ABD Başkanı Trump patavatsız üslubuyla Corona-Pandemisine Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) sebep olduğunu iddia ederek, dünya kamuoyunun dikkatini ÇHC’ne çekmeye çalışıyor. Bu, kanımızca fazlaca spekülatif iddia Trump’ın asıl motivasyonunu gizlemeye yarıyor. Çünkü ABD emperyalizminin ÇHC konusunda – virüsten tamamen bağımsız olarak – uzun vadeli bir ajandası var. Pandemi bu konuda bir fırsat olarak kullanılacağa benziyor. O açıdan Trump’ın çıkardığı patırtının arka planına bakmak, aydınlatıcı olacak.
ABD emperyalizminin ÇHC’ne yönelik politikaları oldum olası muğlak bir görünüm sergilemekte, ama her zaman ÇHC’ni ABD’nin hakimiyeti altındaki emperyalist-kapitalist dünya düzeninin boyunduruğu altına sokma, en azından küresel kapitalizme bağlama hedefini gütmekteydi. Bu hedef sabit bir sütun olarak her ABD başkanının politikalarını belirlemiştir. Örneğin Obama yönetimi 2011’de “Asya’ya açılma” kararını alarak ve bizzat Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından “Amerika’nın Pasifik Yüzyılı” ilân edilerek ÇHC açık hedef hâline getirilmişti. ABD o dönemde, donanmasının üçte ikisini 2020’ye kadar Pasifik’te konumlandıracağını açıklıyor ve ÇHC’ne karşı “sınırlama ile bağımlı kılma” stratejisini uyguluyordu.
Yönelim açısından bakıldığında Trump yönetiminin Obama çizgisini devam ettirdiği söylenebilir. Ancak Trump bu noktada Nixon’un 1971’de geliştirdiği stratejiyi farklı biçimde uygulamaya çalışıyor. ABD Nixon döneminde elindeki olanaklarla aynı anda hem Sovyetler Birliği’ne hem de ÇHC’ne karşı adım atamayacağı gerçeğinden hareketle, ÇHC ile yakınlaşmıştı. Bu politika SSCB’nin silahlanma yarışıyla nefesi tüketilene dek Reagan tarafından devam ettirilmişti.
Trump ise tersinden Rusya Federasyonu ile olan ihtilaflı durumu dondurdu – veya Avrupalı müttefiklerine delege etti de diyebiliriz – ve ÇHC’ni hedefine koydu. NATO üyesi ülkelerin silahlanma bütçelerini yurtiçi GSMH’nin yüzde ikisine yükseltme ve ABD’nin “koruma kalkanı” altındaki güvenlik tüketicileri yerine, “güvenlik üreticisi” olmaları konusundaki ısrarlı talepler, tarihsel bir zayıflama sürecinde olan hegemon ABD’nin tüm kaynaklarını ÇHC’ne karşı kullanmak istemesiyle bağlantılıdır. Trump’ın NATO’daki müttefiklerine dayattığı iş ve yük bölümü bu zorunluluğun bir sonucudur.
ABD açısından ÇHC kontrol altına alınması gereken bir meydan okumadır, çünkü Pekin pozisyonlarını kararlı biçimde savunmaktadır. ÇHC yönetimi bir tarafta dünya düzeninin kurumsallaşmış biçimleri içerisinde aktif angajmanını sürdürürken, diğer taraftan da ABD öncülüğünü ve Batılı yaklaşımları tümden reddetmektedir. Bu ise ABD yönetimi ve egemen sınıfları arasında “Çin’in güçlenmesi ABD’nin zayıflamasına neden olacağından, bu, eldeki tüm olanaklarla hemen engellenmelidir” seslerinin yükselmesine neden olmaktadır.
Ancak ÇHC’ni ABD’nin hakimiyeti altındaki dünya düzeninin boyunduruğu altına sokmaya çalışmak, sonuçlarını tahmin edebilmek için bakabileceğimiz tarihsel bir örneği olmadığından, son derece zor bir girişimdir. Nihâyetinde bu girişim, 1945 sonrasında ABD’nin Batı Almanya, Japonya ve Güney Kore’yi küresel kapitalizme dahil etme başarısından çok daha devasa bir adım olacaktır. Kaldı ki, 1945 sonrasının koşullarından bugün söz etmek olanaksızdır.
Günümüzün iktisadî, malî, siyasî ve askeri koşullarının bu bağlamda ne anlama geldiğini haftaya bu köşede irdelemeye devam edelim…