Baskı yayılmacıdır. Faşizm sadece ele geçirerek, ele geçirdikleri ile beslenerek yaşar. Baskının ve faşizmin sınırı yoktur. Faşizm toplumun tümüne aynı anda yönelmez, bölücüdür; toplumu gruplara ayırır, parçalar ve parça parça yutmaya başlar. Asla sadece toplumun bir kesimine yönelik saldırılarla tatmin olmaz, onunla yetinmez.
Bir kez daha yeni saldırılar için işaret verildi. Topluma yönelik yeni saldırılar için hazırlık yapılıyor. Darbe tartışmaları hala “Allah’ın lütfu” işlevini sürdürüyor. Ragıp Zarakolu’ndan darbeci çıkmaz ama bu darbe tartışmalarından AKP için toplumu yeniden dizayn etme fırsatı çıkabilir. Üstelik bütün bunlarla ekonomik kriz gölgeleniyor, salgın yönetimindeki beceriksizlik görünmez kılınıyor, açlık ve yoksulluk tartışılmaz hale getiriliyor.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın “salgını kontrol altına aldık, ikinci aşamaya geçtik” sözü inandırıcı değil ama iktidarın topluma karşı bitmeyen saldırı dalgalarından birini daha başlattığı fazlasıyla gerçek. Yeni saldırı dalgasının hedefi bir kez daha demokratik kurumlar olacak. Kurumları zapt û rapt altına almada sıra emek ve meslek örgütlerine geldi. TTB, TMMOB ve barolar ele geçirilip etkisiz hale getirilecek, işlevinden uzaklaştırılacak, içi boşaltılacak. Arkasından muhalif sendikalar ve başka kurumlar sıraya konulacak. Tıpkı posaya dönüştürülmüş, kendisine karşıtlaştırılmış basın kurumları, sendikalar gibi ve diğer pek çok kamu kurumu gibi. Ele geçirilmemiş tek bir toplumsal dinamik kalmayana kadar baskı mekanizması durmayacak. Çünkü faşizm başkalaştırır, her şeyi kendisine yabancılaştırır.
Nispetten demokratik işlevleri olan kurumların da ele geçirilmesi, devşirilmesi arayışı yeni değil. Barolar seçim yoluyla iktidarın denetimine giremeyeceği için, iktidar en tepeyi ele geçirerek baroları tümüyle denetim altına almayı amaçladı. Barolar Birliği Başkanı’nın Saray’da arz-ı endam etmesi, peşine kimi hukukçuları da takarak iktidarın arkasında hizalanması, baroların işlevsizleştirilmesi için yeterli olmadı, olamadı. Üstelik bu görüntüler hukuk camiasında fazlasıyla tepkiye neden oldu, söz konusu şahsın sorgulanmasını beraberinde getirdi. Kimi baroların muhalif tutumlarının görünür hale gelmesine sebep oldu.
Daha önce Tabip Odaları da yönetim değişikliği ile ele geçirilmek istenmiş ancak başarılı olunamamıştı. TTB özellikle pandemi döneminde Türkiye’nin gerçekleri öğrenmek için kulak kabarttığı önemli kurumlardan biri haline geldi. İktidar şimdi bu önemli toplumsal güç dinamiğini denetime alarak parçalamak istiyor. Yine daha önce yapılan pek çok yasa değişikliği ile TMMOB gibi kurumların yetkileri kısıtlandı. Ama iktidar nefes alan her muhalif oluşumu tehdit olarak görüyor. İktidarın denetimine girmemiş kurumların, eli ayağı kırılmış, mecalden düşmüş hali bile iktidarı rahatsız ediyor. Çünkü otoriter anlayış kendisi dışında hiç kimseye yaşam hakkı tanımak istemiyor, hiç kimseye tahammül göstermiyor.
CHP bile yeni dönemde iktidarın kendisine karşı kapsamlı bir saldırı kampanyası başlatacağını ilan ediyor, bundan endişeleniyor. Oysa 2015 yılından beri Kürtlere ve sosyalist muhalefete yönelik başlatılan saldırılardan rahatsız olmamıştı CHP. Hatta muhtemelen kendisi dışındaki muhalefete yönelik saldırılara kendisine alan açacağını düşünerek destek oldu ve o yüzden de “Anayasaya aykırı olduğunu” itiraf etmesine rağmen bu saldırıların önünü açtı. Demokratik siyasete yönelik darbeye dönüşecek olan dokunulmazlık tartışmaları başladığında Kılıçdaroğlu bunun HDP’ye (Kürtlerle) yönelik olduğunu itiraf etmiş ve buna onay vermişti.
Şimdi farklı bir durum var. Kurdun dişine kan değdi. İktidar bir kere gıdasını toplumsal dinamikleri tüketerek almaya başladığında bir durma ve doyma noktası olamaz. O yüzden dün yapılanlara destek veren Kılıçdaroğlu bile “sıra bize geldi” diyerek veryansın ediyor.
Döndük dolaştık o Paster Nie Moeller’in Hitler dönemindeki meşhur sözlerindeki hakikate geldik: “Önce Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü ben Yahudi değildim. Sonra komünistler için geldiler, sesimi çıkarmadım. Çünkü komünist değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, sendikacı olmadığım için yine sesimi çıkarmadım. Sonra benim için geldiler, ses çıkaracak kimse kalmamıştı.”
Türkiye’de aşağı yukarı gidişat böyle ama henüz tam olarak “sıra bana geldiğinde ses çıkaracak kimse kalmadı” noktasında değiliz. Bu gidişatı göre göre izlemekten geri dönmek büyük kazanım olur. Neresinden dönülürse dönülsün kârdır. Hala Türkiye’deki toplumsal dinamiklerin dayanışma, güç birliğini yapma imkanı ve şansı var. Bütün saldırılara rağmen Kürtler tasfiye edilemedi ve yine HDP bütün saldırılara rağmen hala en deneyimli ve en güçlü mücadele dinamiği olmayı sürdürüyor.
O halde yarın çok geç olmadan herkes sıranın kendisine gelmesini beklemeden bugünden güç birliği yapmak ve dayanışmayı geliştirmek zorundadır. Küçük hesaplar yaparak, enerjiyi muhalefeti eleştirmeye aktararak iktidarın işini kolaylaştırmanın zamanı değil.