“Ne toprağı sürmeyi bilirsin,
Ne de ekmeyi,
Anca yemeyi bilirsin,
Gençsin, ama ömründe tek ağaç dikmemişsin…”
Askerin Babası filminde bir sahnede, askerin biri tankla bir üzüm bahçesini ezip geçerken önüne dikilen başrol oyuncusunun repliği.
Tarihsel süreçte doğal toplumda üretici olan insan, bugün bırakalım şehirleri artık köylerde dâhi toprağı bilmeyen, onunla halleşmeyen, yabancılaşan bir insanlık ile karşı karşıyayız. Doğrusu doğal toplumda, toprağın bir ruha sahip olduğunu ve canlı olduğunu kabul eden animist düşüncenin yarattığı yaşam tarzına sırtımızı dönüp, bugün vardığımız sonucun bu olması kaçınılmazdı. Zira 2. doğa denen insan kapitalist modernite tarafından yaratılan bireye her şey sensin deyip 1. doğa üzerine yarattığı tahakküm, bugün sadece doğayı fethedilecek bir olgu olarak görmesi artık bir zihniyeti yaratmış oldu.
Hobbes, sözleşmeci bir düşünür olduğu çokça bilinir ve kapitalist moderniteye çokça meşruiyet sağlayacak kavramlar bırakmış biri olarak söylediği, “Birey bencildir, birey doğayla savaş halindedir’’ deyimi bile aslında istenen bireyi özetliyor. Üretecekse benim için üretsin ve haliyle çokça tüketmesi de gerekiyordu. Çünkü tükettikçe var oluyor, önce doğayı tüketti ki bugün devasa bir ekolojik krizle karşı karşıyayız, sonrasında toplum ve kaçınılmaz son bireyin tükenişi. Zira çokça tüketilen depresyon ilaçlarından, çokça okunan kişisel gelişim kitaplarından ve bugün adeta bir sektör haline gelmiş gelişim koçları diye mesleğin ortaya çıkışı bile yaratılan bireyin çaresizliğini göstermektedir.
Ve bugün yaşanan bir salgın, afet, deprem durumunda kentlere sıkışan insan yaşamının güven vermediğinin farkında ve can havliyle köylerde soluğu almakta. Bu durum sadece korkunun yarattığı bir şey mi yoksa gerçekten bir öze dönüşe evrilecek mi zaman gösterir. Bu noktada bazı cevap olabilecek dile pelesenk olmuş bir cümle ‘’hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.’’ Fakat nasıl olacak ve bunun için ne yapılmalı? Zira bu ne ilkokulda pamukla yetiştirilen fasülyeye benziyor, ne de alışveriş merkezlerinde bulabildiğimiz organik sebzeleri almaya benziyor.
Özetle istenen bir zihniyet dönüşümü yaratması ve bununla yeni yaşamın temellerini atması gerekiyor. Haliyle bu durumda önümüzde duran ödev, kapitalist modernitenin yarattığı alışkanlıklarımızdan, fethedici mantığımızdan, kısacası tüketen zihniyetimizden vazgeçmemiz gerektiği ortadadır.
Murray Bookchin, bu noktada ne insan merkezli zihniyet, ne de dirim merkezciliğe dayanan bir reddediş ile insan ve doğanın birlikteliğini savunan, 3. doğa yani özgür doğa diye kavramsallaştırdığı doğayla, barışıp yeni bir yaşamın temelini atmamız gerekmez mi?
En azından şunu yapmamız gerekir, sanırım bir ağacın dibinde her şeye rağmen bizden sakınmadığı gölgelikte oturup ya da gökyüzüne bakıp o bizden esirgemediği güneşe şunu söylememiz gerekir; “Nerde kalmıştık?”