O yıllar fırtınalı yıllardı… Gezmiş, “İskemleyi kendim devireceğim. Kimse dokunmasın” der ve “…Yaşasın, Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi, kahrolsun emperyalizm!..” sözleri ile tarihe not düşer…
Hüseyin Kalkan
Annem ona Deniz Gezen derdi. Çolo dede ise onun denizler üzerinde gezdiğine ve hiç batmadığına inanıyordu. Zaten bizimkiler jandarma tarafından evi ile birlikte yakılan Tumuklu Ali efendinin, ölmediğine, beyaz bir güvercin donunda evin penceresinden göğe yükseldiğine da inanırlardı. Tumuklu Ali efendi kim derseniz, o Küreciklerin sayısız isyanından birinin lideri. Devlet güçlerine yenilince, evinde tek başına direnmiş, teslim olmayınca da evi ile birlikte ateşe verilmiş.
Haksız da değiller hani bizimkiler, Denizler beyaz güvercin donunda eylemden eyleme koşup, kah bir işçinin, kah bir köylünün, kah bir liselinin, kah bir üniversitelinin omuzlarına konmuyorlar mı?
Demek ki isyancılar ölmezmiş, sadece don değiştirir eylemden eyleme, cepheden cepheye koşarlarmış. Denizler misali, Mahirler misali, Mazlumlar misali. Semalar misali.
Sonra bizimkiler Denizlerin idam edilmemesi için başlatılan imza kampanyasına canı gönülden katıldılar. Kimi imzaladı, kimi parmağını bastı. Ve ağıtlar yaktılar Kürtçe-Türkçe. Bir ağıt ölen yakıları için idiyse, bir diğeri onlar içindi. İsyancılar için.
Fırtınalı yıllar
O yıllar fırtınalı yıllardı. Emperyalistler nerede bir direniş ateşi yansa söndürmek için bütün güçlerini seferber ediyorlardı. Vietnam halkı kendini idare etme hakkını elde etmek için bütün gücü ile direniyordu. Onların yaktığı ateş bütün bir Amerika’yı, Avrupa’yı, Asya’yı sardı. Bütün meydanlar işgal edildi, bütün tabular yıkıldı. Bu mücadele hem egemenlerle halk arasında hem egemenlerin kendi aralarındaki çelişkileri derinleştirdi.
Bu süreç her ülkenin kendi özelliklerine göre yaşandı. Türkiye’de de 12 Mart 1971 darbesi ile bir üst aşamaya taşındı. Egemenler birbiri ile didişirken, halka karşı birlikte adım atmaktan geri durmadılar. Denizlere ve Mahirlere karşı bütün orduyu ve polisi seferber ettiler. Deniz ve Yusuf Aslan Şarkışla’da yakalandı. Hüseyin İnan ise Sarız’da, dayısının evinde yakalandı.
Denizleri kurtarmak
Sinan Cemgil, Denizleri hapisten kurtarmak için Kürecik Üssü’nü vurmaya giderken, çatışmada iki yoldaşı ile birlikte yaşamını yitirdi. O gerilla grubunun içinde olan Mustafa Yalçıner, “Bizim Köyden Devrimciler Geçti” belgeseli için kendisi ile yaptığım söyleşide, “Denizler yakalanınca bütün planlarımızı onları cezaevinden kurtarmak için kurduk” diye anlatıyordu. Daha sonra Mahir Çayan ve arkadaşları Denizleri kurtarmak için eyleme giriştiler. Ve Kızıldere olayları yaşandı.
Türkiyeli Devrimciler, 12 Mart darbesinde büyük kayıplar verdiler. Ancak bu halkın ve devrimcilerin geri çekilmesine neden olmadı. Halk hareketi yükseldi ve kısa süre sonra darbeciler geri çekilmek zorunda kaldılar. Genel seçimler yapıldı.
Denizlerin, Mahirlerin yaktığı ateş çok çeşitli mecralarda, çok çeşitli örgütlenmelerde sürdü. Deniz Gezmiş neredeyse her renkten gençlik hareketinin idolü.
