“Ölsün” dedi, ceylan derisi koltuğunda kaykılan, yağlı kalçasının üstünde dönen, badem bıyıklı, göbekli, kat kat gerdanı pahalı beyaz gömleğinin yakasından sarkan adam. Ölsün nidası sokakları doldurdu, yaşamı kemirmeye başladı. Sonra el kaldırdı, salgın gerekçesiyle yandaş çeteler için hazırlanan af yasa tasarısını kabul etmek için. Birini öldürmesi için bir başkasını affetti.
Yıllar önce aynı mecliste bu ülkenin tam bağımsızlığı için canı pahasına mücadele eden gençlerin yani 3 fidanın idamı için kalkmıştı o eller, muhtemelen “ölsün” nidaları eşliğinde. Dönemin sloganı “asmayalım da besleyelim mi” idi ve o slogan bugüne “ölsün” diye tercüme edilmişti. Yüzyıllık rejim, ülkeyi “asılacak olanlar ile beslenecek olanlar” diye iki sınıf üzerine temellendirmişti. Toplum için mücadele edenlere ölüm, iktidar için çalışanlara ödül vadediliyordu.
Falcılar, kutsal kitapların aksine insanın kaderinin alnında değil, elinin ayasında yazılı olduğuna inanır. Oysa mevcut sistemde toplumun kaderi; ensesi kalınların avucundadır ve toplum, kaderi için el kaldırıp indiren bir avuç seçkinin kendisi için aldığı kahredici kararlarına tanıklık eder her seferinde. Toplumu kahreden bu günahkâr elin çocukların başında dolaşıyor olmasıdır. Ölsün diye bağıran insanların çeteleri af için kalkan ellerinin kendi çocuklarının başlarında bir şefkat eli olarak dolaşması bu hayatın en kahredici, en acımasız ironisidir. Elin kötülük ile iyilik arasında bu kadar değişken olması insanın felaketine giden yoldur.
Affedilenin çıkar çıkmaz yeniden çocukları katletmesi karşısında, bu karar için el kaldıranların hiçbir şey olmamış gibi yeniden çocukların başlarını okşamaya devam etmesi çürümüşlüğün zirvesidir. Toplumsal felaket, güpegündüz sokak ortasında “Kürt sandım” diyerek Ali isimli esmer yüzlü bir mülteci çocuğu vuran polisin 3-5 aya kalmaz kendisini serbest bırakmaya kalkacak ellerin olmasına iman etmiş olmasıdır. Tıpkı Kemal Kurt’u, Ceylan’ı, Uğur’u, Berkin’i, Ali İsmail’i vuranların yine “ölsün nidaları” atanların elleriyle affedilmiş olması gibi.
Bu ellerin yıkanma ve temizlenme ihtimali yoktur, çünkü ruh kirlenmiştir, çünkü o eli yönlendiren temel duygu nefrettir. Nefrettin eli ölümdür, bir başı okşarken, bir başka başı ezen kötülüktür. Bir çocuğu yakın mesafede sırtından ya da kalbinden vuran ahlaksızlıktır. Nefretin eli kibirlidir, erdeme, ahlaka, inanca yabancıdır. İyilik isteyen ellerin bu ellerle buluşma ve birleşmesi mümkün değildir.
En nihayetinde eller kişinin aynasıdır. Sadece herhangi bir karar için kalkıp inmesiyle değil, neye nasıl uzandığı, neyle nasıl ilişkilendiği de karakter meselesidir. El, bilinci şekillendiren efsundur, kişinin dışarıya uzanmış beynidir. Kutsal metinler “el uzatma” diye buyururken, “eline, beline, diline sahip çık” diye uyarırken bu hakikate işaret eder. Elin hikâyesi insanın insanlaşma hikâyesidir. Bir canlıyı boğazlayan da bir canlıya hayat taşıyan da eldir.
Kötülüğün ve nefretin eli aramızdadır, sokaklarımızda dolaşmaktadır. Çoğunlukla en tepededir, seçkinler arasındadır, karar veren mevkidedir. Ahlaki olarak üstün olan yaşatan eldir, yaratan eldir, güzelleştiren eldir. Ancak bu sistemde üstün olan, can alan eldir, nefrettin elidir. Yaratan ve yaşatan el nasırlı eldir. Bu sistemde kötülüğün eli bakımlıdır, manikürlüdür, belki de gerçeğini gizlemek için kremlidir.
1 Mayıs’a giderken temel çelişki ve kavga, yaşatan ile öldüren ya da ölüme kalkan nefret eli arasındadır. İnşa eden el ile yıkan el arasındadır. Üreten ile bu üretime çöken el arasındadır. Güçlü olan, sevginin, yaratımın, üretimin ve yaşatmanın elidir. Birlik ve beraberliğini yarattığında kazanacak olan da iyiliğin elidir. Nefretin eli azınlıktadır ancak binbir hileyle söz sahibi ve kudret sahibidir.
Unutmamak gerekir ki, ömrünü çocukların, toplumun özgürlüğü ve barışı için harcayan ve bugün cezaevinde ölüme terk edilen bir siyasetçi için “ölsün” nidaları eşliğinde çeteleri affetmek için kalkan el, aynı zamanda dün sokakta mülteci Ali’nin vurulmasına onay veren eldir, bu el affedilen katilin çıkar çıkmaz kızını öldürmesine onay veren eldir, bu el kadın cinayetlerini, işçi cinayetlerini onaylayan eldir. Yanlışımız yok, o el ve “ölsün” nidasındaki kötülük, sadece İdris Baluken’le; siyasetçiler ve bu toplumun hapsedilmiş aydınlarına yönelik düşmanlıkla sınırlı değildir.
Peki bunca kötülük yetmedi mi? Bu topraklarda yaşam isteyen elin artık egemen olmasının, karar sahibi olmasının zamanı gelmedi mi? 1 Mayıs vesilesiyle yaratan, üreten elin bu yaratımına sahip çıkması ve onu özgürleştirmek için birleşmesi gerekmiyor mu?