Haksızlığa uğramak büyük bir hakarettir. Haklı olduğunu bile bile bunu sindirmek belki hizaya gelmiş birileri için akşam yaşanıp sabah uyandığında unutulacak bir şeydir. Öyle ya, herkes bildiği gibi yaşar. Bazıları da akşam bunu unutmadan sabahı çağırır. Haklı olduğunu, haksızlığı kabul ederek yeni güne doğmayacağını haykırır. Ne yazık ki bu yaşadığımız çağda uyuyup unutan çoktur. İşte haklı olanın acısını derinleştiren de budur. Acı çekmek ne söze ne de yazıya sığandır, sosyal bir davranış olduğu kadar siyasal bir itirazdır. Biraz sessiz, biraz iç çeke çeke, burada açlık çeke çeke.
Haklı olanın yenilgisi yoktur. Bu söz karnından konuşmak gibi yersiz bir ahkam kesmek de değildir. Deneyimlerin ve aktarılanların şerhidir. Dünya biraz da bu sayede dönüyor. Bıkmadan ve yılmadan itirazını kovalayan, Ece Ayhan’ın deyimiyle, ‘kötülüğü su içtiği yere dek kovalayan’lar, bir serüven atlası sunuyor önümüze. Bu atlas siyah çantalı adamların yukarıdan aşağıya bir ezilen piramidi sakladığını ayyuka çıkarıyor. Bize çıkmaz sokaklara dek haykıracak bir ses lazım. Her zaman ses vardı, sadece kulakların duyması elzem.
Gerçek bu ya, biz unutmadığımız için hayattayız. Ağıtlarımızın anıt gibi bir heybeti, şiirlerin imkansızı muazzam zorladığı dünyalarımız var. Hayattayız, ölenleri düşünerek, yad ederek, nasıl öldüklerini resmi tarih yazıcılarına terk edemeyecek kadar azimli. Kaybettiklerimiz, evet, onlarındır kıstırıldığımız anda imdadımıza koşan mücadelelerindeki berrak yarınlar. Oradayız, hep orada durmada ısrarın kederini de keyfini de ölüm pahasına savunarak. Alıştıracağız dost ve düşmana haklıların hayalinde güneşin batmadığını…
Helin Bölek’in göz göre göre ölümünden sonra Mustafa Koçak’ın ölümüyle sarsıldık. Aslında bir hizaya çekildik. Nihayetinde bedenleriyle direnişe geçen iki insan art arda öldü. Tahkim edilmek istenen devlet kabusu, çıkmaz demokrasi, son durak teslim ol anonslarıyla tehdidini savurdu. Ramazan ayının ilk orucu açılmadan Mustafa’nın ölüm orucundaki kaybı ile başladı dünya.
İstanbul Adalet Sarayı’nda Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın makam odasında rehin alınıp öldürülmesinde kullanılan silahın Mustafa Koçak tarafından temin edildiğine dair gizli tanık ifadeleri delil olarak sunuldu ve Koçak’a ağırlaştırılmış hapis cezası verildi. El arabasında sandviç satarak ekmeğini kazanan işçi Koçak da bunun adil yargılama olmadığını, suçsuz olduğunu belirterek önce açlık grevine, ardından ise ölüm orucuna girdi. Eyleminin 297. gününde de hayatını kaybetti. Hayatını kaybetmeden önce zorla müdahale, işkence, taciz ve hakaretlere uğradığı daha sonra ortaya çıktı. Tabi bunlar medyaya yansıyanlar, yansımayan başka hak ihlalleri ve saldırılar ise henüz bilinmiyor. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Devletin bir savcısı öldürüldü. Onu öldürenler de öldürüldü ama devlete yetmedi. Ölüleri yargılayamadığı için ‘büyüklüğünü’ göstermesi gereken bir durumla karşılaştı. Burada bir günah keçisi bulması yani bir suçlu icat etmesi ve bunun üzerinden müesses nizamı yeniden tahkim etmesi gerekiyordu. Yıllardır mahkemelerde kullanılan ‘gizli tanık’ muazzam bir fırsat sunuyordu. Bu gizli tanıklar bazen var olmayan kişiler de olabiliyor. Bir suçlu işaret edildikten sonra usulen yargılamalar yapılır ve önceden verilen hüküm ‘sanığın’ yüzüne okunur. Bu durum savcının ölümünde kendini yeniden üretti.
