Pir Zeynel Kete*
Seyit Rıza oğluna seslendi: “Kusura bakma oğul! Bu dava Kırmanciye davasıdır. Bu zalimler çoluk çocuğumuzu katlettiler. Şimdi de onurumuzla oynamak istiyorlar. Bunu kabul edemem Usenem. Buğday Meydanı’nda elin elimde olacak cigeramı. Korkma, kimseye minnet etme. Bizim alnımızda kara leke yok. Başını dik tut Omedamı. Varsın Buğday Meydanı bize Kerbela günü olsun”
Seyit Rıza ikrarlaştığı canlarla Halvoride Cem kurmuş coşkun akan Munzur’a söz vermişti. Bilirdi ki cennette akan dört ırmaktan biriydi Munzur. İkrar verdiler Munzur’a, sonra birbirlerine niyaz olup Haq kıllesi kestiler. Her bir can üç çakıl taşını Munzur’a attılar. Munzur Bawa şahit olmuştu kendilerine.
Seyit Rıza direnen inanç gerçekliğinin, direnen halk gerçekliğinin temsilcisiydi, bunu biliyordu, bildiğini yaşıyordu. Doğru sözü hak kelamı kabul etmişlerdi. Yol adına yalan yanlış sözleri söyleyenleri duydukça, “Ya Haq, Ya Duzgun Bawa, Ya Anafatma” demenin zamanı olduğunu bilirlerdi. Ahtine sadık yâr olanlarla cem olmuşlardı.
Nehak zihniyetin elinde söz manasız kalmıştı, pirler talib’e gidemez olmuş, talip pirsiz kalınca, ziyaretler, ocaklar, evliyalar, nişangahlar, herda devreş, Teberika zerin cansız, ruhsuz, nefessiz bırakılmaya çalışılıyordu. Hakkın görünür olduğu bu mekanlar, bu topraklar feryat figanları yaşamaktaydı.
Munzur’a ikrar veren canlarla beraber Heq aşkı Xızır gayreti ile yola revan oldular. İnancını, dilini, kültürünü, itikatını asla ama asla düşürmediler. Yoldan düşmektense, ikrardan düşmektense, serden vazgeçmeyi kefensiz yatmayı kabul ettiler.
‘Kusura bakma oğul’
Bir aşiret önderinin, bir rayberin evladına karşı mahcubiyeti bir Alevi Kemaletidir, bu sesleniş. Masum u pak bir evladın şahsında bütün masumlara verilen sözdür, bir ikrardır. Direnen bir aşiret kültürünün edep erkanıdır.
“Bu dava Kurmanci davasıdır” demişti
Dava cümle canın davasıydı. Zalimin zulmüne karşı mazlumun davasıydı. Dar, bölgesel bir dava ya da bir aşiretin, bir mezhebin davası değildi. Direnen halk gerçekliğinin, direnen inanç gerçekliğinin, evrensel bir kültürün yereldeki karşılığıydı. Dava bir Rıza toplumu davasıydı. Rêya Heq Alevi inancı binlerce yıllık “Kutmanciye” kültürünün bir süreğidir.
“Çoluk çocuğumuzu katlettiler. Şimdi de onurumuzla oynamak istiyorlar.”
Çocuklar mahsum u paktır. Eski devirlerde yol ulularımız kapıdan bir çocuk içeri girince ayağa kalkarlardı, başına niyaz olur, yer verirlerdi. Bilirler ki çocuk gelecektir. Hakkın Cemali en iyi şekilde çocukta tecelli ederdi. Çocuk geçmişi ve geleceği mekanda, tarihte birleştirdi. Kıyılan her çocukla beraber gelecek de toprağa gömülecekti.
“Onur” Rêya Heq Alevi inancında, ocakların, aşiretlerin, yola ikrar veren canların varlık nedenidir. Havasız, susuz, lokmasız yaşanılır ama onursuz asla. “Onur”dan düşmek “ikrardan” düşmektir, ölümden beterdir. Ahtine sadık yar olana her can cemalini çevirir, canın cemali kıbledir. Onursuz, arsız, hırsız ve nursuza cemal çevrilmez, sırt çevrilir… Onura yenilmek, ahte vefa göstermemek Sey Rıza’nın meydanında yoktu.
“Usenem! Buğday Meydanı’nda elin elimde olacak”.
Geçmiş, binlerce yılın birikimi, inancın canlı hafızası, gelecekle zamanda ve mekanda el ele verdiler, geçmiş ve gelecek ikrarlaşmıştı. Böyle bir ikrarlaşma “Mansurî” bir duruştu, sanki Mansur’un ruhu devriye olmuştu. Mansur’a ait olduğu söylenen “ben ezeli ve ebedi anda birleştirdim” hak kelamı yeniden mi devriye olmuştu.
