Türkiye geçen Ekim’de Rojava’nın Serêkanî ve Girê Spî alanlarına saldırdı. Bundan dolayı halk büyük bir zarar gördü. Binlerce insan yaşamını yitirdi. Üç yüz bin insan binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan zorla göç ettirildi. Halk neyi var neyi yoksa kaybetti; evlerini, eşyalarını, bağlarını, bahçelerini, arazileri, hayvanları elindeb alındı ve üstelik geçen zaman içinde yerlerine başkaları getirilip yerleştirildi. Bu alanlar çetelerin mekânına dönüştürüldü, demografik arındırma yapıldı ve bu devam ediyor.
Bu saldırı Kürt kamuoyunda büyük bir infiale yol açtı. Bu saldırı uzun süre uluslararası kamuoyunun temel gündemi oldu, çok sayıda ülke parlamentosu ve hükümetinin temel gündemlerinden biri oldu. Küresel çapta milyonlarca insan saldırı karşıtı protestolara katıldı. Dünyanın tanınmış aydınları, akademisyenleri kınama mesajları ve Rojava’yla dayanışma deklarasyonları yayınladı. Kürt halkının çevresindeki ülkeler “yeni tür bir barbarlığa maruz kaldığı” tespitinde bulundular. Kürtlere yapılan kötü muamelenin engellenmemesinin insanlığın bir utancı olduğunu belirttiler. Kürtlere dönük dayanışma ve doğru bir yaklaşımın kendi geleceklerine yönelik içerikli bir yaklaşım olduğunu beyan ettiler.
Türkiye’nin Rojava’ya saldırısına karşı Kürdistan’ın her dört parçasında, diasporada her kesimden; aydınlardan, akademisyenlerden, sanatçılardan, siyasetçilerden, sivil toplum örgütlerinden, kadınlardan, gençlikten din alimlerine kadar halk olarak bir ulusal tavırla, bir ulusal duyguyla direniş ortaya konuldu. Direnişin yanı sıra ulusal birlik ve ulusal kongrenin gerçekleştirilmesi arzusu, talebi ve çabası öne çıktı. Hatta birçok gözlemci, “Saldırı Kürtleri kendine getirdi, Kürtler arasında birliğe vesile oluyor” şeklinde değerlendirmelerde bulundu. Son derece pozitif bir hava oluştu ve bu temelde heyetler oluşturuldu, toplantı ve konferanslar gerçekleştirildi. Rojhilat’tan, Rojava’dan, Başur’dan, Bakur’dan bir araya gelmeler, buluşmalar gerçekleşti.
Her kesimde saldırılara karşı cevap olma bilinci ve tavrı gelişti.
Referandum ardından Güney Kürdistan topraklarının yüzde kırkının tekrar Irak işgaline geçmesi, Türkiye’nin bunda belirleyici rol oynayarak İran ve Irak’la birlikte saldırıyı koordine etmesi sonucu gerçekleşti. Bu işgal Kürt halkı için büyük bir yıkımdı. KDP Türkiye’nin bu yıkımdaki rolünü görmezden geliyor kendine dert etmiyor. Bu da Türkiye’nin Güney Kürdistan üzerindeki emellerinin pekiştirmesine yol açıyor ve cüret kazandırıyor.
Ocak 2018’de Türkiye’nin Efrîn saldırısı ve 9 Ekim 2019’da da Serêkanî ve Gire Spî’yi saldırısı ardından tüm bu işgaller silsilesine karşı Kürt halkında bir ortak hissiyat, ortak bilinç, eylem ve ortak bir yön temelinde buluşma, bir ortak yoğunluk oluştu. Oluşan zemine cevap olmak ahlâki ve politik olarak herkese sorumluluk yüklüyordu. Bu da ulusal birlikte buluşmayı gerektiriyordu.
KDP ulusal birliğe yönelik sorumluluk üstlenmekten özellikle imtina ediyor, ulusal birlik etrafında bir ortaklaşmadan kendini geri çekiyor. Ulusal birlik ve ulusal kongrenin gerçekleştirme talebine ilgisiz kalma bir nevi boşa çıkarma pozisyonunu sergiledi, sergiliyor. Pozisyonu başka bir stratejiye angaje olmasından kaynaklı bir pozisyondur. Zinî Wertê ve Mahmur kampına yönelik içine girdiği uygulamalar, bu her iki alana yönelik geliştirdiği politikalar bunu gösteriyor.
