Tutukluluğunun 200’üncü gününde mesaj gönderen Mızraklı, ‘Asla pişman değilim. Zulmü önlemek için tüm bedelleri ödemek boynumuzun borcudur. İtaat etmeyeceğimizi bir kez daha haykırıyoruz’ dedi
Görevden alınarak yerine kayyım atanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Selçuk Mızraklı, tutuklu bulunduğu Kayseri Bünyan Cezaevi’nden 200’üncü gün nedeniyle bir mektup kaleme aldı. Mızraklı’nın “Zulmün artsın ki zevalin çabuk geçsin” başlığıyla kaleme aldığı mektupta, ‘200 gündür cezaevindeyiz, belki birkaç 200 gün daha cezaevinde kalabiliriz. Çünkü ülkemizde binlerce kişi hak ve adaletten uzak, sırf muhalif oldukları, iktidara biat etmedikleri için cezaevindeler, ya da muktedirin çadır saraylarında yargılanmaktadırlar’ ifadelerini kullandı.
Mızraklı’nın cezaevinde geçirdiği 200 gün adına “Zulmün artsın ki zevalin çabuk geçsin” üst başlığıyla, “Susturulamayan 200 gün” alt başlığıyla yazdığı mektubun tam metni şöyle:
“Nisa Sûresi 135. Ayet’te ‘Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanı veya yakınlarınız aleyhine olsa bile, Allah için şahitler olarak adaleti mutlaka ayakta tutun’ der. Maide Sûresi’nde ise ‘Siz ey imana ermiş olanlar, insaf ve hakikate şahitlik yapanlar Allah’a bağlılığınızda sıkı durum ve herhangi bir kimseye karşı nefretiniz, sizi adaletten sapma günahına itmesin’ der.
‘Bizler bedel ödemeye alışkınız’
Evet 200 gündür, dini söylemleri dillerine pelesenk edenler, adil olduklarını her gün vurgulayanların düşman hukukunu işletmelerinden ve adaleti sadece kendilerine hak görmelerinden ötürü cezaevindeyim. Cezaevinde olmamdan kaynaklı bir pişmanlık veya bir ah çekme var mı deseler, ASLA derim. Çünkü bizler hak ve adalet arayışçıları olarak bu ülkede eşitlik ve özgürlük mücadelesi veren herkesin, susturulmak isteneceğini ve yürüttükleri bu mücadeleden kaynaklı büyük bedeller ödeneceğini biliyorduk. Bizler hak için halkla birlikte mücadele ettik. Bu halk, yüzyıllardır bu uğurda büyük bedeller ödemiştir. Ondan dolayı bizler bu tür bedel ödemeye alışkınız.
’12 Eylül faşist darbesi dönemindeki bir aşamaya ulaşılmıştır’
Hukukun başlangıcı medeniyetin oluşumuyla birlikte ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Kent devletlerin ortaya çıkmasına dayanan hukuk ilkeleri günümüze kadar değişiklikler geçirmiştir. Ama günümüz hukukunun temeli, Roma hukuku sayılmaktadır. Bin yıllar öncesine dayanan Roma hukukunun temeli ise eşitlik ilkesi ve masumiyet karinesine dayanmaktadır. Evet bin yıllar öncesinde teknolojinin bu kadar gelişmediği, bilgiye ve gerçeklere erişimin daha zorlu olduğu süreçlerde bile öncelik eşitlik ve masumiyet karinesiydi. O dönem bile ispat yükü davacıya aittir denmekteyken günümüzde yaşadığımız ülkede tam tersi yaşanmaktadır. Önceden masa başında düzenlenen ve birileri tarafından oluşturulan iftiralar ile dava açılmakta ve bu açılan davalarda suçsuz olduğumuzu kanıtlanmamız istenmektedir. Fakat bin yıllardan beridir kim suçlamada bulunmuş ve iftira atmış ise asıl o kişiler bu iddialarını kanıtlamak zorundadır. Bizde ise tam tersi bir durum mevcuttur. Bu anlayış, 12 Eylül faşist darbesi dönemindeki bir aşamaya ulaşmıştır.
