Son birkaç haftanın olayları, Türkiye’de demokrasinin önünü tıkayan en önemli faktörün eşitlik kavramının toplumsal hayatta yerine oturmaması, genel olarak toplumsallaşmaması olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Devletin resmi ideolojisi olan Türk-İslam sentezi, biri ulusal diğeri ise dini olmaktan çok mezhepsel iki ‘asli unsur’a dayalı bir toplum mühendisliğini sürdürdükçe eşit yurttaşlık üzerine bir toplum inşa edilmesi mümkün olmayacaktır. Eşit yurttaşlık konumu devlet tarafından kabul edilmediği sürece de, Türkiye bir hukuk devleti olamayacaktır.
En son çıkarılan infaz yasasından muhalif siyasi tutsakların, gazetecilerin, sivil toplumcuların yararlandırılmaması ama mafyacıların, kadın katillerinin ve daha birçok başka bireye karşı işlenmiş suçların faillerinin serbest bırakılması, Türkiye’nin bir hukuk devleti olmaktan ne kadar uzak olduğunu, yurttaşların hukuk karşısında eşit olması gibi demokrasinin en temel prensiplerinden birinden artık vazgeçilmiş olduğuna iyi bir örnek oldu.
Ulusçu ve mezhepçi siyasete muhalif olan herkes Türkiye’de devlet kurumları karşısında eşitiz muamele ile mağdur edilir. Bu insanlara devlet kurumları sık sık düşman hukuku uygular.
Ancak bu ulusçu ve mezhepçi ideoloji topluma öylesine sirayet etmiştir ki, devlet, hükümetler ya da Türk-İslam sentezinin taşıyıcısı olan sağ, milliyetçi muhafazakar partiler kadar muhalifler de çoğu zaman bu paradigmanın dışına çıkamamaktadır. Sadece iki gün arka arkaya gerçekleşen sosyolojik denilebilecek durumlar bunu bir kez daha gösterdi.
23 Nisan günü TBMM’nin 100. kuruluş yıldönümüydü. Karantina nedeniyle birçok tören iptal edilse de, siyasi partiler demeçlerini verdi, siyasetçiler ve kendisini muhalif olarak niteleyen birçok kişi de Meclis’in 100. kuruluş yıldönümünü sosyal medyada kutladı. Ama birçok solcu bile Meclis’in üçüncü büyük partisinin eski eşbaşkanlarının ve milletvekillerinin henüz bu milletvekili konumundayken cezaevine gönderildiğinden ve o zamandan beri rehin tutulduğundan bahsetmedi.
HDP Eşbaşkanı Mithat Sancar’ın Meclis’teki törende yaptığı konuşma sırasında sadece yandaş televizyonlarda değil muhalif olduğunu söyleyen bazı kanallarda da törenin canlı yayını kesildi. Milli egemenliği kutladılar ama halkın oylarıyla seçilmiş belediye başkanlarının keyfi gerekçelerle görevden alındığı bir ülkede milli egemenlik kavramının geçerli olamayacağını belirtmediler. Aynı durum 24 Nisan günü de sürdü. Ermeni nüfusa karşı 1915’te işlenmiş soykırım suçunun yıldönümünde de muhalif ve sol çevrelerin çoğunda ya sessizlik hüküm sürdü ya da daha ileri gidildi ve devletin bu konudaki tezleri savunuldu.
Çünkü 105 yıl önce Anadolu topraklarındaki Ermeni nüfusunun yoğunluğuna dair bilgi ve belgeler bugünkü resmi ideoloji olan Türk-İslam sentezinin iki unsuru ile de çelişiyor ve bu ideolojinin dayattığı iki asli unsura dair tarif Türkiye’de milliyetçi muhafazakar kesimlerden çok daha geniş bir kesim tarafından da kabul edilmiştir. Ancak eşit yurttaşlık prensibi olmadan da ne demokrasi oluyor ne hukuk bir ülkede. Oysa Türkiye’de toplumsal barışın tesis edilebilmesi için acilen hukuk ve demokrasi gerekiyor.