Bir diğer mevzu ise açlık grevi. Açlık grevleri son süreçte pek çok kez gerçekleşti ve çoğu defa kamuoyunun baskısıyla kazanımlarla sonuçlandı. Bundan bıkan hükümet açlık grevindekilerin ölümünü bekledi. Bu bekleyiş bundan sonra açlık grevi ya da ölüm orucuna giren herkese bir göz dağı ve ‘ders’ olacaktı. Önce Helin Bölek’in sonra da Mustafa Koçak’ın ölümünde tasarlanan buydu. Devlet kendisine ve herhangi bir aygıtına saldırıda anında bir fail bulur. Bu failin bulunması asayişi berkemal etmenin ilk adımıdır. Devletin bekasından ve son günlerde moda olduğu gibi itibarından sual olunmaz!
Örneğin Mehmet Emin Özkan, Diyarbakır Lice’de, Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ı öldürdüğü iddiasıyla 1996 yılında tutuklandı ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı. Dava sürecinde Özkan hakkında ifade verenler iftira attıklarını söyledi ve daha sonra olayın JİTEM organizasyonu olduğu ortaya çıktı. Buna rağmen tahliye edilmedi. Hasta bir hükümlü olduğu için yapılan başvurulara ve çağrılara kulak tıkayan devletin bir diğer hüküm veren kurumu ATK, yüzde 87 oranında vücut fonksiyon kaybı raporu olan Özkan için “cezaevinde kalabilir” raporu verdi. Özkan, 1996’dan beri suçsuz yere hapiste ve her an ölebilir ama ısrarla mezara kadar kelepçe hukuku işletiliyor; çünkü Koçak davasında olduğu gibi bir devlet görevlisi öldürülmüş. Bu olay/ olayların failleri sürekli gündem olmalı ve cezaevinde kalmalı. Buna rağmen Madımak Katliamı’nda fail olan ve yargılandığı davada ağırlaştırılmış hapis cezası alan Ahmet Turan Kılıç, Cumhurbaşkanı Affı ile tahliye edildi. Bu iki olay kıyaslandığında ortaya çıkan mesaj şu: Devletin bundan sonraki cinayet ve katliam organizelerine katılanlara davet ve moral, devletin bir aygıtına saldıran veya saldırmayı düşünenler için bir tehdit.
Mustafa Koçak’ın 28 yaşında 27 kilo olarak morarmış bedeniyle ölümünde devletin asıl hedefi açlık grevi. AKP hükümeti ve bilumum devlet aklı artık açlık grevi eylemini istemiyor. Açlık grevi veya ölüm orucuna girenleri ölüme terk ediyor. Oysa açlık grevi de ölüm orucu da cezaevindekiler için önemli bir eylem biçimidir. Devletin bunca tutsağa ölümü dayatması, eylemcileri aç ölüme terk etme politikası maalesef kendilerini sol cenahta konumlandıranlarda da tesirini göstermiştir. Son dönemde yaşanan açlık grevi eylemlerinde ölenlere dair maalesef sol cenahta da bu eylem kriminalize edilmekte ve intihar olarak yorumlanmaktadır. Oysa 1981 yılında IRA davasından cezaevinde olan ve açlık grevinde hayatını kaybeden 27 yaşındaki Bobby Sands net bir ayrımı ortaya koyar. Sands’ın şu sözü Mustafa’nın haklı grevini anlatır: “Onlar intihar diyor bense cinayet diyorum.” Yine aynı şekilde Sands’ın bu sözü Mustafa’nındır: “Dünyadaki bütün cephaneleri de yığsanız, ezilmeyi reddetmiş bir insanın karşısına koyacak bir şey bulamazsınız.”
Açlık normal koşullarda delirtir insanı. İnsanı insana yem eder, dün oyun oynadığı arkadaşını ateşin içinde yakıp yedirme düşüyle kavurur. İnsan insanın handikabıdır. İnsan neden aç kaldığını doğru isabete nişan almadığında, kendini vurmasa bile kaybeder ama hedefini bildiğinde açlıktan kıvrılsa da nişangâhını şaşırmaz! Şu an ölüm, eylemde olan Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek ve avukatlar Ebru Timtik ile Aytaç Ünsal’ın etrafında kol geziyor. Açlık grevinin bir eylem biçimi olduğunu unutmadan taleplerini sahiplenmekten başka da bir şey elden gelmese de yaratıcı çözümlerle ölüme rağmen hayatı seven bu insanlara sahip çıkmak gerekir.
İsyan edenlerin gülüşü kaldı belleğimizde. Şükür ki isyan edenlerin yakarışı olmadı direnenlerin tarihinde. Tersine koşan atlar yılkı atları değildir, kavuştuğu özgürlüğe iz bırakandı. Gülüşü kaldı işçi Mustafa’nın, haklı olmanın belki de bu çağda en masum kalan samimi pasaportu. Bu 1 Mayıs işçi Mustafa’dır biraz da, kutlu olsun.