Dönemin siyasi manzarası
AP hükümetleri döneminde ABD ve Batı yanlısı politikalar izlenmiş, hak arama mücadelesi polis ve sivil faşistlerin gücü ile kırılmaya çalışılmıştır. Yükseköğretim gençliğinin “özgür üniversite” kavgası ile bununla eşzamanlı olarak yükselen başta işçi sınıfı ve köylülük olmak üzere emekçi sınıfların hareketi, polis gücü ile bastırılmaya çalışılmıştır. O dönemde MHP komando kampları kurmuş ve sivil faşistler örgütlemiştir.
Soğuk savaş
Soğuk Savaş dönemi olarak tanımlanan iki-kutuplu dünyanın (ABD-SSCB) ilişki ve çelişkileri, sonradan AB’ye dönüşecek olan Ortak Pazar’ın yükselişi, Sovyetler Birliği’nin “sınırlı egemenlik doktrini” bağlamında Çekoslovakya’yı işgal etmesi, SBKP-ÇKP ayrışması dönemin devrimci kadrolarını derinden etkiler. Döneme karakterini veren slogan ise “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” olacaktır.
O dönemde Türkiye’nin dört bir tarafı köylü eylemlerine, grevlere sahne olmaktadır. Devrimci gençler bu eylemlere önderlik etmek için koşturmakta, bir yandan da kendi içlerinde bir fikir tartışması sürdürmektedirler. Daha sonra THKO olarak sahne çıkacak olan Denizler, yükseköğretim kurumlarında Sosyalist Fikir Kulüpleri’nin kuruluşlarına katılıp bu kulüplere önderlik etmeye çalışırlar. Söz konusu kadrolar, gençliğin anti-emperyalist savaşımına bilinçli eylem önderleri olarak katılır ve kitlenin eylem içinde bilinçlenmesine özen gösterirler. Grubun sonraki gelişimi diğer gruplardan farklı olur. Bu odak, sol içi tartışmalara çok fazla girmez. Hüseyin İnan’ın önderliğinde kendi yollarını açmak için sıkı bir çalışma içine girerler. Türkiye’nin hemen hemen her yerinde her çevreden kimi sosyalist öncüleri bir araya getirirler.
THKO’nun kuruluşu
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) 1960’ların ikinci yarısında gelişen sosyalist gençliğin emekçi kitlelerin verdiği mücadeleye de katılan önemli ve tanınmış önderlerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Cihan Alptekin ve Mustafa Yalçıner tarafından kuruldu. Örgüt, kuruluşunu gerçekleştirdiği bir dizi eylemden sonra 4 Mart 1971 tarihinde yayınladığı bir bildiri ile kamuoyuna duyurdu. İlk silahlı eylemini 29 Aralık 1970 tarihinde gerçekleştiren Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu, bütün bir 12 Mart yarı-askeri dönem boyunca varlığını sürdürdü.
Vietnam Kasabı olarak ünlenen Robert W. Kommer’in Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye Büyükelçisi olarak atanması büyük bir tepki doğurur. İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere bütün Türkiye’de yaygın protesto gösterileri düzenlenir. Kommer’in arabası Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, Taylan Özgür’ün de içinde bulunduğu bir grup tarafından 6 Ocak 1969’da ODTÜ yakıldı. Taylan Özgür daha sonra İstanbul’da İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği’nin Beyazıt’taki kongresi sırasında arkadan kurşunlanarak yaralandı. Daha sonra polis karakolunda dövülerek öldürüldü. Sinan Cemgil, “Taylan, Kommer’in arabasını yakarak devrim için ilk kıvılcımı atmıştı. Bu kıvılcım devam ettirilecektir” diyecektir. THKO esasen silahlı mücadeleyi 1969’da başlatmayı planlamıştı ama çekirdek kadrosunun Filistin’den dönüşü sonrası tutuklanması üzerine mücadele 1970’te başlatıldı.