‘Toplumun yüzde altmışı onların gözünde haindir’
Özgürlüğün değerinin sonsuz olduğu, hak ve adaletin yaşam felsefesi haline geldiği, hukuk devletinin tüm normlarının oturduğu bir düzenin artık yerleşmesi gerekirken böylesi aile devletine ve saray adaletine nasıl geldik. Yıllardır hak ve adaleti gözyaşlarıyla anlatan ve mağdur edebiyatı ile her geçen gün iktidarını sağlamlaştıran kesim, sanki kendisi hep muhalefetteymiş gibi söylemlerini devam ettirmektedir. Sanki 18 yıldır iktidarda olan, kanunları değiştiren, yeni sistemi, tek adam rejimini kalıcı hale getirmeye çalışan kesimler timsah gözyaşları ile iktidarlarını perçinleştirmeye çalışmaktadırlar. İlk olarak başörtüsü mağduriyeti üzerinden yükselen bu kesimler daha sonra askeri vesayet vb. birçok hukuk dışı uygulamanı mağduriyeti üzerinden palazlandılar. Demokratikleşmeden, hukuk ilkelerinden bahsederek cemaatle kol kola iktidarlarını perçinleştirdiler. Sonrasında ise ilk olarak dava arkadaşları olan cemaat ile çatışarak koltuklarını paylaşmak istemediklerini, tek adam iktidarına giden yolda taşları döşemeye başladılar. Tek adam rejimini 15 Temmuz darbesiyle de topluma yaymış ve kabul ettirmiş oldular. 15 Temmuz sonrasında ise kutuplaştırma politikasını tavandan tabana yayarak böl parçala ve yönetti uyguladılar. Kendilerine biat etmeyen, en ufak bir muhalefet bile gösteren kesimleri ise hain ilan ettiler. Neredeyse toplumun yüzde altmışı onların gözünde haindir.
‘Toplum bizlerin haklılığını görmekte’
İşte bizler böylesi bir dönemeçte, hızla tüm yaşamın kıskaca alınmaya çalışıldığı bir dönemde yerel yönetimlerin halkın nefes alma boruları olmaktan hareketle bu göreve talip olduk. Hak için halkla birlikte bir çalışma yürüttük. Bizler bu çalışmaları yürütürken önceliğimizde toplumsal gerçekliğimiz ve adalet anlayışıydı. Tüm bunlar muktedirleri kızdırmış olacak ki, iftiralar ve iftiracılardan oluşan bir toplulukla, hak ve adaletten tavır alan tüm kesimleri sindirmeye, iftiralar atarak tutuklamaya ve görevden almaya başladılar. Bizlere atılan iftiralar o kadar gerçeklikten uzak olmasına rağmen bizlerden savunma istediler. Görsel bir tiyatro ile bu yalan kampanyasını taçlandırmak istediler. Bunca yıllık yalan ve iftiralarını sürdürmek istediler ama bunu başaramadılar. Her geçen gün toplum bizlerin haklılığını görmekte, onların ise yalanlarını ve iftiralarını anlamaktadırlar.
‘Zulmün artsın ki zevalin çabuk gelsin’
200 gündür cezaevindeyiz, belki birkaç 200 gün daha cezaevinde kalabiliriz. Çünkü ülkemizde binlerce kişi hak ve adaletten uzak, sırf muhalif oldukları, iktidara biat etmedikleri için cezaevindeler, ya da muktedirin çadır saraylarında yargılanmaktadırlar. Ama tüm bunlara rağmen asla hak ve adaletten taviz vermemektedirler. Bundan dolayı bizler de asla bu 200 günlük tutukluluktan pişman olmadık. Olmayacağız da. Zulmü önlemek için tüm bedelleri ödemek ise boynumuzun borcudur. Bundan sonrada ödemeye hazırız. Buradan korkmadığımızı ve itaat etmeyeceğimizi bir kez daha haykırıyoruz. Bizler biat etmeyenler son olarak Anadolu’da yaygın kullanılan bir deyim olan ‘zulmün artsın ki zevalin çabuk gelsin’ sözüyle bitiriyoruz.”