André Gorz’un son kitabı, ‘Son Mektup Bir Aşk Hikâyesi’ uzun bir mektuptan oluşuyor. Eşiyle birlikte intihar etmeden önce duygu yüklü cümlelerle başladığı kitapta Gorz, tutkulu sevdasından bahsediyor ve daha bir sürü şey
Ercan Kaplan
Gazeteci ve yazar André Gorz’un son kitabı, “Son Mektup Bir Aşk Hikâyesi” şu cümleyle başlıyor: “Yakında seksen iki yaşında olacaksın. Boyun altı santim kısaldı, olsa olsa kırk beş kilosun ve hâlâ güzel, çekici, arzu uyandırıcısın. Elli sekiz yıldır birlikte yaşıyoruz ve ben seni her zamankinden çok seviyorum.”
Siyasi ekolojinin öncülerinden olan Gorz, eşiyle birlikte intihar etmeden önce bu satırlarla başlayan bir mektup yazar. Ona olan tutkulu sevdasından bahseder ve daha bir sürü şey… Eşinin hastalığının yarattığı korkunç acıyı birlikte intihar ederek yenerler.
Türkçeye çevrilen kuram ve felsefeye dair kitapları da yayımlanan Gorz’un son kitabı, “Son Mektup Bir Aşk Hikâyesi” ise uzun bir mektuptan oluşuyor. Ayrıntı Yayınları’nın okurlarla buluşturduğu kitabın üçüncü baskısı 2016’da yayımlanmış.
Gorz, tedavisi mümkün olmayan acılardaki eşi Dorine’e duyduğu aşkını, sımsıcak sevgisini en baştan kurarak yeniden anlatır, yeniden duyumsar, heyecanlanır, an’ı sevgiyle doldurur. Aşkın, sevginin türevleriyle birlikte yeni bir dünyayı yaratma mücadelesinin referansları eşliğinde dokunmuş bir hayattır onlarınki. Günceli yakalayan, yaşananları sorgulayan, politika, kültür-sanat tartışmalarıyla bilgi alışverişinin olduğu zaman dilimleri, onların rutin anlarıdır.
40’lı yılların savaş dünyasında Fransa’da yolları kesişir Dorine’le. Gorz kendisinin de ifade ettiği gibi ülkesi kadar yabancılaşmıştır ailesine. Dorine de Gorz gibi ailesinden uzaktır. Nazi zulmünün Avrupa’yı sardığı, taş üstünde taş bırakmadığı zamanlarda Gorz’un sırtında Yahudi olmanın da ağırlığı vardır. Sarsıcı zamanlardır bu yıllar. Dorine ise parçalanmış ailesinden uzakta, Fransa’da bulur kendini. Hem Gorz hem Dorine farklı sebeplerle aynı sonuçlarla bir sürgün gibi Fransa’dadırlar. Ezenlere karşı ezilenlerin yanında mücadeleyle dolu bir yaşam sürerler, kimi zaman görece yaşam şartları iyileşse de genelde yoksul bir yaşam sürerler fakat asla şikâyet edip yılmazlar, bezginsizdirler.
Gorz, eşi Dorine için “Zorluklar içinde geçen uzun bir yılı neredeyse neşeyle karşıladın’’ der. Yine evlilik arifesinde Gorz’un annesinin çeşitli bahanelerle evliliklerine karşı çıkması ve nihayetinde maddi yoksulluğu öne sürmesi yine Dorine için gülünçtür. Çünkü yoksulluklar, zorluklar, Dorine için hayatın süsüdür ve dalga geçilesidir.
“Annem için evliliğimize kesin engel teşkil eden para sorunlarına senin küçümseyici yaklaşımın beni nasıl da gururlandırıyordu.” (S. 22)
Sanayinin sürekli dönen çarklarıyla işçilerin, insanlığın makineleştiği, kendisine yabancılaştığı, bir tür kendini tüketim malzemesi haline getirdiğini söyler Gorz. Böylelikle birey kendini gerçekleştiremeyen, kendini yok eden bir köle durumuna düşer. Her şey aşırı tüketim için kâr hırsının üretim çarklarına bağımlı bir hayattan geçer. Etken üretimin edilgen işçileri olarak un ufak edilmiş hayatla.
“Sanayilerdeki gelişme, toplumu devasa bir makineye dönüştürmekte, insanları özgürleştirmek yerine onların özerklik alanlarını daraltmakta ve hangi hedefleri nasıl takip etmeleri gerektiğini belirlemektedir.” (S. 53)
‘Birlikte yapacağımız şey neyse o olacağız’
Gorz, evliliği bir burjuva kurumu olarak görür ve yıllar sonra değişip dönüşeceği kişiliğin arzularına denk düşebilecek mi çekincesine, Dorine yetişir: “Eğer biriyle tüm bir hayat için birleşiyorsan, hayatlarınızı paylaşır ve evliliğinizi parçalayan ya da bozan şeyi yapmayı aklınızdan silersiniz. Kendinizden bir çift yaratmak ortak tasarınızdır, değişen koşullara göre onu tekrar yönlendirmekten, uyarlamaktan, desteklemekten asla vazgeçmezsiniz. Birlikte yapacağımız şey neyse o olacağız.” (S. 21)
Öyle olur, elli dokuz baharı birlikte geçiren André Gorz ile Dorine’in aşkları. Sürekli bir gelişme seyrinin içindedirler, birbirlerinin yetmezliklerine, eksiklerine yetişirler. Sadece kendi telaşında değildirler, bireysele değil toplumsal olana kafa yorarlar, düşünce sistematikleri bu yönde hareket halindedir. Hem düşünsel hem de eylemleriyle yeni bir dünyayı inşa etme yolunun yolcularıdırlar.