Diyarbakır Cezaevi, THKO’nun kuruluşunda en önemli aşamalardan birini oluşturmaktadır. Gülay Ünüvar-Özdeş, bu dönemi şöyle anlatmaktadır: “Hüseyin İnan broşürün daktiloyla yazılmış birkaç kopyasını bana verdi. Önce dikkatle okumamı ve benimsersem -şimdilik herkese değil- görüşlerinin görüşlerimize yakın olduğunu düşündüğüm arkadaşlara okutarak, gerekirse tartışmamı istedi. Hüseyin’in istediklerini yaptım. Broşürü okuyan arkadaşlardan büyük bir bölümü bizim gruba katıldı ve daha sonra THKO içinde yer aldı. Görüşlerin derlenip toparlanması, sistematize edilmesi açısından Diyarbakır Cezaevi döneminin THKO’nun oluşumunda önemli bir rol oynadığını düşünüyorum.” (Turhan Feyizoğlu, Sinan: Nurhak Dağlarından Sonsuzluğa, Ozan Yayıncılık, İstanbul, Ağustos 2000, sf. 328)
Neden Malatya
THKO kadroları gerilla savaşı için en uygun yerin Malatya olduğuna karar verirler. Teslim Töre ve Mustafa Yalçıner malzeme yüklü bir kamyonla Kasım 1970’te Malatya’ya giderler. Yine belgesel çekimi için yaptığımız aynı söyleşide Mustafa Yalçıner, Malatya’ya karar vermede önce üç bölgede araştırma yaptıklarını, bu bölgelerin Dersim, Antep ve Malatya olduğunu ve sonuçta kitle bağlarının daha güçlü olduğu için Malatya’da karar kılındığını anlatmıştı. THKO’nun Malatya’daki ön önemli ilişkisi Teslim Töre’dir. Geçtiğimiz aylarda yaşamını yitiren Töre ile de aynı belgesel için Almanya’da bir söyleşi gerçekleştirmiştik. Teslim Töre, THKO içinde nasıl yer aldığını o söyleşide anlatmıştı. En önemli neden olarak demokratik kanalların giderek kapanması olarak gösterişti.
İlk eylem
23 Aralık 1970 Çarşamba günü, Ankara Hukuk Fakültesi önünde vurulan devrimci öğrencilerden İlker Mansuroğlu’nun 28 Aralık 1970 Pazartesi günü akşamı tedavi edildiği hastanede ölümü üzerine THKO militanları tepkilerini dile getirmek amacıyla yapacakları eylem için Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği’ni seçerler. 29 Aralık 1970 Salı günü ABD Büyükelçiliği önündeki polis noktasının kurşunlanmasıyla başlayan eylemler dizisinin ardından 04 Mart 1971 Perşembe günü yayınlanan bir bildiri ile Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun (THKO) varlığını duyururlar.
Türk ve Kürt halkı için
Bilindiği gibi, Denizlerin infazında avukatları Halit Çelenk ve Mükerrem Erdoğan bulunmuştu. Çelenk o geceyi “İdam Gecesi Anıları” adıyla kitaplaştırmıştı. Denizlerin idam sehpasındaki sözleri, ceza yasasına aykırılık gerekçesiyle sansür edilmişti. Buna karşın, Denizlerin son sözleri Çelenk ve Erdoğan tarafından idamdan hemen sonra Çelenk’in kızı Serpil Güvenç’e daktilo ettirilmiş böylece bugün kadar gelmiştir.
Asılmak için idam sehpanın altına getirildiğinde savcıyla konuşmak istediğini belirten Gezmiş, “İskemleyi kendim devireceğim. Kimse dokunmasın!” der. Saatler 01.20′yi gösterirken elleri arkasından bağlı olan Deniz Gezmiş, sanki bir miting alanında immişçesine, birden etrafındakilere dönerek, oldukça yüksek bir tonda, şu sözleri söyler:
“Yaşasın, Türk Halkının bağımsızlığı!. Yaşasın, Marksizmin ve Leninizmin Yüce İdeolojisi!. Yaşasın, Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi, kahrolsun emperyalizm!..”
Deniz’in asılmasından sonra sıra kendisine gelen Yusuf Arslan da, sehpaya çıktıktan sonra şunları söyler:
“Ben, halkımızın bağımsızlığı için bir defa ve şerefle ölüyorum. Fakat, bizi asan sizler, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz!.. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın Devrimciler! Kahrolsun Faşizm!..”
Saat 03’te darağacına getirilen Hüseyin İnan, şu sözlere haykırır:
“Ben, hiçbir şahsi çıkar gözetmeden, halkın mutluluğu için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım, bundan sonra da bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum… Yaşasın işçiler ve köylüler! Kahrolsun Faşizm!..”
Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’ın cenazeleri, babalarına teslim edilir ve üç cenaze vasiyetleri üzerine, Karşıyaka Mezarlığı’nda yan yana gömülür.