İhsan Coşkun
Son dört aydır Çin’de ortaya çıkan koronavirüs, tüm dünyaya yayılarak, küresel anlamda ekonomik, sosyal ve siyasal gündemi belirlemektedir. Bu durum bölgede ve Türkiye’de de tüm çelişkilerin önüne geçerek toplumların birinci gündem maddesi hâline gelmiştir. İnsan sağlığı ve yaşamını ciddi şekilde tehdit etmektedir. Bunun ötesinde kapitalist üretimi doğrudan ilgilendirdiği için, özellikle egemen sistemin kabusu hâline geldiği görülmektedir.
Oysa bugüne kadar hastalık, açlık ve savaşlarda milyonlarca kişi hayatını kaybetmekteydi. Bu durum egemenlerin umurunda bile değildi. Ancak bu sefer farklı, virüs din, dil, ırk, cins ve toplumsal statüyü ayırmaksızın her kesimin yaşamına saldırmaktadır.
Özellikle yaşamdan ziyade, kapitalist ekonomiyi ve üretim sistemini işlemez hale getirmiştir. Bu durumun kurulu düzenin kabusu hâline geldiği görülmektedir.
Virüsün ortaya çıkışı ile ilgili bir dizi görüş ve düşünceler ileri sürülmektedir. Ancak kanımca virüs; kapitalizmin bencil çıkarları uğuruna yüzyıllardır üzerinde yaşadığı toprağa, suya ve doğal çevresine yaptığı hunharca saldırıların sonucu, bozulan ekolojik dengenin doğal getirisidir.
Bugün bu salgın ile mücadele uluslararası bütün kurumları (Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş milletler, ILO, Dünya Bankası, IMF ve dahası sağlık ekonomi ve güvenlikle ilgili bütün birimler) harekete geçirmiştir. Pandemi ile mücadele ederken hemen hemen her ülkenin egemenleri pandemi sürecini iktidarlarını pekiştirmenin bir aracı haline getirmeye çalışmaktan geri durmuyorlar. Fakat şurası açıktır ki, bu salgın sonrası dünyanın eski düzeni ile gitmeyeceği hemen hemen her kesimce dile getirilmektedir. Bu salgın sonrası; belirli toplumsal zihniyet kalıplarının ciddi şekilde kırılacağı kesindir. Zaten pandemi öncesi kapitalist model, hayatın her alanında büyük bir kriz içindeydi. Bunları kısaca belirtmeye çalışalım.
Doğal yaşam koşullarına yabancılaşmış, ekonomik bölüşümde dengesizlikten ve bundan kaynaklı; işsizlik, sefalet ve yoksulluk çekilmez boyutlara ulaşmıştı. Pandemi öncesi toplumun yarattığı demokratik değerlerde büyük aşınma, yok olan adalet duygusu, hat safhada olan ahlaksızlık ve vicdansızlık adeta toplumu yaşanmaz hale getirmişti.
Oysa egemenler ne yapıyorlardı? iktidarlarını pekiştirmek için, baskılar, işkenceler, kural tanımayan savaşlar da ısrar ve kitle imhalarından geri durmuyorlardı.
Dinsel inanç adı altında her türlü dogmatizm ile din hiç olmadığı kadar iktidara hizmet eder hale getirilmişti. Bu salgın sonrası en fazla bu dogmatizmin halklar tarafından sorgulanacağı kanısındayım. Salgın ortaya çıkardı ki; insanlığın bilimsel birikimi sağlığını koruma açısından çok yetersiz ve aciz kaldı. Öyle anlaşılıyor ki, bilim bugüne
kadar en fazla silah tekelleri için emek ve sermaye harcamıştır.
Egemenlerin iktidarlarını sürdürmeleri için, parasal kaynakları savaş tekellerine aktararak bilimi silah üretme teknolojisinin hizmetine sunduğu görülmüştür. Bilim iktidarların hizmetindeki bir araç haline geldiği zaman bilim olmaktan çıkar.
Bu pandemi döneminde küçük bir virüsün karşısında sağlık biliminin ne kadar çaresiz kaldığı ortaya çıkmıştır.
Kısaca toplumların içinde bulunduğu bu konjonktürden bahsettikten sonra, bugün Türkiye de virüs ile mücadele gerekçesi ile var olan siyasal ekonomik ve sosyal çelişkilerin önü kapatılmaya çalışılmaktadır. İktidar virüsle mücadeleyi kendi iktidarını uzatma ve pekiştirme aracı haline getirmektedir. Bu nedenle her türlü toplumsal dayanışmanın önünü kesmeye çalışmaktadır. Halkların arasındaki yakınlaşma ve ortaklaşmanın önüne geçmektedir.
HDP’nin belediyelerine pandemi döneminde dahi hukuksuz bir şekilde kayyım atamaları devam etmiştir. Muhalefet belediyelerinin yapmaya çalıştıkları yardımların önü kesilmektedir. AKP ve MHP iktidarı kendileri dışındaki her türlü toplumsal dayanışmayı bir tehlike görerek engellemeye çalışmakta ve beka meselesi haline getirmektedir. Oysa ülkenin bütün zenginliklerini ve vergilerle elde ettiği kaynakların cüzi bir miktarını dahi halka dağıtırken sadaka kültürü ile halkı biat etmeye zorlamaktadır, dahası toplumu açlık ile terbiye etmek ve bu şekilde teslim almaya çalışmaktadır.