Dorine; İngilizce öğretmenliği, modellik, yaşlı refakatçiliği, evrak dosyalarının düzeltisi vb. işlerle meşgul olur, bunun yanında eşi Gorz’un biricik, yorulmaz destekçisi, zaman yaratıcısı ve işlerinin kolaylaştırıcısıdır.
Gorz, entelektüel birikiminin kitap hali çalışmasındadır, uzun çalışmalarının beraberinde düşüncelerini derli toplu anlatma amacındadır, uzun uykusuz gecelerde çalışmak zorunluluktur. Her sendelediğinde biricik destekçisi Dorine yanındadır. Yürümesi gereken yolda onunla birlikte yürüyen ve her yalpaladığında yüzünde hissettiği Dorine’in soluğudur.
“Yazmadan yaşayamayan biriyle hayatını birleştirdiğini söylüyor ve yazar olmak isteyen insanın yalnız kalabilmeye, günün ve gecenin her saatinde not almaya ihtiyaç duyduğunu; dil üzerine çalışmasının, kalemi bir kenara koyduktan sonra da pekâlâ devam ettiğini ve hiç beklenmedik bir anda, mesela bir yemeğin ya da bir sohbetin tam ortasında onu tümüyle meşgul edebileceğini biliyordun.’’ (Son Mektup Bir Aşk Hikâyesi s. 28)
Bir yazarı sevmek, onun yazmasını sevmektir, diyordun. “Öyleyse yaz!” (S. 29)
Dorine’in riskli omurilik ameliyatından sonra amansız hastalığı düzelmez. Sürekli kötüleşen hastalığı dayanılmaz ağrıları da beraberinde getirir. Tedavi süresince, cehaletle ya da tıbbın kötü niyetiyle de karşılaşan hastaların başka hastalarla bilgi alışverişi yapmak için kurdukları uluslararası dayanışma ağıyla birliktelik kurar. Beden egzersizleri yapar. Kendi düşünce sistematiğiyle hastalığı üzerinde hâkimiyet kurmaya ve bedeni üzerinde karar verici olmaya çalışır. Bir militan gibi bedenini, bilincinin yönlendirmesiyle edilgen ilaç tüketiciliğinden kurtarmaya çalışır. Uzun süre bu yöntemle ölümcül hastalığına karşı mücadelesini sürdürür, ta ki son sınıra, mücadelesinin doğal sınırlarına gelene kadar…
(…)
“Hiçbirine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda mülkte gözü var.
Hür olsak der,
Eşit olsak der.
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar.”
Şiir ustası Orhan Veli’ye bu dizeleri sanki Gorz yazdırmıştır. Şiire hâkim olan duyguyu André Gorz’un uzun mektubunda da hissedebiliyoruz. Toplumsal özgürlüğü, eşitliği, maddi çıkarlardan aziz tutan bir yanı vardır Dorine’in. Bunun yanında zaten daha çok küçük yaşlarda aşkın gerçek bir anlamı olması için parayla bağının olmaması gerektiğini düşünüp anlamıştır.
Toplum içerisinde ayrıcalığı da kabul etmeyen, onlara koşut bir yaşam sürmeleri özellikle dikkatleridir. Aldıkları elden düşme bir araba için bile toplum ile ortak yazgılarının önüne geçebileceğini düşünecek kadar ince bir bilinçtedirler. Para, yalnızca temel ihtiyaçlar için bir araçtır. Tüketimin moda halini aldığının farkındadırlar. Aşırı tüketimin, savurganlığın ekolojiye daha çok zarar verdiğini, bunun yıkıcı etkilerinin nesiller boyu süreceğinin bilincindedirler. Aşırı tüketim ve savurganlıkla uzlaşmaz bir ilişkileri vardır. Bunu yaşamın çizgi sorunu olarak görüp uzlaşmazlık duvarını kalınca örmüşlerdir.
“Hayat ve tüketim seviyemizi asla satın alma gücümüzün seviyesine taşımadık. (…) Günlük harcamalar için tespit ettiğin ve ihtiyaçlarımıza göre düzenlediğin bir bütçen vardı. Bu bana, daha yedi yaşından itibaren, aşkın gerçek olmak için parayı küçümsemesi gerektiği sonucuna varmış olmanı hatırlatıyor. Parayı küçük görüyordun. Sık sık başkalarına para verdik.’’ (S. 50)
Uzun yıllar ölümcül hastalığına karşı direnen Dorine artık hayatın sınırlarını da aşmak üzeredir. Dorine’in hastalığında acı çekerken tek başına olduğunu düşünür Gorz. Gittikçe dayanılmaz hal alan hastalık, müşterek kararın müşterek intiharıyla son bulur. Birbirlerinden mahrum kalma ihtimali ortadan kalkmış olur. Böylece Gorz, Dorine’siz, anılara sığınan yaşlı bir kalp olma zorunluluğunu da aşmış olur.
Çeklere, cüzdanlara sığdırılan içtensiz ‘aşk’lara cevap niteliğindeki bir aşk Paris’in doğusundaki Vosnon köyünde son bulur. Sesi, soluğu, kokuları silinse de dünyadan, hayatın üstünde olan aşkları, yapay aşklara bir panzehir niteliğindedir.
“Geceleri bazen, boş bir yolda ve ıssız bir manzarada bir cenaze arabasının ardından yürüyen bir adamın karaltısını görüyorum. O adam benim. (…) İkimizin de dileği, diğerinin ölümünden sonra yaşamak zorunda kalmamaktı. Birbirimize sık sık söylediğimiz gibi, olmaz ya, eğer ikinci bir hayatımız olsaydı o hayatı da birlikte geçirmek isterdik.” (S. 61)