırma Üniversitesi öğretim görevlisi Vakkas Çolak ile 15 Mayıs Kürt Dil Bayramı vesilesiyle Kürtçe’nin durumunu konuştuk.
Cîgerxwîn, Osman Sebrî…
Hawar Dergisi’nin sürgün koşullarında Kürt ayaklanmalarının büyük oranda bastırıldığı bir dönemde yayına başladığını söyleyen Kürt Dil Ağı’ndan Sami Tan, derginin sadece Kürt dili ve kültürü için değil aynı zamanda Kürt kimliğinin gelişimi konusunda da çok önemli bir işlev gördüğünü belirtiyor. Derginin Cîgerxwîn, Qedrîcan, Osman Sebrî, Nuredîn Zaza gibi birçok önemli edebi şahsiyetin yetişmesine imkân sağladını hatırlatan Tan, “Hawar Dergisi’nin yayınlandığı dönem bütün yıkım ve katliamlara rağmen, toplumun ağırlıklı olarak kendi doğal habitatında yaşadığı, geleneksel yöntemlerle dilini iç iletişiminde kullandığı, sözlü düzeyde de olsa kültürü koruyabildiği bir ortam söz konusuydu” dedi.
‘Herkes kendini sorumlu hissetmeli’
Bugün ise çok farklı bir sürecin yaşandığına dikkat çeken Tan, “Kürtler siyasal olarak Ortadoğu’da önemli bir aktör olarak boy göstermiş durumdalar, son birkaç yılın olumsuz koşullarına rağmen hala diri bir güç olarak bölgede varlıklarını sürdürüyorlar. Ancak dil ve kültür alanında durum biraz daha farklı. Özellikle Kuzey’de Kürtler artık geleneksel yöntemlerle dillerini ve kültürlerini koruyabilecek bir konumda değiller. Artık ya çağa uygun bir dil planlaması ile bu sürece müdahale edilecek, ya da bu dil ve kültür günden güne eriyip yok olacak. Yeni süreç planlı, programlı bir çalışma, buna uygun bir dil ve kültür politikası, buna uygun yapılar ve kadrolar gerektiriyor. Kürt toplumu dilini ve kültürünü kaybettiğinde, kimliğini de yitirmiş olacak; bu da onu siyasal olarak da güçlü bir aktör olma konumundan uzaklaştıracak. Bunun için dil ve kültürel kimliğin korunup geliştirilmesi yaşamsal önemde. Dilin korunup geliştirilmesi mücadelesi toplumun her bireyini içine alacak genişlikte olmalı, her birey kendini bu konuda sorumlu hissetmeli, buna göre davranmalıdır” uyarısında bulunuyor.
‘En güzel eser dile yönelme’
Kürt dili ve kültürünün korunup geliştirilmesi amacıyla yakın zaman önce kurulan Kürt Dil ve Kültür Ağı’nın çalışmalarının devam ettiğini ifade eden Tan, sözlerini şöyle bitiriyor: “Asimilasyon politikalarına karşı yeni bir dil programı ve dil ve kültürün yaşamına imkân sağlayacak bir eğitim sistemine ihtiyaç var. Bu konuda toplumun her kesimine sorumluluk düşüyor. Her birey kendinden ve ailesinden başlayarak bu dili ve kültürün korunup geliştirilmesi için bir program oluşturmalı, bunu aynı dili ve kültürü yaşamak isteyen insanlarla ortaklaştırmalıdır. Sistemin klasik eğitim sistemine karşı toplumun yerel değerlerini ve kültürünü esas alan, doğa ile barışık bir yerel eğitim sistemine ihtiyaç var. Bu toplumun vicdanı olan aydınlar kendi üretimlerini anadillerinde yaparak, her alandaki bilgi ve birikimlerini bu dille topluma aktararak bu dilin işlevsizleştirilmesine karşı güçlü bir mücadele yürütebilirler. Bu dilde verilecek her güzel eser bu dili güçlendirdiği gibi bu eserlere ulaşmak isteyen insanların bu dile yönelmesini sağlayacaktır.”
