Cumartesi Anneleri bu hafta 39 yıl önce gözaltında kaybedilen Zeki Altunbaş’ın akıbetini sordu. Cumartesi Anneleri “Kaç yıl geçerse geçsin Altunbaş için, tüm kayıplarımız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz” dedi
Koronavirüs (Covid-19) salgını nedeniyle eylemlerini sosyal medya üzerinden devam eden Cumartesi Anneleri, eylemlerinin 788’inci haftasında 39 yıl önce gözaltında kaybedilen Zeki Altunbaş’ın akıbetini sordu. Eylemde açıklamayı İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri yaptı. Salgına rağmen sosyal medya gibi farklı mecralar aracılığıyla hakikat ve adalet arayışlarını devam ettirdiklerini ifade eden Yoleri, tüm toplumu derinden etkileyen salgının yarattığı durumu olağanüstü keyfiliğin ve baskının fırsatı haline çevirmek isteyen iktidara karşı hak ve özgürlükleri kararlılıkla savunmaya devam edeceklerini vurguladı.
Askerlik yaparken gözaltına alındı
12 Eylül darbecilerinin gözaltında kaybettiği Zeki Altunbaş’ı unutmadıklarını söyleyen Yoleri, Altunbaş’ın kaybedilmesine dair şu hatırlatmalarda bulundu: “Üniversite öğrencisi olan Zeki Altunbaş, Yalova’da gençlik hareketinin içerisinde yer aldı. 12 Eylül darbesinin ardından gözaltına alındı. Yalova’da zorunlu ikametgaha tabi tutuldu. Bu sırada askere çağrıldı. Zorunlu askerliğini yapmak üzere Çanakkale’ye gitti. Yalova’da süren bir operasyonda yakalanan bazı kişilerin onun adını vermesi üzerine, 18 Nisan 1981 tarihinde askerlik yaptığı Çanakkale Er Eğitim Alayı’ndan gözaltına alınıp Yalova’ya getirildi.” İHD Şube Başkanı Yoleri, Altunbaş’ın Yalova Emniyet Müdürlüğü’nde işkenceyle sorgulandığını, oradan da 25 Nisan 1981 tarihinde eski bir davası olduğu gerekçesiyle İstanbul Selimiye Kışlası’ndaki Sıkıyönetim Mahkemesi’ne götürüldüğünü ekledi.
‘Denize atlaması imkansız’
Altunbaş’ın resmi kurumlarca aynı gün mahkeme dönüşünde Yalova-Kartal arabalı vapurunda elleri kelepçeli bir haldeyken kendisine eşlik eden 2 asker ve 2 polisin arasında kaybolduğunun iddia edildiğini belirten Yoleri, tutulan kayıp tutanağında ise Zeki Altunbaş’ın arabalı vapurdaki tuvalete girdiği ve bir daha çıkmadığı yazıldığını ifade etti. Bu iddia karşısında Altunbaş ailesinin arabalı vapurda incelemede bulunduğu, görevlilerle ve aynı seferde seyahat eden bazı yolcularla konuştuğunu dile getiren Gülseren Yoleri, şöyle devam etti: “Zeki’nin asker ve polis eşliğinde vapurda olduğunu görenler vardı ama onun denize atladığına tanık olan yoktu. İnceleme sonrasında aile, 188 cm boyu ve 80 kilo ağırlığı olan Zeki Altunbaş’ın yaklaşık 30 cm’lik tuvalet penceresinden üstelik elleri kelepçeli halde denize atlamasının imkansız olduğunu açıkladı.”
‘Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz’
İHD Şube Başkanı Yoleri, 11 yıl boyunca oğlundan bir iz bulmak umuduyla Marmara Denizi’nden çıkan tüm cesetleri il il gezerek teşhise giden baba Tahsin Altunbaş’ın 1992 yılında yine şehir dışındaki bir ceset teşhisi dönüşü sırasında trafik kazasında hayatını kaybettiğini de söyledi. Kayıpların faillerinin cezasız kalmaması için devletin cezasızlık politikasına son vermesini isteyen Yoleri, sözlerini “Kaç yıl geçerse geçsin Zeki Altunbaş için, tüm kayıplarımız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz. 89 haftadır bize yasaklanan kayıplarımızla buluşma mekanımız olan Galatasaray’dan vazgeçmeyeceğiz” diyerek noktaladı.
Diyarbakır
Kayıp yakınları ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi’nin her hafta düzenlediği “Kayıplar bulunsun failler yargılansın” eyleminin 586’ncı haftasında, 15 Ekim 1994’te Dersim’de gözaltında kaybedilen Nazım Gülmez’in akıbeti soruldu. İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Yüksel Aslan Acer, “Nazım Gülmez ve tüm kayıplar için adalet istiyoruz” ifadeleriyle derneğin sosyal medya hesabında yayınladığı videoyla Gülmez’in hikayesini paylaştı.