Giderek demokratik sınırları daraltma, hiç olmadığı kadar kontrole alınmış medya ve devletin örgütlü gücü ile muhalefet eden kesimleri bastırmaya çalışmaktadır. Son dönemlerde Türkiye’deki karanlık paramiliter güçler ile muhalefetin temsilcilerinin tehdit edildiği görülmektedir.
Kısaca bu genel değerlendirmeler yapıldıktan sonra, biz ne yapmalıyız sorusu akıllara geliyor. Bu pandemi döneminde sistem kendisini yeniden üreterek, toplumsal kontrolü sağlamaya çalışmaktadır. Milliyetçi, faşist ve tekçi iktidarını pekiştirmeye çalışmaktadır. Bizler de sistemin bütün çelişkilerini çirkinliklerini, hukuksuzluğunu, eşitsizliğini ve ahlaksızlığını açığa çıkarmalıyız. Hakikatin politikasını ortaya koymalıyız.
İktidar sanal mutluluk algısı ile, toplumsal kesimler üzerinde sahte beklentiler yaratmaktadır. Bizler ise halkların yaşadığı açlık, işsizlik, eşitsizlik ve sefalet gerçeğini teşhir etmeliyiz. Yani hakikatin ve gerçeğin politikasını yapmalıyız. İktidarın yalanlarla dolu gerçeklikle alakası olmayan, sanal bir gelecek vaadi ile halkları kandırmasına ve zihinleri teslim almasına izin vermemeliyiz.
Bugüne kadar en değme faşist iktidarlar inanç dogmatizmi ve hurafeler ile toplumları yönetmeyi maalesef başarmışlardır. Koronavirüs salgını hurafelerin ve inanç dogmatizminin ne kadar yetersiz olduğunu açığa çıkarmıştır. Bu nedenle ahlak, vicdan ve adalete dayalı inanç özgürlüğünü savunarak toplumsallığın ve hakikatin ortaya çıkmasına çaba göstermeliyiz.
Hani deniliyor ya “yüz otuz bin diyanet ordusu 1 doktor kadar olamıyor” bu gerçeklikten hareket ederek devletin kontrolündeki cinsiyetçi dogmalarla kuşatılmış Diyanet’in toplum üzerindeki kontrolünü teşhir etmeliyiz.
Pandemi dönemi bizlere özgür bilimin ne kadar önemli olduğunu kavratmıştır. Türkiye’de bir bilim kurulunun oluşması önemlidir. Ancak bilim kurulu iktidarın zulmüne, haksızlığına, hukuksuzluğuna zemin olmamalıdır. O nedenle bilimin özgür ve özerkliğini savunmalıyız. Ayrıca silah sanayi ve savunma bütçesi adı altında savaşa ayrılan devasa bütçenin insana hizmet etmeyeceği, bu sektöre ayrılan trilyonlarca doların insanlığa mutlu bir gelecek vaat edemeyeceğini dile getirmeliyiz.
Bu sebeplerle bilim, iktidar tekelinden kurtarılıp insanlığın beslenme, barınma ve sağlık ihtiyaçlarına hizmet edecek ve doğal değerlerini koruyacak bir alan haline getirilmelidir. Pandemi dönemi ve sonrasında toplumsal zenginliğin bütün kesimlere eşit bölüşümünün sağlanması, ahlaklı bir insan olmanın gerekliliğinin politikası işlenmelidir.
Devlet tarafında yoksul kesimlere yapılan yardımlar bir sadaka değil sosyal devletin görevi ve zorunluluğudur. Her adil ve ahlaklı devlet tüm yurttaşlarının sosyal, ekonomik, eğitim, sağlık, barınma ve beslenmelerini temin etmek zorundadır; bu devletin asli görevidir. İktidarın sadaka ve biat kültürü teşhir edilmelidir. Pandeminin bu sıkıntılı döneminde bile AKP-MHP bloğu toplumu kutuplaştırmakta ve savaşta halen ısrar etmektedir. Bu haksız ve gereksiz savaşı topluma dayatarak halklarınızın aşını, işini Suriye, Irak ve Libya’da silah ve bomba olarak heba etmektedir. Bu nedenle savaş politikasının ekonomik kayıpları, savaşın toplumun bütün değerlerini ve dokularını çürüttüğünü, savaşın ne insanlık ile ne din ile ve ne ahlak ile bağının olmadığının politikasını derinliğine topluma yedirmeliyiz.
Şurası bir gerçektir ki pandemi sonrası (şayet insanlık yeni bir felaketle karşılaşmazsa!) sistemin böyle devam edemeyeceği kesindir. Mesele insanlığı özgür, eşit, demokratik ve ekolojik bir toplumsal sistemle buluşturma mücadelesinde ısrarcı olmaktır.