“…O sahneyi çok iyi somutladım. Asılma günü gelip çatınca, o sevdiğim giysilerimi giyeceğim. Postallarımı, parkamı. Beyaz ölüm gömleğini giydirmek isteyecekler, giymeyeceğim. Kesin direneceğim ve giymeyeceğim. Öyle her zamanki gibi, eyleme gidiş tavrımla gideceğim darağacına. Yok, tıraş falan da olmayacağım. Önce gidip orada oturacak, bir sigara yakacağım. Sonra demli güzel bir çay içeceğim. Ha, bak, Rodrigo’nun o ünlü gitar konçertosunu dinlemek isterim orada. Bak bunu çok isterim. Sanırım, asılacak bir insanın son isteklerini geri çevirmezler. Bunları isteyeceğim.” (Erdal Öz – Deniz Gezmiş Anlatıyor – Cem Yayınları)
***
68 Kuşağı’nın devrimci gençlik liderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 6 Mayıs 1972’de Ankara’da idam edildiler.
Cezaevinde gerçekleştirilen infazlarına da tanıklık eden avukatları Halit Çelenk’in dediği gibi; ‘Deniz ve arkadaşları, tek bir cana bile kıymamışlardı. Üçünün de yürekleri, insan ve memleket sevgisiyle doluydu. Buna rağmen acımasızca darağacına gönderildiler.’
Halit Çelenk, ‘İdam Gecesi Anıları’ adlı kitabında dahi söz etmediği kimi anılarını yıllar sonra anlattı:
“Ulucanlar Cezaevi’nin avlusunda kurulan darağacı, başgardiyanın odasının penceresinden net bir şekilde görülüyordu. Biz cezaevine geldiğimizde Deniz bu odaya alınmıştı ve pencerenin tam karşısındaki koltukta oturuyordu. Deniz’in biraz sonra can vereceği darağacı, tam karşısında duruyordu. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Deniz’i darağacına çıkardılar. İnfaz sürerken, odaya Yusuf’u getirdiler. Yusuf, pencereden Deniz’in son nefesini verişini izledi. Yusuf infaz edilirken de, Hüseyin’i odaya getirdiler ve o da, Yusuf’un infazını saniye saniye gördü. Bunu kitabımda bile yazmadım, sadece Yusuf Aslan’ın, ‘Duydum Deniz’in sesini’ sözlerine yer verdim. Biraz sonra aynı darağacında ölecek birine, arkadaşının infazını seyrettirmekten daha ağır bir işkence olabilir mi?”
***
Özellikle popüler kültürün etkisiyle toplumun algılamasında, bir magazinleştirme/ parodileştirme gözleniyor. Gerçek ile onun magazinleştirilmiş hali arasındaki açı, aynı zamanda toplumsal yozlaşmanın, yabancılaşmanın şiddetini ele veriyor. Bu tür magazinleştirme, içi boşaltılıp koflaştırılmaya çalışma çabaları Denizler için de kullanılıyor.
Her olguda olduğu gibi, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının da nasıllarsa öyle anlatılması gerekiyor. Bu en başta insan olmanın, vicdanlı olmanın gereği. Çünkü onlar dillerinde yeminler, ölümü ölerek de yendiler… Ölümsüzleştiler.
Ertuğrul Kürkçü’nün vurguladığı gibi; ‘Yeni kuşaklara bizim Deniz Gezmiş’imizin aslına sadık bir portresini sunmak, hâlâ tamamlanması gereken bir iş olarak duruyor karşımızda.’
***
En çok sansürlenen, unutturulmaya çalışılan ve çarpıtılan sözleri Türk ve Kürt halklarının kardeşliğine vurgu yapan sözleridir.
Deniz Gezmiş’lerin arkadaşı Aydın Çubukçu, bir anma töreninde Deniz’in mezarı başında yaptığı konuşmada: ‘Çünkü halkların emperyalizme karşı mücadelesi devam ediyor. Denizler ‘Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği’ derken, günümüzün en acil sorununu dile getiriyorlardı’ demişti… Evet bu son derece yerinde bir tespittir ve Deniz’in bu son sözleri halklara emanet edilmiş birer manifesto gibidir…
***
Deniz Gezmiş’in infazından sonra bir torbanın içinde babasına teslim edilen eşyalarının arasından, kendi el yazısıyla kaleme aldığı bir şiir de yer alıyordu:
“Yenilmişsem
Elim kolum bağlı
Boynumda yağlı ip
Gelip dayanmışsam
darağacına
Dudaklarımda yarın
Gözlerim yarınlarda
Unutmak mı gerek seni?
Kapılar kapalı
Tutulmuşsa gece
kapkara yollar
Sıcacık bir sevgi
sunmayacak mıyım
insanlara?
Bakmayacak mıyım yarınlara
Seslenmeyecek miyim
insanlara?”
Şiirdeki sıcak bir sevgi sunamamak ya da seslenememek kaygısı gibi olmadı. Her zaman sıcak bir merhaba oldu anıları. Büyük bir miras bıraktılar.
Onlar kimliklere kazınmış gül suretidir. Kanayan yaralarımıza sargı bezidir… Birer halk sancağı gibidir onlar.
Anılarına saygıyla.