Bu mevsim, tarım işçileri için endişeli başladı. Yılmaz Güney, Endişe filminde onları anlatır… Yıl 1974… Kürtler… Derme çatma çadırlarda kalırlar, kamyon kasalarında yol alırlar… Yıl 2020… Durum aynı…
Hüseyin Kalkan/İstanbul
Yılmaz Güney, Endişe filminde onları anlatır. Mevsimlik tarım işçilerini. “Endişe”nin insanları Urfalıdır, kamyon kasasında Adana’ya doğru yol alırken aralarında Kürtçe konuşular. Film boyunca kan davalarına, aşklarına ve nasıl sömürüldüklerine tanık oluruz. Derme çatma çadırlarda kalırlar ve içme suyu ancak tankerlere getirilirse vardır. Yılmaz Güney bu filmi 1974 yılında çekti, aradan 46 yıl geçti, geçenlerde bir haber için konuştuğum aynı bölgede çalışan bir işçi barınma koşullarını anlatırken sanki Endişe’nin çekildiği o yılları anlatıyor gibi idi. Aynı derme çatma çadır, suyu taşıyan aynı tankerler. Yaşama dair aynı endişeler.
Endişe, kan davası görüntüleriyle açılır. Kürt insanını yıllardır kemiren bu olgu sarsıcı bir biçimde getirilir perdeye. Cehver, öldürme sırası kendilerinde olan kanlılarına, öldürmeleri için çocuğunu gönderir. Bu çarpıcı giriş, kan davasının dehşetli mantığını sergiler. Oyuncuların saç tıraşından, çocukların ve kadınların giysisine kadar her şey Kürt folkloru kokar.
Filmde eti kemiği ile adeta seyircinin gözüne batan Kürtlerin, kimlikleri yoktur. Ulusal kimliklerinden dolayı karşılaştıkları bir baskı da yoktur. Vurgu sınıfsal çıkarlara ve çelişkilere yapılır. ‘Endişe’ için “Endişe’de esas olarak Adana’ya pamuk toplamaya gelen yoksul Kürt köylülerini anlatmak için yola çıktım. Oyuncularım tamamen Kürtlerden oluşuyordu” diyen Yılmaz Güney, bu filmin çekimleri sırasında hapse girdiği için film planladığı gibi çekilmedi. Güney’in itiraz noktası Kürt kimliğinin yeterince vurgulanmamasıdır. Senaryonun kaba hatlarıyla kendisine ait olduğunu söyleyen sanatçı, isminin senarist olarak film afişine yazılmasının Güney Film’de ortağı olan kişinin ticari kaygılarından kaynaklandığını belirtir.
Endişe, birkaç bakımdan Türkiye’de bir ilk olarak tasarlanmıştı, Kürt mevsimlik tarım işçilerinin kapitalizmin çarkları arasında ezilmesini anlatacaktır. Güney, cezaevine girince Film’de Yılmaz’ın Güney filmdeki ortakları tarafından sansüre uğrar, Endişe yine de büyük bir filmdir, ama bir parça sakatlanmış olarak.
Ve Yaşar Kemal. Mezopotamya ve Anadolu kadar bir yazar. Van’dan Çukurova’ya, Çukurova’dan dünyaya uzanır.
Dağın Öte Yüzü adlı üçlemesi de Mevsimlik tarım işçilerine dairdir. Bu defa kahramanlar Yoksul Türkmen köylüleridir. Ortadirek, Yer Demir Gök Bakır, Ölmez Otu. Tabi ki o Yaşar Kemal’in eseri İnce Mehmet de Çukurova’dır, yoksul insanlardır, mevsimlik tarım işçileridir. Ve Abdi ağalara isyan eden Mehmetlerdir.
Ortadirek’te Yalak köylülerinin Toros dağlarını aşarak Çukurova’ya yaptıkları göç hikâye edilir, Yalaklıların toprağı çok az ve verimsizdir, bu yüzden Adana’ya gitmek zorundadırlar. Adana, tarıma makinanın girdiği ilk bölgelerden biridir. Osmanlı’nın son dönemlerinden bu yana Adana’da makinalı tarım yapılır. Teknoloji gelişti, sulama ve gübreleme imkanları artı. Tek bir şey değişmedi, mevsimlik tarım işçilerinin yaşam ve çalışma koşulları.