Bu uygulamaların Türkiye politikasından bağımsız olduğunu aklı başında hiç kimse düşünemez. 12 bin civarında mülteci kitlesinin bulunduğu bir kampa bir yıla yakın süredir ambargo uygulaması, toplu bir cezalandırmaya yönelmesi insanın tüylerini diken diken eden bir durumdur. Bir güç sivil bir halka yönelik mülteci bir kitleye yönelik bunu niye yapıyor? Mahmur halkının kendisine ne zararı, ne kötülüğü olmuş ki! Aksine kendisinin Mahmur halkına yönelik çok anlayışsız uygulamaları ve zararı olmuştur. Bu kendisine saygınlık mı kazandırıyor? Hayır, kazandırmıyor ve kazandırmadığı da ortada. Buna rağmen bu uygulamaları göze alması Türkiye politikasına angaje olmayla alakalı bir durumdur. Türkiye’nin Mahmur’a yönelik politikası Mahmur mülteci kampını dağıtma politikasıdır. İktidar bunu açık ifade etti. KDP kendi çapında kampa yönelik çeşitli uygulamalarla Türkiye’nin politikasını işlevselleştiriyor; durum bu kadar açık!
Yine, Zînî Wertê’ye ortada hiçbir ciddi sebep yokken özel birlikler konumlandırmadaki yoğun ısrarını Türkiye’nin Kandil’i kuşatma stratejisinden bağımsız ele almak akıllara ziyan bir yaklaşım olur. Konumlandırmanın hedefinde PKK gücünü kuşatmaya almak var. Türkiye şimdiye kadar tek başına bunu göze alamadı; riskli buluyor, sonucu kestiremiyor. Türkiye’nin şimdiye kadar KDP’nin desteği olmadan Güney’de PKK’ye yönelik yaptığı tüm operasyonlar netice almayıp boşa çıkmış ve Türkiye ağır kayıplar vermek durumunda kalmış. Bundan dolayı, KDP’yi dahil etmek olmazsa olmaz kabilinden bir yaklaşım içinde. Bunu sağlamaya çalışıyor ve bu peyderpey devreye sokuluyor.
Bir güç kendisine yönelik gelişecek bir kuşatmaya karşı tavırsız kalamaz. Değil PKK, kim olsa tepki gösterecektir, göstermesi de normaldir. Kim yeniden gerginliğe ve çatışmaya tepki göstermiyorsa en hafifinden ahlâksızca bir yaklaşım içinde demektir.
KDP’nin güç konumlandırma gerekçesi hiç kimseye inandırıcı gelmiyor ve gelmeyecektir de. Bundan dolayı, tüm Kürt çevrelerinde, Kürt kamuoyunda yoğun bir endişeye, kuşkuya ve güven bunalımına yol açtı. Kürtlerin gündemi üzerinde, siyasal ve toplumsal enerjisi üzerinde büyük bir tahribat ve güven bunalımı yarattı. Bırakalım Kürtleri, Kürtlerin dostlarında, uluslararası kamuoyunda büyük bir güvensizlik yarattı, itibar kaybı yarattı.
KDP’nin başka Kürt güçlerine savaş açarak kendisine alan açma ve avantaj elde etme politikası geçmişten beri sık sık başvurduğu bir durum oluyor. Bunu adeta bir alışkanlık durumuna getirmiştir. Bu politikasının yol açtığı tahribatın, yıkımın, kanamanın haddi hesabı yoktur.
Güney Kürdistan’ın son derece büyük ve tarihi avantajlar elde etmesine rağmen sık sık tökezlemesi, ciddi bir gelişme kat edememesi ve geleceği üzerindeki yakın ve hayati tehlikeyi dahi bertaraf edememesinde geçmiş, brakujinin etkisi büyüktür; brakujinin yol açtığı tahribat ve bu tahribatın politik duruşlar üzerindeki etkisi görmezden gelinebilir mi? Bir dönem Sayın Mesut Barzani, “Brakuji artık tarihe karıştı” demişti, bir daha buna asla müsaade etmeyeceğini belirtmişti. Herkes bunu bir milat olarak, Kürtlerin tarihinde yeni sayfa olarak görmüştü. Ama görünen odur ki, KDP brakujiyi bagajından henüz atmamıştır, bu atmama hali Kürt halkının geleceği üzerinde büyük bir tehlike oluşturuyor, gelinen nokta brakuji tehlikesini başları üzerinden def edecekler mi etmeyecekler mi? Mesele budur; dünya Kürtlere bakıyor, Kürt ulusal kimyası tarih karşısında nasıl bir sınav verecek diye.