Gülmez’in hikayesi
İHD Diyarbakır Şube Sekreteri Yüksel Aslan Acer’in paylaştığı kayıp hikayesi şu şekilde: “61 yaşındaki Nazım Gülmez Hozat ilçesi Taşıtlı Köyü’nde yaşıyordu. Evli olup 9 çocuk babasıydı. 13 Ekim 1994 tarihinde Ali Boğazı bölgesinde Bolu Komando Tugayına bağlı askerler tarafından icra edilen askeri operasyon sırasında, Dersim ili Hozat ilçesine bağlı Taşıtlı köyüne baskın gerçekleşir. Köy muhtarı ve bir köylü askerler tarafından gözaltına alınır. Köylüler akşam saatlerinde serbest bırakılır. Bu baskından iki gün sonra 15 Ekim 1994 tarihinde, öğlen saatlerinde aynı askerler tekrar köye gelir, köyde arama yaparlar, ardından evler ateşe verilerek yakılır. Operasyona katılan askerler Nazım Gülmez’i kendilerine arazide kılavuzluk yapması gerekçesiyle evinden aldılar. Ailesi kendisinden o günden beri hiçbir haber alamaz. Gülmez’in eşi Garip Gülmez, olaydan bir ay sonra Hozat’taki binbaşıya eşinin akıbetini sorar. Binbaşı tarafından kendisine şu yanıt verilir: ‘Biz onları elimizde bir süre tuttuktan sonra serbest bıraktık, şimdi biz de onu arıyoruz. Eşi Garip Gülmez bu kez Hozat Savcılığı’na başvurur. Yapılan bu başvuru neticesinde Hozat Savcılığı görevsizlik kararı verdi. Verilen görevsizlik kararı üzerine Gülmez ailesi, Elazığ Askeri Savcılığa başvuruda bulunur. Dosyayı bir türlü sonuçlandıramayan Elazığ Askeri Savcılığı da aileye, dosyanın Malatya DGM Savcılığına gönderildiği bilgisini paylaşır. Malatya Savcılığı dosya hakkında kendisinin yargı yetkisi bulunmadığı gerekçesiyle tekrar Hozat Cumhuriyet Savcılığına gönderir. İç hukuk yollarından herhangi bir sonuç alamayan Gülmez ailesi, davayı avukatları aracılığı ile 26 Marta 2016 tarihinde AİHM’e taşıdı. AİHM başvurunun 6 aylık süre sınırına uyulmadığı gerekçesiyle, başvurunun kabul edilemeyeceği bildirilir.”
İzmir
İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubesi üyeleri, “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” talebiyle sürdükleri eylemlerini koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle bu hafta da internet üzerinden gerçekleştirdi. Şube yöneticisi Caner Canlı tarafından okunan metinde 24 Mayıs 1994’te, Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı Deveboyu köyünde öldürülen Selim, Hasan ve Cezair Örhan’ı failleri soruldu.
Başvurularda sonuç alınmadı
Yapılan açıklama olaya dair şu bilgiler verildi: “24 Mayıs 1994’de köyün yukarısındaki Ziyaret Tepesi’nden köye doğru askerler gelmeye başladı. Bir süre sonra, askerler çadırların yanına gelip, erkekleri köy meydanına topladı. Orada bulunan M. Selim Örhan, Hasan Örhan ve oğlu 17 yaşındaki Cezair Örhan, son olarak askerlerin gözetiminde Gümüşsuyu Mezrası’ndaki Zeyrek Karakolu’na götürülürken görüldü. Zeyrek Karakolu’ndan sonra götürüldükleri Lice Yatılı Okulu’nda da Örhan ailesini tanıyanlar oldu. İlerleyen tarihlerde Kulp’ta 8 kişinin öldürüldüğü haberini alan köylüler cenazelere bakmaya gittiler. Ancak öldürülenlerin cesetleri yakıldığı için teşhis edilmedi. Ailenin yapmış olduğu bütün başvurulardan bir sonuç alınamadı.”
Kulp Savcılığı’nın talimatı ile 9 Mayıs 2003 tarihinde ilçenin Bağcılar Kevrekok mevkiinde bulunan toplu mezarın açılıp, içinden çıkan 8 kişiye ait kemiklerin İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderildiğini belirten Canlı, M. Selim Örhan’ın oğlu Adnan Örhan’ın da 14 Temmuz 2006’da Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığına başvurduğunu kaydetti.
Kemikleri bulunmadı
Yapılan bu başvuruya 30 Nisan 2007’de yanıt verildiğini dile getiren Canlı, “Savcılığın yaptığı araştırmada cesetlerden biri babası M. Selim’e, diğeri ise amcası Hasan’a ait olduğu ortaya çıktı. Kemiklerini alıp bir mezar taşı dikmek isteyen Örhan Ailesi, bu kez kemiklerin kayıp olduğunu öğrendi. 26 Şubat 2009 tarihinde kaybolan kemikleri İstanbul Adli Tıp’a sordular. Gelen cevabi yazıda kemiklerin Kulp Savcılığı’na gönderildiği bildirildi. Ancak Örhan Ailesi bir türlü yakınlarının kemiklerine ulaşamadı” diye belirtti. Canlı, arayışlarını sürdüren Örhan Ailesi’ne Kulp Savcılığı’nca 9 Mart 2010’da verilen yanıtta bu kez kemiklerin bulunan diğer kemiklerle birlikte kimsesizler mezarlığına gömüldüğü bilgisinin verildiğini ifade etti.
HABER MERKEZİ