Ve sevgili Orhan Kemal, ortaokul ve lise yıllarımın sevgili yazarı; Vukuat Var, Hanımın Çiftliği, Kaçak üçlemesinde baş figürleri, toprak ağaları, yarıcılar ve mevsimlik tarım işçileridir. Tabi sonra bunlar dizi yapıldı, Hollywood tip yaşamlar izletildi seyirciye o başka.
İşte edebiyat dehası Yaşar Kemal’in, sinema dehası Yılmaz Güney’in, bir mevsimlik işçi kadar emekçi olan Orhan Kemal’in insanları, o mevsimsiz insanlar şimdi dardalar. Bazı şehirlere gidemiyorlar. Ya da gitmek için uzun bir prosedür yerine getirmek zorundalar. Artık mevsimlik işlerde, karın tokluğuna çalışmak bile zordur. Çalışma mevsimi gelmiştir, sanki gelmemiş gibi. Elbette sinemada ve edebiyatta mevsimlik işçilere dair çekilenler ve yazılanlar bunlardan ibaret değil, yalnız bu üç ustanın yapıtları en çarpıcılarıdır.
Genelge var, icraat yok
Rize, bazı üreticilere bile kapatıldığı için, doğal olarak mevsimlik işçilere de kapatılmış. Yetkililerin açıkladığına göre 100 bin küçük çay üreticisi Rize’ye giremiyor.
Bu çayın fiyatı ile oynamak için bir oyun mu, yoksa hükümet Rize’de salgının yeniden patlamasından mı korkmaktadır? Bu belirsizliğini koruyor, bu durumun AKP’ye puan kaybettirdiği bir gerçek.
Her yıl bir grup işçi çay toplamak için Hizan’dan Rize’ye gitmektedir. Bunlardan biri de Mustafa Okuyan. Bu yıl yola çıkmadan önce her ihtimale karşı Rize’ye telefon eder. Okuyan, Rize’deki bahçe sahipleriyle telefon ile görüştüğünü, bahçe sahibinin gelmelerini istemediğini anlatıyor. Okuyan, “Biz her yıl çay toplamak için Rize’ye giderdik, aşağı-yukarı 15-20 gün çalışırdık. Bu yıl yine gitmeye hazırlandık ama olmadı. Bu hastalık yüzünden gitmemiz mümkün olmadı” diyor.
Bugünlerde çalışacakları kentlere gitmiş olan mevsimlik işçi grupları da var. Bazıları çalışmaya başlamış, bazıları beklemede. Beklemede olmalarının bir nedeni 14 günlük karantina, başka bir nedeni ise iş bulamamak. Bu yıl gidenlerin bazı ekstra zorluklarla karşılıyor. Bu zorlukların başında ailece çalışmaya giden işçilerin 14 gün karantinada kalma zorunluluğu. Bir de buna akıl almaz gerekçelerle ırkçılık yapan yöneticilerin tutumun eklemek gerek, Tire Ziraat Odası Başkanı Halil İbişoğlu’nun çekirge salgınını Kürt işçilere bağlaması gibi.
Uzun ve bıktırıcı prosedür
Bu yıl eklenen zorluklardan biri uzun bir prosedür gerekliliği; ilk önce ilçe veya il tarım müdürlüklerinde sevk izni almak zorunluluğu var, daha sonra aile hekimden muayene olma ve rapor alma sorunu var. Hedef ilde veya ilçede tekrara muayene veya karantina zorunluluğu var.
Bugünlerde bu uzun prosedürü aşıp Yozgat’a varmış Urfa’nın Suruç ilçesinde binlerce işçi var. Pancar çapalama ve sökme işinde çalışacaklar ve bu birkaç ay sürecek. Soyadını vermek istemeyen Mustafa isimli bir işçi Yozgat’taki çalışma ve barınma koşullarının geçtiğimiz yıllara göre hiç değişmediğini söylüyor. “Şimdi bulunduğumuz köyde 60 çadır var. Yani 60 aile. Bunlar kendi imkanlarıyla çadır kurup kalıyorlar, ya da tahta barakalar yapıp içinde kalıyorlar. Bir yağmur yağdığında her taraf çamur deryasına dönüyor. Güzel çadırlar kurulsa, öyle çadırlar var, bölmeli olanlar, güzel banyo tuvaleti olsa iyi olmaz mı? Çadırlar kurulsa, çadırlara elektrik verilse, bir ellilik trafo kurulsa bu zorluklar ortada kalksa iyi olmaz mı?”
