Kimi halkların tarihinde önemli bazı vakitler vardır ki, varlık yokluk sorununun iç içe geçtiği, karmaşıklaştığı zamanlardır. O vakitler aynı zamanda risk ve fırsatların da fazlaca iç içelik kazandığı kaotik durumlar olmaktadır. Bu zamanlar siyasetinde oldukça zorluklar barındırdığı; değişkenliklerin fazlalığı, ilişkilerin çıkar eksenli oluşu tutum almayı güçleştirir.
Kürt halkı açısında bu durum 1. Dünya Savaşı sonrası yaşanmış, temsilci olması gerekenler doğru ve yeterli duruş geliştiremediler; Lozan Anlaşması’yla ülke dört parçaya bölündü, her parça ret ve inkar temelinde farklı ulus-devletler bünyesine alındı ve özümseme süreci başlatıldı.
1970’lere gelindiğinde Kürt varlığı “Kürtler var mıdır, yok mudur” tartışma konusu oldu. Kürt’ün asıl trajedisi varlık, yokluk tartışması düzeyine getirilmiş olmasıdır. Bundan daha dramatik bir sonuç olamaz. Kürt varlığı acil müdahale bekleyen hasta, ama acile bile alınmayan, ölüme terk edilmesidir.
Lozan öncesi Kürt halkı açısından çok tarihi bir andır. O an içte ve dışta yeterlilik arz eden siyaset yapılabilseydi, Kürt varlığı özgürlüğe doğru akacaktı. Yapılmadığı içindir ki, köklü bir kırılma yaşandı; Kürt varlığının akışı yokluğa, hiçliğe doğru oldu ve yabancı varlıklar içinde asimilasyon, erime sürecine girildi.
Kürt’ün eksik ve yetmezliği neydi ki, özgürlüğe değil, yokluğa aktı? Yetersizliğin en başında iç yapıda yaşanan çok parçalı ve dağınıklık olmuştur. Hal böyle olunca Kürt kendisi için asker olmak yerine başkasının askeri olmuştur.
Halbuki Birinci Dünya Savaşı sonuçlanmış, savaşta yer alan ister bölgesel güçler isterse emperyalist güçler olsun, savaşta büyük güç kayıpları yaşamışlar ve oldukça güçsüzleşmişlerdir. Kürtler parçalı değil-çok büyük örgütlülük de gerekmezdi-belli düzeyde güçlerini birleştirip siyaset yapma kudretini göstermiş olsalardı; başarmaları için bir neden kalmayacaktı. O zaman da özgürlük arayışında olanlar vardı. Ancak çok parçalı duruş, birliği gerçekleştirmenin önüne en büyük engel olarak dikildi.
Koşullar hayli farklılık gösterse de yeni ve tarihi bir dönemeç yaşanıyor. Yani çatallaşma zamanı. Yol ayrımından geçiliyor. 3. Dünya Savaşı yaşanıyor. Ortadoğu yeniden kuruluyor.
Soru şudur: Kürtlerle mi, Kürtler yok sayılarak mı kurulacak Ortadoğu? Bu soruların cevabını Kürtler verecektir. En başta da cevabı verecek olanlar her parçadaki Kürt partileridir. Cevap da tektir. Kürt ulusal birliğini gerçekleştirmede üstlenecek misyon ve roldür. Birliğe gelmeme hali yurtsever olmama anlamındadır. Tarih karşısında suçlu durumuna düşmektir, düşkün olmaktır. Düşkünlük lanetliktir. Başta partiler olmak üzere her Kürt bireyin lanetlenmeyi reddetme, kabul etmeme doğru tutumdur. Aksi istendiği kadar gerekçe üretilsin; birliğin gerçekleşmesinin önünde bariyer kurma ve düşkünlüğe davet olarak değerlendirilecek ve ret edilecektir. Zamanın ruhu bunu gerektiriyor. Yeni Ortadoğu Kürtsüz olmaz. Onun yolu da içte birliği sağlama ve elli milyon Kürt adına siyaset ve diplomasi yapmaktan geçer. Yani Kürt toplumsal yapısının iç bünyesini-farklılıkları içerecek şekilde- yeniden inşa etmek, demokrasi ve özgürlük temelinde mobilize olmaktır. Bunun önüne geçirilecek hiçbir gerekçe yoktur, olamaz da. Mazeret ileri sürülebilir ama kabul etmeyip ret etmek en meşru haldir.
Öcalan, 21 yılık esaretinde ilk kez kardeşiyle 20-25 dakikalık görüşme yaptı. Neredeyse görüşmenin tümünü ulusal birlik üzerinde kurdu. İlgili çevrelere ve Kürtlere birlik çağrısı yaptı, görev ve sorumluluklarını yeniden hatırlattı. Birlik dışında söyleyecekleri vardı kuşkusuz. Zamanın çok kısıtlılığı açık. 20-25 dakika nedir ki, hemen gelip geçer. En önemli ve aciliyet arz eden birliktir. Onun üzerinde durdu. Bunun iyi anlaşılması elzemdir. Gereği aksatılmadan yapılmayı zorunlu kılmaktadır. Mazeret kabul etmeyen tarihi zamanlar yaşanıyor. Yeniden yüz yıl önceki sonucu yaşamamak için ve yurtsever olmanın en temel şartı birliktir.
Yine Öcalan “küçük olsun, benim olsun” yaklaşımının tehlikelerine dikkat çekiyor. Bu yaklaşım birliğin önünde duran en tehlikeli haldir. Özellikle de ağırlıklı Güneyli kimi yapılarda görülen sosyal hastalık gibidir. “İyi kötü bir statü var, o bize yeter, birlikten yana tavır alırsak ilişkide olduğumuz bazı sömürgeciler tavır alır, kaybederiz” deyip işbirlikçilik yapmak onları da kurtarmaz. Tarihimizde bu tutumun sayısız örneği yaşanmıştır. İşbirlikçilik yapanlar, işleri bittikten sonra acımasız bastırıldılar. Dersimli Rayber bunun en tipik örneğidir. Alişer ve Zarife’nin başını Alpdoğan Paşa’ya sundu ama kelleyi kurtaramadı.
Öcalan buna da dikkat çekiyor ve “kiminiz sabah kahvaltısı, kiminiz öğlen, kiminiz de akşam yemeği olursunuz” diyor. Can alıcı ve özlü vurgulardır. Hemen her şey hazır. Tek kalan ulusal birliktir. Onu gerçekleştirmek tarihe verilecek en özlü ve doğru cevaptır.