Klasik bir Türkiyeli sorusuyla karşısında durursunuz, kendisinin ya da fotoğrafının filan, nasıl yapmış adamlar ya sorusu bu. Çölün ortasında yükselen firavun mezarlarından, Mısır piramitlerinden söz ediyorum. Yapımı hakkında kölelerden uzaylılara kadar birçok efsane vardır. O devasa kesilmiş, yontulmuş kayaları, nasıl o kadar yükseklere, -Vinç de yokken, der burada yanındaki Türkiyeli- nasıl çıkarmışlardır tıh tıh tıh’tır. Eğer yanındaysanız bir dokunursunuz, uzaktaysanız gözlerinizle bir tartar ve kaldırırsınız ama olmuyordur.
İddialardan bir yenisini ekleyecek ya da bunun gizemini verecek filan değilim. Yalnız nasıl da her geçen zaman daha da beceriksiz olduğumuzu vurgulamak için, bu görkemli mezarları, piramitleri kullanmak istedim. Eğer onu uzaylılar inşa ettiyse, bazılarının dediği gibi, sorun yok da eğer biz insanlar yaptıysak vay halimize çünkü korona gösterdi ki hiçbir şeyiz. Kent denilen iktidar temerküz halleri, değirmenin suyu kesildiğinde, bizim nasıl çaresiz ve beceriksiz olduğumuzu, her geçen gün karşımıza çıkarıyor.
Markete ekmek gelmediğinde ekmeksiz, hadi son günlerin moda etkinliği gibi evde kendimiz yaparsak ekmeği bu sefer un gelmediğinde, yine markete açsınız. Hadi bakalım ekmek bulamazsanız pasta yiyin ama onun için de market lazım…
Bıyıkları kesilmiş kedi gibi şaşkın, nereye gidemeyeceğini bilemeyen, çaresiz ve özellikle bugüne kadar ayrıcalığın matbu kâğıdı, diplomaların bize tanıdığı yetkiye dayanarak yaşadıysak, itirazı var hayatın, biz kardeşiz!
Aç, muhtaç ve biçare, duacıyız bize gıda satan kapitalizme, naçizane…
Korona günlerinde Dünyanın Sokaklarında Rojava’yla yaptığım röportajda film yönetmeni, Shero Hinde anlatıyordu:
‘Benim evim şehrin dışında zaten. Ben Qamışloluyum. Küçük bir ev. Küçük bir bahçem var, etrafına ağaçlar ektim. Tavuklarım var onları besliyorum. Muhtemelen sesi duyuluyordur. Köpeklerim de var. Ben bu doğayla yaşıyorum. Bu sıkılmamı da engelliyor. Özellikle şehirlerde yaşayan insanlar, dört duvar arasında daralıyor. Aslında toplumumuz da oradaki yaşama çok alışmış değil. Benim bulunduğum yer geniş, bahçe ekiyorum, baharda yeni birkaç ağaç diktim. Tavuklarım yumurtluyor, civcivleri var, onlara bakıyorum. Bunlarla yaşamın ruhunu hissediyorum ve psikolojik olarak da beni rahatlatıyor.’
Yani korona günleri, bize şunu gösterdi ki, ya kentlerde, iktidarın temerküzünün yüzü suyu hürmetine, bize bağışladığı ve bulaştırdığı kadarıyla yaşamaya çalışacağız ya da kendi ellerimizle yeni bir dünya kuracağız.
Yeni bir hayat…