‘Türkçe bilmeyenler dili yaşatıyor’
Baskılara, yok saymaya, inkara karşı cevap olarak Kürtçe’nin sürekli olarak diri kalmasının sebebinin Türkçe eğitim görmemiş, ya da çok fazla okumamış olanların bu dil ve kültür aktarımında ve yaşatmasında büyük bir payı olduğunu ifade eden Kürt Dil ve Kültür Ağı’dan Zana Farqînî, “Türkçe eğitim görmemiş, okur yazar olmayan, ya da en fazla ilkokula kadar okumuş olanlar günlük yaşamlarında diğerlerine nazaran Kürtçe’yi daha fazla kullanıyorlar. Elbette Kürt dili ve kültürünün köklü geçmişinden, zengin folklor ve sözlü edebiyatindan, Kürt halkının direngenliğinden bahsedebiliriz, yine annelerimiz, dengbêjlerimiz/ses sanatçılarımız, medreseler, dil duygusu güçlü olan kimselerin tutumu gibi olgular Kürtçe’nin hala diri kalmasını sağlamıştır. Ama ben tepki göreceğimi bile bile, bir etkenden daha bahsetmek istiyorum. Türkçe eğitim görmemiş, ya da çok fazla okumamış olanların da bu dil ve kültür aktarımında ve yaşatmasında büyük bir payı var. Çünkü onların ev içi dili Kürtçe olduğu gibi, yaşamları bütünüyle Kürtçe’dir, habitatları da Kürt dili ve kültürüyledir. Tabii ki dil ve kültür alanında yapılan çalışmalar, verilen mücadeleler, ret, inkar ve asimilasyona karşı direnenler, inadına Kürtçe’yi konuşanlar, yazan çizen, sanat üreten insanları, hak ve özgürlükler alanında kend dilleriyle verdikleri mücaleleri unutmadan bunları söylüyoruz.”
‘Zimanê xwe bidomînin’
Kürtçe’nin yok olmaması için konuşmanın, yazıp çizenlerin, sanat alanında üretenleri öncelikle kutlamak ve başarılar dilemek gerekir diyen Farqînî, “Zira onlar zaten kendi görev ve sorumluluklarını layıkıyle yerine getiriyorlar. Önemli olan dil duygusu zayıf olanların, aydınların, yazar çizerlerin, siyasetçilerin, Kürt siyasi parti, kurum ve kuruluşlarının bu konuda gerektiği gibi bir tutum takınmalarıdır. Kendilerine dönmeleri, ‘otoasimilasyon’a vesile olmamaları çok önemli. Dil hepimizin, hepimizin olan bir şeyi koruyup geliştirmek için de hepimize düşen görevler var. Hebûn û xwebûna xwe bi zimanê xwe bidomînin. Cejna me ya zimanê kurdî pîroz be” diyerek herkesin anadiline sahip çıkması için mücadele etmesi gerektiğine vurgu yapıyor.
‘Kürtçe için mücadele etmek..’
Kütçe gazete Xwebûn’dan Elif Can Alkan, Azadiya Welat geleneğinden bu yana Türkiye’de Kürtçe gazete çıkartmanın zorluklarının halen sürdüğünü vurguluyor. Gazetenin Türkiye’nin en karanlık yılları olan 90’larda yayın yaptığı söyleyen Alkan, “Bütün baskı ve zorluklara rağmen Kürtçe’nin gelişmesi, Kürt halkına ulaşması için canla başla ve büyük bir gururla işini yapıyordu. Ama gazete 15 Temmuz darbe girişiminden sonra KHK yoluyla kapatıldı. Azadiya Welat’in kapatılmasının Kürtler üzerinde olumsuz bir etkisi oldu. Çünkü Kürt halkı bütün alanlarda devlet tarafından yasaklanan dilinin ancak bu gazete sayesinde günlük yaşamında yaşıyordu. Azadiya Welat gazetesinde sonra çıkan iki Kürtçe gazetede kısa bir süre sonra KHK’la kapıldılar. En son olarak da dil ve kültür ağırlıklı olarak yayın yapan haftalık gazete Xwebûn yayın hayatına başladı. Tabi Xwebû’nun yayın hayatın başlaması hem bizi hem de Kürt toplumunu heyecanlandırdı. Uzun bir süreden sonra Kürtçe yayın yapan, tek amancı her yerde Kürt dilini canlandırmak ve Kürt çocuklarını bu temelde eğitmek olan bir yayın. Yıllar boyunca yasaklanan ve halen de yasakların sürdüğü bu süreçte bir dili yaşatma duygusu ve onun için mücadele etmek tarif edilemez bir duygu” dedi.
‘Kayyumlar bir ayna’
Kürtçe üzerindeki baskılar ve tahamülsüzlüklerin hiç durmadan devam ettiğini vurgulayan Alkan, iktidarın Kürtlere olan tahamülsüzlüğünün baskıları daha da artırdığı söyledi. Alkan sözlerine şöyle devam ediyor: “İktidarine Kürt illerine atadığı kayyumların Kürtçe’ye olan tahamülsüzlükleri baskının boyutunu gösteriyor. Yani yıllar boyunca süren asimilasyon politikaları halen devam etmektedir. İktidarın çıkardığı kanunlar ve sarf ettiği sözler var olan durumu daha da ağırlaştırıyor. Kürtçe konuştuğu için linç edilen ya da öldürülenler hep suçlu bulundu ve ceza aldı. Bu durum Kürtçe ve Kürtlere olan faşizan saldırıları arttırdı.”