Seyit Rıza, evladı ve ikrarlaştıkları canlar Buğday Meydanı’nda, Cem olmuşlardı, meydan açmışlardı. Arsızlar, hırsızlar, nursuzlar, Pirsizler nerden bilsinler “buğday ve meydanın” kerametini. Rêya Heq Alevi inancının en kutsallarıdır “buğday ve meydan.” Buğday dünyanın en eski lokmasıdır. Xızır günlerinin Kutsal lokması olan “Qavut” buğdaydan yapılır, buğday üzerine yemin edilir, dört kitabın başıdır, cümle canın aşıdır, buğdaya niyaz olunur, buğday üzerine yemin edilir. Boşuna “ekmek” çarpsın denilmez. Bilmeyenler nereden bilsin bilenlere aşk olsun. Lokmasız meydana gidilmez, biri bin olur. Hak meydanında El ele El Hakka diyen canlarla meydanda bir olurlar. Biri bin olur bu lokmanın.
Nereden görülmüş, hangi kitapta yazar, hangi peygamberin evliyanın kelamında var “bir evladı babasının gözlerinin önünde din adına, millet adına katletmek.” Rêya Heq Alevi evlatları eceli ile ölmeyen bir kavmin evlatlarıdır. Ölüm ölüm olalı bu kadar kirlenmemişti, manasını yitirmemişti.
Meydan açılmış, beyaz donlular meydana ışık olmuştu. Boşuna denilmemiş “meydanlar abad ola, akşamlar hayır ola, şerler def ola”. Nehaka karanlığa, zulmet deryasına, hakikat ve özgürlük arayışında olan canlıların karşılaştıkları zülme bir tepki olarak denilmiştir. Buğday Meydanı’nda el ele, gönül gönüle vererek, hakkın nuru cemaline döndüler. Heq aşkı Xızır gayreti ile pervane oldular. Nehak zihniyet nerden bilsin daha yer ile gök yok iken bu meydan vardı. Bu meydanda nice canlar sırrı sırrı etti. Meydan hakkın görünür olduğu mekandır, keramet vardır meydanda. Arsızlar, nursuzlar nerden bilsinler ki reyber olmadan meydan kurulmaz, dar-didar olunmaz, çerağ olmadan meydan açılmaz. Baba oğul, Munzur’a ikrar veren canlar ikrarlaşarak bedenlerini iradelerine çerağ yapmışlardı. Bu meydanda “Manayı marifet sırrı hakikat” vardır. Bu meydanda “kör olsun Mervan” denilir.
“Korkma, kimseye minnet eyleme, alnımızda kara leke yok.”
Bir babanın evladına en kutsal kelamıdır. Alnında “kara leke” olmamak, “alnı pak, zihni pak, nuru pak” olmak bu inancın edep erkanıdır. Rusal ve bedensel ikrarlasmaktır, kemalettir, olgunluktur. Rêya Heq Alevi komlarında direnen inanç gerçekliğinin, direnen halk gerçekliğinin ön safında yer almaktır. Deryadan ısrar nehak zihniyetten dur olmaktır. Ruhun bedenin ve aklın özgürleşmesidir. Asla ama asla Nehak zihniyete minnet etmediler.
“Başını dik tut omedamı, varsın Buğday Meydanı bize Kerbela günü olsun”.
Bu meydanda Hüseyin darı kurulmuştu. Hak bildiği yolda, evladı ile beraber hakka yürümüştü. Zalim ile mazlum, Hak ile Nehakın davasıydı. Minnet eylenmemişti dünya malına. Bu meydanda ölüm ölür ama Hak ölmezdi. Dik durmak, hak uğrunda erimek, çerağ olmaktı, ışık olmaktı. Kerbela farklı bir mekânda canlanmıştı. Zulmün olduğu her yer Kerbela idi.
Heybetli bir sesle meydana seslendi.
Xızır’ın dili ile bir nefes eyledi. Yıllardır Hak meydanında hizmet edenlere bir nefes lazımdı. Xızır’ın kerameti ile sınanmayan her söz bizden değildi. Söz tarihin geçmiş hafızasından süzülüp gelen kutsal kelimelerdi. Kalu beladan aldıkları nefesleri talibe yol gösterecekti, yaşadıklarından bunu öğrenmişti. Bir nefesti meydanı sarmıştı. Sey Rıza’nın son sözleri tüm evreni içine almıştı, çünkü pir nefesi idi. Bir soluğun hakikate dönüşmesiydi. Söylenen nefes bir halden bir hale geçmenin enerjisini içinde taşıyordu. Haktan gelmiş Hakka dönüyordu.
Seyit Rıza Buğday Meydanı’nda kendi özünün Gözcüsüdür, Sözcüsüdür, Bekçisidir.
Kolundan çıkarıp ailesine verdiği saat bize zamanda ve mekanda yaşananları devamlı hatırlatacaktır.
*Demokratik Alevi Dernekleri Genel Sekreteri