Mustafa’nın ailesi 10 kişiymiş, diyor ki, “Aile on kişi, iş yok, arazi yok; nereye gidelim, mevsimlik işçilikten başka bir çare yok, 6-7 ay burada çalışacağız” diyor. Mustafa bazı çadırlarda 10 kişiden fazla nüfusun kaldığını, bu durumda fiziki mesafeyi uygulamalarının mümkün olmadığını söylüyor. Genelge var ama, geçtiğimiz yıllardan farklı bir uygulama yok. Devlet mevsimlik işçileri salgından korumak için hiçbir tedbir almamış. Mevsimlik işçiler için hiçbir şey yapmamış. İşçilerin daha iyi barınma, hijyen koşullarını sağlayacak tedbirleri alacak maddi gücü yok. İşveren ise ürünü daha az bir masrafa mal etmek için elinden geleni yapıyor. Bu durumda yayınlanan genelgeler, sadece bir şeyler yapıyormuş algısını oluşturmaktan başka bir işe yaramıyor.
‘Virüs mü yoksulluk mu?’
AB Türkiye Delegasyonu’nun bir kurumu olan Kalkınma Ajansı, bu yıl salgın dolayısı ile mevsimlik işçilerle ilgili “Virüs mü yoksulluk mu” başlıklı hızlı bir rapor hazırladı. Raporun verilerine göre işçilerin iş ilişkilerinde üç durum yaşanıyor. Birincisi henüz çalışacakları kentlere gitmemiş olanlar. Bunlar durumun belirsizliğinden dolayı hareket edememektedirler. Rapora göre bunlar mevsimlik tarım işçilerinin büyük bölümün bunları oluşturmaktadır. İkincisi çalışacağı kente gittiği halde çalışmaya başlamayanlar. Üçüncüsü kesim ise çalışmaya başlamış olanlar.
Araştırmaya göre mevsimlik işçilerin bir bölümünün salgın konusunda yeterli bilgisi yok ve nasıl tedbirler alınacağını bilmemekte. Özellikle bazı aracılar durumun farkındalar, ama ne işçinin, ne de üreticinin tek başına hijyen koşulları ve fizik mesafeyi koruyacak tedbir almaları mümkün. Bunun için bakanlığın desteği gerekiyor. Raporun uzun bir alınacak tedbirler listesi var. Ama zaten daha önce gazetemizin sorularını yanıtlayan Kalkınma Ajansı’nda Ertan Karabıyık, salgına karşı tedbir almak için finansal desteğin gerekli olduğunu söylemişti. ( https://yeniyasamgazetesi6.com/kurt-tarim-iscisi-salgin-yoksulluk-kiskacinda/ )
Tarım işçisi çocuklar
Kalkınma Ajansı’nın raporunda çocuk işçiliği ile ilgili önemli tespitler var. Rapora göre götürü işte çocuklar, çalışabilecekleri en küçük yaşa kadar çalıştırılmaktadırlar. Yevmiyeye dayanan işlerde raporun belirtiğinin tersine, (kendi kişisel gözlemlerime dayanarak yazıyorum.) çocuklar yevmiyesiz çalıştırılmaktadır/çalışmaktadır. En basitinde çocuk, çalışanlar için içme suyu taşımaktadır. Ailesinin bireylerine yardım etmektedir ve bunun için ona bir ödeme yapılmamaktadır. Bu bir çocuk çalıştırılsın, ama ödeme de yapısın talebi değil. Sadece reel durum tespitidir. Ailesi ile birlikte seyahat eden çocuk her durumda çalışmak zorundadır. Sadece beşikte olanlar belki çalışmaktan kurtulmaktadır. Aslında yaz güneşi altında, hijyen koşullarından uzak bebekler de tarım işçisi olan anne ve babalarının kaderin paylaşmaktadırlar. Bu çocukların işçiliği kundakta başlamaktadır diyebiliriz.
