2019’da küresel çapta büyük kitlesel tepkilere dünya sahne oldu. Kitlesel tepkiler yılların durgunluğunu kırmış, mücadelede bir umut olarak tekrar gün yüzüne çıkmıştı. Özellikle kadınların gerçekleştirdiği ve kadınların öncülüğünde gelişen eylemliliklere katılım yüz binlerle ifade ediliyordu. Şili’deki kadın eylemliliği ‘Şili kadın devrimi’ olarak anılmaya başlanmıştı. Haksızlığa, adaletsizliğe ve doğa talanına karşı gelişen toplumsal tepkiler, sırf Amerika kıtasıyla sınırlı kalmadı. Asya’da, Avrupa’da ve Ortadoğu’da son derece kararlı düzeyde bir özgürlük arayışı ve bir direniş dalgası olarak kendini açığa vurdu.
Bu süreçte Ortadoğu’da ortaya çıkan halk direnişleri daha büyük bir anlam ifade ediyordu. Çünkü Ortadoğu’da savaşların, işgallerin, despotik ve faşizan iktidar uygulamalarının ağırlığı altında toplumlar nefes alamaz duruma getirilmiş. Bu açıdan Lübnan’da, İran’da, Irak’ta, Türkiye’de, Kürdistan’da, özellikle Rojava’da ve Rojava’ya saldırıya karşı, küresel çapta ortaya çıkan direniş ve toplumsal tepkiler kamuoyunun hafızasında, insanlık hafızasında güçlü bir düzeyde yer edinmiş; Rojava’ya yönelik saldırının güçlü ve yaygın düzeyde teşhirine yol açmıştı.
Covid-19 salgını ortaya çıkan dalganın önünü şimdilik kesmiş bulunuyor.
Covid-19 süreci bir izolasyon süreci olarak yaşamın odağına oturdu, oturtuldu. Temel gerekçe, sağlığın virüse karşı ancak böyle korunabileceği. Sistemin salık verdiği, geliştirdiği tedbir sırf fiziki bir izolasyonla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda toplumu politik olarak sınırlandırma ve toplumsal mücadeleyi önleme tedbiri olarak da kullanıma sokulmuş bulunuyor.
Geride bıraktığımız hafta, başta Türkiye olmak üzere birçok ülke 1 Mayıs için sokağa çıkan insanlara nefes aldırmadı, üç beş kişilik bir araya gelmelere dahi müdahale ettiler. Bunu yapan sistemin bunu yapan ülkelerinde her gün yüz binlerce, milyonlarca işçi ve emekçi dışarı çıkıp, çıkarılıp salgın riski altında fabrikalarda ve iş yerlerinde çalışmak zorunda kalıyor, daha doğrusu çalışmak zorunda bırakılıyor. Aynı işçi, emekçi kadın ve erkekler 1 Mayıs İşçi ve Emekçilerin Birlik ve Dayanışma Günü’nü kutlamak için sokağa çıkınca devletlerin akılları başlarından gidiyor, saldırganlaşıyorlar. Demokratik taleplerini dile getirenlere karşı yapmadıkları, yapamayacakları kötü muamele kalmıyor. Sistem fiziki izolasyonu toplumun taleplerine, tepkilerine, hak arayışına yönelik bir izolasyona dönüştürüyor.
AKP iktidarının izolasyon politikası
AKP iktidarının izolasyon politikası hayli kapsamlıdır; fiziki izolasyonun ötesine geçerek hakikati, toplumsal dayanışmayı, sözü, vicdanı, eleştiriyi, umudu, hukuku da izolasyona almıştır. Hak ve hukuk arayışını, demokratik talepleri, çoğulculuğu izole etme üzerine kurulu bir uygulamadır iktidarınki. İktidar; sırf izole etmeyle yetinmiyor, aynı zamanda istemediği kesimleri, kurumları, meslek örgütlerini hedefe koyup ezmek, ezdirtmek istiyor. Kadınları, yine çeşitli sosyal, kültürel ve farklı aidiyete sahip olan kesimleri dini, Diyanet’i ve din kurumlarını araçsallaştırarak hedefliyor. İktidar; izolasyonu ayrıntılandırmaya, derinleştirmeye, belli hedefler üzerinde somutlaştırmaya odaklı bir uygulama icra ediyor. İnsanın varoluşsal gerçeği olan kendi içindeki dayanışma ruhunu ve bilincini izole ederek her şeyi kendinde merkezileştirerek kendisi ve kendisinin onayı dışındaki tüm toplumsal, sosyal ve siyasal dinamiklerin birbiriyle bağını, dayanışmasını ve ortak mücadele zeminini izole etmeye endeksli bir politika yürütüyor.
Diktatörlük, despotizm kendisini iki temel özellik üzerinde inşa ediyor. Bunlardan bir tanesi; politik olanın reddi, müzakerenin, diyaloğun, konsensüsün, farklı kesimlerin talebinin reddi üzerinde kendisine alan açma, kendisini inşa etme. Diğer bir özelliği de korkuyu bir silah olarak topluma karşı, rakiplerine karşı, muhalefete karşı kullanarak toplumu ve muhalefeti korkuyla sindirme özelliğidir. AKP iktidarı, bu her iki uygulamayı sonuna kadar kullanıyor. Bu özellikleri kendisinde somutlaştırmıştır, içleştirmiştir. Salgından dolayı ortaya çıkan psikolojik ve politik ortamı da bir fırsat olarak görüyor. Kendisi de çok iyi biliyor ki, politikasının toplumda bir karşılığı kalmamış, 2019 yerel seçiminde bu en bariz biçimde ortaya çıktı. Toplumda mevcut karşılığı daha da geriye düşmüştür, kamuoyu araştırmaları bunu gösteriyor. İktidar, artık salgının oluşturduğu ortamdan ne kadar yararlanabilirse şimdi onun peşinde.
Günün koşulları altında kitlesel eylemlilikler hiç olmuyor değil. Örneğin, Lübnan’da son derece geniş katılımlı kitlesel eylemlilikler oluyor. Yine İsrail’de Başbakan Netanyahu’nun yolsuzluklarını protesto etmek için sosyal mesafe de korunarak binlerin katıldığı bir protesto gelişti. Yine 1 Mayıs’ta dünyanın çeşitli alanlarında eylemlilikler gelişti zayıf da olsa. Yeni koşulların etkisi göz önüne alındığında, başlangıç açısından anlamlı eylemlilikler. Türkiye’de de toplumsal dinamikler kendini ifade etmek istiyor, taleplerini duyurmak istiyor. İktidar tüm gücüyle bunu boşa çıkarmaya, etkisizleştirmeye dönük bir tutuma yönelmiş durumda. Bu hakkın gaspını iktidarın elinden almak devrimci demokratik kesimlerin mücadelesi ve bu konudaki yoğunluklarıyla alakalı bir durumdur. İktidar; toplumun taleplerini, tepkilerini çürütme peşinde koşarken muhalefetin, devrimci demokrat kesimlerin buna meydan vermemekle, muhalefetin çıtasını yükseltmekle, toplumun katılımını güçlendirmekle iktidarın politikalarını boşa çıkarabilirler.