Yaşamı ve mücadelesiyle adını tarihe yazdırıp mührünü basan tarihsel kişilikler vardır. Bunların başında O gelir. Ömrü boyunca özgürlük adına mücadele etmiş biri O. İktidarlar tarafından düşman ilan edilmiş, sürgünler yemiş, cezalar almış, hapisler yatmış. Pes etmemiş bir kadın.
Yaşamı ve düşünceleriyle yaşadığı dönem sonrasında da ilham kaynağı olabilmiş bir figür.
O partizan kadından söz ediyorum, O anarşist ruhtan, O aykırı yazardan, O dans sevdalısından. Emma Goldman’dan söz ediyorum. ‘Kızıl Emma’dan.
Bilenler biliyor zaten. Bilmeyenler de bilsin istedim.
Bugün Onun ölüm yıldönümü. Tam 80 yıl önce bugün (14 Mayıs 1940) hayata veda etmiş. Her yıl bu günde kızları, torunları, sevenleri ve ardılları diyelim; dünyanın birçok yerinde onu alanlarda, pistlerde dans ederek anarlardı. Korona sebebiyle bugün balkonlarda dans ederek anıyorlar.
Emma Goldman anarşizmi insanın ufkunu açan bir güç, insanlara kendi yeteneklerine güvenmeyi, herkesin eşit ve güvenlikte olacağı bir hayat uğruna mücadele etmeyi öğreten bir öğreti olarak görür. Buna göre tek birimiz bile tutsaksak hiçbirimiz özgür olamayız.
“Kadının gelişimi, bağımsızlığı, özgürlüğü kendisinden gelmelidir. İlk olarak kendisini bir seks objesi değil, bir kişilik olarak ortaya koymalıdır. İkincisi, hayatını basit, fakat zengin ve derin kılarak, kendi bedeni üzerinde başkalarının iddia ettiği tüm haklara karşı koymalı, istemediği sürece çocuk yapmamalı, her türlü erkin, devletin, kocasının, ailesinin bir kulu olmaya karşı çıkmalıdır. Bu da hayatın tüm karmaşıklığını ve özünü anlamaya çalışarak, yani kendini toplumun fikirlerinden ve yargılarından özgürleştirerek olur.” Diyordu.
Bu ve benzeri söylemler çok korkutmuş olacak ki devlet; askeriyle, polisiyle, kilisesiyle dur durak bilmeksizin hep saldırdı Emma Goldman’a.
1869’da, Litvanya’nın Kovno kasabasında başlayan bir yaşam. Sonuna kadar mücadeleyle geçer. Öyle bir yaşam sürmek için, önce hayattan korkmamak ve acıları da yaşamın sunduğu zevkler gibi kabullenmek gerekiyor. Emma Goldman, bunu başaran ender insanlardan biri.
“Dans edemeyeceksem, bu benim devrimim değildir” sözünü, bir yerlerden anımsarsınız belki. Devrimin, asık suratlı, baskıcı bir yapıya hizmet eden bir araç olduğunu reddeden bir anlayışı dile getiren bu söz, Emma Goldman’a aittir.
13 yaşındayken sürgün hayatı başlamış ve o günden sonra da sürgünlüğü hiç bitmemiş. Okulunu bırakıp çalışmak zorunda kalan Goldman, kendi sözleriyle hayatın içinde pişmeye başlamasını o günlere dayandırıyor. 13 yaşında fabrikada çalışırken, Rusya’da devrimi tetikleyen düşüncelerle tanışır ve her şeye farklı bir gözle bakmaya başlar. Özgürlüğüne düşkün bu genç kız, 15 yaşındayken babasının evlendirme isteğine karşı çıkarak ABD’ye gider. ABD, o yıllarda oldukça karışık bir dönem geçiriyordur.
Onu derinden etkileyen olay, 1886’da gerçekleşen, 1 Mayıs’ın doğmasına neden olan Haymarket Olayı oldu. Emma, Haymarket İsyanı’na ve dört anarşist gencin idamına tanık olur. Anarşizme o yıllardan sonra ilgi duyan Emma için, yaşamının yönü de tamamen değişecektir. Bir fabrika işçisiyle olan evliliğini ve işini terk ederek New York’a gidecek ve anarşistlerin önde gelen isimlerinden birisi olacaktır.
Uzun yıllar Avrupa’da sürgün hayatı yaşamasına karşın tavizsiz kişiliğiyle tanınan Goldman, hitap yeteneği ve kaleminin gücüyle diğer benzer siyasi kişiliklerden ayrıcalıklı bir yere sahip olmuştur. Yaşam biçimi ve düşünceleri arasındaki tutarlılık, onun en önemli özelliğidir. “Dans Edemeyeceksem Bu Benim Devrimim Değildir”, Emma Goldman’ı en iyi tanıtan eserlerin başında geliyor. Düşüncelerinden rahatsız olanların, onu bir canavar ya da cadı olarak gösterme çabasına karşı çıkmak, kendisini kitlelere doğru bir biçimde tanıtmak için Goldman bu kitabı basma gereği duymuş..
Militarizmin yıkıcılığına işaret edip insanları vatanseverlikten ve askerlikten soğuttuğu için, ABD ve diğer hükümetler düşüncelerini tehlikeli buluyor ve onu karalama kampanyasıyla etkisizleştirmeye çalışıyorlardı. Tahakkümün ve baskının her türüne karşı çıkan bir düşünür ve eylemciydi. Bu kitap da, onun tüm fikirlerinin ve mücadelesinin bir özeti olarak görülebilir.
Şiddete karşı oluşu da çevresinden farklı, en özgün yanlarından biridir: “Geçmişte her büyük siyasi ve toplumsal değişimin şiddeti gerektirdiğini biliyorum. Ancak onu savunma aracı olarak kullanmak ayrı, terörizmi bir ilke haline getirmek, onu kurumsallaştırmak, ona toplumsal mücadelede en hayati yeri vermek bambaşka bir şey. Böylesi bir terörizm karşı-devrimi besler ve sonuçta kendisi giderek karşı-devrim haline gelir.”
Militarizmin en yoğun olduğu 1. ve 2. dünya savaşlarına tanıklık eden bir savaş karşıtıydı. Kapitalizmin hızla yayıldığı bir dönemde mülkiyeti reddetmişti. Mücadelesi,”Kızıl Emma” adının bir efsaneye dönüşmesine ve özgürlük istenciyle birlikte anılmasına neden oldu.
1893’te işsizleri kışkırttığı gerekçesiyle tutuklandı ve 1 yıl hapis yattı. Tutuklanmasına sebep olan söylemi de bir başucu sözü oldu: “İş isteyin. Eğer iş vermezlerse, ekmek isteyin. Eğer ekmek vermezlerse, ekmeğinizi alın.”
Ardında birçok kitap ve makale bıraktı.Tavrıyla ve özellikle de kadını nesne olmaktan çıkarıp hayatın tam ortasına koyan düşünceleriyle yaşamaya devam ediyor zihinlerde.