Kalkınma Ajansı’nın tespitleri ise şöyle: “Geçmiş yıllarda bitkisel üretimde çocuk işçiliğine dair araştırmalardan bir öngörüde bulunmak mümkündür. Seyahat sürecine katılabilen ve çocuklarını da bu sürece dahil eden aileler bitkisel üretimde özellikle götürü/kabala ücretlendirmede çalışılabilecek en küçük yaşa kadar çalıştırmaya katılmaktadır. Yevmiye ile ücretlendirmede ise tarla/bahçe sahiplerinin kabul edeceği yaş sınırından sonra çalıştırma eğilimi yüksektir. Araştırma kapsamında tespit edildiği üzere salgınla mücadele kapsamında alınacak tedbirler mevsimlik gezici tarım işçilerinin ulaşım maliyetleri oldukça yükseltecek olup, bunun nasıl karşılanacağı konusunda belirsizlikler sürmektedir. Bu koşullarda yolculuk ve diğer maliyetlerinin karşılanmasına yönelik göç sürecine katılan çocukların daha fazla çalıştırılma olasılığını artmaktadır. Ayrıca araştırma kapsamında tespit edildiği üzere bir kısım işçinin göç sürecine katılmaktan vazgeçtiği ya da katılamadığı da düşünülürse aileleriyle göç edecek çocukların çalışmaya daha fazla ekleneceği varsayılabilir.”
Bir şey yapılmıyor
Malatya, mevsimlik tarım işçilerinin yoğun olarak çalıştıkları bir kent. Tarım işçilerini bu kentte, kayısı indirirler, islim ve taşıma işi yaparlar. Kentteki çalışmalar temmuzun ilk haftasında başlar, aşağı yukarı bir ay sürer.
Malatya’daki HDP İl Örgütü mevsimlik işçilerin kentte bulunduğu zaman dilimi içinde onlarla ilişki içinde bulunur, sorunlarına çare olmaya çalışır. Bu yıl henüz kayısı mevsimi başlamadı, ama biz kente gelecek olan işçiler için herhangi bir hazırlığın olup olmadığını Malatya İl Eşbaşkanı Perihan Yücekaya’ya sorduk. Geçtiğimiz yıllarda özellikle kadın tarım işçilerinin sorunlarını dinleyen ve çözmeye çalışan Yücekaya, en büyük sorunun banyo ve tuvaletin bulunmaması olduğunu söylüyor: “İçme suyu sınırlı, banyo ve tuvaletin olmaması en çok kadın ve çocukları etkiliyor. Kimi zaman 10 kişilik, 15 kişilik aileler 7 metrelik çadırlarda kalıyorlar.”
“Üreticilerde bu yıl salgın nedeniyle mevsimlik işçilerin gelmeyeceği yönünde bir tedirginlik var” diyen Perihan Yücekaya, kendisinin de küçük bir çiftçi olduğunu belirterek bu durumda iki taraflı bir kaybın söz konusu olacağını söylüyor. Yücekaya: “Bazen 7 metrelik bir çadırda iki ailenin kaldığı oluyor, yani sayı onu geçiyor. Birçok çocuk ailesi ile birlikte geliyor. 8-9 yaşındakilere yevmiye veriliyor. Diğerleri güneşin altına kavruluyorlar. Bir şekilde onlar da çalışıyor. Yerde kayısı topluyorlar, çalışan aile bireylerine su taşıyorlar.”
Koronavirüs salgını nedeniyle bu yıl en azında barınma ile ilgili bazı tedbirler alınıp alınmadığın sorduğumuzda Yücekaya, şunları söylüyor: “Bir çadır en fazla 7 metre. Daha büyükleri var ancak işçilerin bunları alması mümkün değil, 7 metrelik çadırda en az 10 kişi kalıyor. Bu durumda ne çadırlar arasında mesafe ne de yataklar arasında mesafe olur. Sünger döşekleri yan yana yere atıp yatıyorlar. Tarım Bakanlığı destek verse, konteynerlerde barınmalar sağlansa belki belli düzeyde hijyen sağlanabilinir” diyor.