‘Kapattılar, tekrar açtık’
Kürt alfabesini öğrenip, anadillerinde hikayeler, romanlar veya bilimsel bir yazı okumak isteyenlerin kendilerini geliştirebileceği kurumların kapatıldığına dikkat çeken Kürt Araştırmaları Derneği’nden Eyyüp Subaşı, “Fakat bu olumsuz duruma karşın tekrardan bazı il ve ilçelerde Kurdi-Der’lerin kapatılmasıyla oluşan boşluğu dolduracak yeni kurumlar açıldı. Açılan bu kurumlar ile Kürtçe’yi öğrenmek isteyenler anadillerinde buralarda devam ediyorlar” dedi.
Kürtçe kampanyası başlıyor
Koronavirüs salgını süreciyle beraber online Kürtçe derslere başladıklarını, bunun Kürtçe için yeni bir sürecin başlangıcı olduğunu söyleyen Subaşı, “Artık Kürtçe okuma-yazma veya Kürtçe’yi öğrenmek isteyenler bu kurslara katılıp Kürt alfabesini öğrenip, kendilerini geliştirebilir, Kürtçe bilmeyenler ise Kürtçe öğrenebilirler. Fakat herkes online derslere katılabilecek olanaklara sahip değil maalesef. İstanbul Kürt Enstitüsü şimdiki adıyla Kürt Araştırmaları Derneği olarak imkanlarımız çerçevesinde Kürtçelerini geliştirmek ve Kürtçe öğrenmek isteyen herkese ulaşmak istiyoruz ve bu yönde de çalışmalarımızı yürütmekteyiz” diye belirtiyor.
‘Yoğun talep bir cevap’
Mezopotamya Dil ve Kültür Araştırma Derneği’nde Mine Karakaş, salgından dolayı Kürtçe online dersler vermeye başladıkların, oluşan yoğun talebin de asimilasyon politakalarına bir cevap niteliği taşını söyledi. Karakaş, “Biz de üzerimize düşen görevi yerine getirmekten mutluluk duyuyoruz. Bir kez daha dile getirmek istiyoruz ki anadilimizi korumak ve geliştirmek için evde, sokakta hayatımızın her alanında anadilimiz ile konuşalım” dedi.
Japonya’da resmi dil!
Türkiye’de bunlar olurken geçtiğimiz yıl Japonya’daki Tokyo Yabancı Diller Araştırma Üniversitesi’nde Kürtçe resmi seçmeli ders olarak öğretilmeye başlandı. Büyük bir ilgi ile bu yıl da devam eden dersleri ve Japonların Kürtçe’ye olan ilgisini öğretim görevlisi Vakkas Çolak ile konuştuk. Çolak, Kürtçe’ye olan ilgiyi Kürtlerin IŞİD’e karşı verdiği mücadelenin tüm dünyada halen de konuşuluyor olmasına bağlıyor. Özellikle Kürt kadınlarının mücadelesi ve direnişinin bunda büyük bir etkisi olduğunu da vurguluyor.
‘Tarihi bir gelişme’
“12 bin kilometre uzaktaki bir ülkede özgürce yaşamak, öğretmek, okumak, yazmak, kitaplarını basmak, propagandasını yapmak Kürtçe için tarihi bir gelişme” olduğunu belirten Çolak, “Türkiye ile 125 yıllık bir dostluk üzerine kurulu diplomatik bağları güçlü Japonya’nın Ankara’nın baskılarını görmemesi, görmezden gelmesi önemli oldu. O açıdan aslında tarihi bir gelişme olarak görmek lazım. Japonya halkı için gurur verici bir şey bu. Dilimizi ve kültürümüzü bizlerden öğreniyor” diyor.
‘Kendi toprağımda öğrenemedim’
Çolak, sözlerini şöyle bitiriyor: “İlk derse başladığım zaman öğrencilerime şunu dedim; ‘Bu Japonya’da tarihi bir gündür ve bir ilktir. Sizler de Kürt tarihinde Japonya’da resmi olarak yasaklı bir dili öğrenen ilk öğrenciler oldunuz. Kendimden örnek vererek, anadilim olmasına rağmen böyle bir imkanın olmadı. Vatandaşı olduğumuz devlet bunu bize yasak etti. Siz burada Kürtçe’yi özgürce üniveristede öğreneceksiniz. Bu tarihi bir olaydır.’ Bu konuşma beni de öğrencilerimi de etkilemişti o zaman. Bu sene de salgından dolayı online olarak devam ediyor derslerimiz.”