İktidar, salgından bir başarı hikâyesi ile çıkmaya hazırlanıyor. Sağlık Bakanı tarafından açıklanan veriler adım adım gündelik yaşamın normalleşeceği bir döneme doğru ilerlendiğine işaret ediyor. Salgının gerçek boyutları hakkında hiçbir zaman gerçek bilgilere sahip olmayan kamuoyu, her gün düşürülen sayılarla normalleşmeye hazırlanacak ve muhtemelen bayram tatili öncesinde sürece nokta konulacak. Başından itibaren salgın karşısında halk sağlığını değil ekonomik kaygıları temel alan siyasal iktidar, aynı kaygılar nedeniyle salgınla mücadeleden başarıyla çıktığını açıklayacak. Böylece hem bayram öncesi alışverişi hem de bayram tatili hareketliliği, ölmüş ekonomiye can suyu olarak sunulacak. Konulan yasaklar peş peşe kaldırılıp hayat normale döndürülürken salgından geriye, iktidara propagandası yapılacak bir başarı hikâyesi, yoksullara ise sefalet kalacak.
Toplumsal yaşamın bütününü derinden etkileyen salgın, ne yazık ki hasta ve ölüm sayılarına sıkışan bir sağlık sorunu olarak ele alındı. İktidar, salgını bu sayılara sıkıştırdığı andan itibaren salgının toplumsal boyutlarını gizleme şansını yakaladığı gibi kamuoyunu her çeşit manipülasyona ve dezenformasyona açık hale getirdi. Tek bilgi kaynağı Sağlık Bakanı olunca, salgın karşısında tek muhatap da devlet oluverdi. Devlet, salgın meselesini kendisi için en elverişli yerinden ele alıp topluma sunumunu buradan yaparken, karşısına muhatap alınacak alternatif bir odağın çıkarılamayışı bu çarpık durumu güçlendirdi. Böylece salgına rağmen çalışmak zorunda kalan işçilerin yaşadıkları sorunlar ve hak ihlalleri, salgın nedeniyle işsiz kalanların yaşadığı sefalet görünmez kılındı. Ölümün dünyayı ve ülkeyi rehin aldığı dönemde, ölümü göze alıp yaşamaya çalışanların sesi cılız ve nefessiz kaldı. İktidar, başarı hikâyesini salgının başından itibaren hastalık ve işsizlik kıskacına alınarak çalışmaya zorlanan işçilerin ve yoksulların sefaleti üzerine kurdu. Salgın karşısında atılan her adım, sefaletin ve işsizliğin artmasından başka bir sonuç doğurmadı. Böylece salgın, halk için bir sağlık sorunu olmaktan çıkıp sosyal bir sorun haline geldi. Şimdi, bu sosyal sorunun derinleşeceği bir döneme giriliyor.
Sokağın erken normalleşmesi, salgının çok hızlı bir şekilde ağırlaşarak geri dönmesi riskini taşıyor. Salgın tedbirlerinin bu haliyle bile sürdürülmesi ise ancak yoksullara doğrudan devlet desteği ile mümkün olabilir. Bu ise devlet bütçesinden ciddi bir payın halk için harcanması demektir ki iktidar, devlet bütçesini halka harcamak istemiyor. Fakat sokağın kısmen yasaklanmasının sürdürülmesi, destek tedbirleri alınmazsa milyonları etkileyen sefaletin toplumsal patlamalara yol açması anlamına gelecektir. Halk için yoksulluk ve onun dayattığı sıkıntılar, hastalıktan daha büyük bir sorun haline gelmiş bulunuyor. Bu noktada bir yandan sosyal medya ve toplumsal muhalefet baskı altına alınırken, öte yandan ölüm sayılarıyla oynanarak bir normalleşme yaratılıp sokak yasağı kaldırılmak istenmektedir. Sokağın gündelik yaşamına dönmesinin, sefaletin ortadan kalkacağı anlamına gelmediğini herkes biliyor. Salgın sadece bir sağlık krizi yaratmadı, aynı zamanda var olan ekonomik krizi derinleştirdi. Salgın öncesi resmi sayılarla 4 milyon olarak gösterilen işsizlik, 10 milyonu buldu. Bu sayının artacağı, işsizliğin sefalet anlamına geldiği, sefaletin derinleşerek büyüyeceği herkes tarafından görülüyor. Sadece halk kitlelerini değil, iktidarı da zor bir dönem bekliyor.
Bu noktada mesele, toplumsal muhalefetin ne yapacağı sorusuna gelip dayanıyor. Sefaletin büyümesinin tek başına halkın bilinçlenmesi anlamına gelmediği, devrimci bir önderliğin şekillenmediği koşullarda toplumsal öfkenin, otoriter eğilimlerin ve baskı mekanizmalarının dayanak noktası haline de geldiği tarihsel deneyimlere bilinen bir gerçekliktir. Devrimci hareketlerin ve toplumsal muhalefetin salgın süresince iyi bir sınav verdiğini söylemek mümkün değildir. Ne iktidarın bilgi tekelini kırmak adına bir adım atılmış ne de yoksulların ve işçi sınıfının kaygılarına çözüm üretecek bir pratik ortaya konulmuştur. Tam tersine, salgının iktidarı tüketerek sonlanacağı gibi bir beklenti havası hâkim olmuş, sol neredeyse süreci atıl bir halde geçirmiştir. Salgının yol açtığı kaygı, solun çalışma tarzını belirlemiş, işçiler çalışırken sol evlere çekilerek sokağı boşaltmış, sosyal medya kampanyaları temel eylem tarzı haline gelmiştir.
1 Mayıs tam da bu kaygıların ortasında ele alınmaktadır. Hükümet salgın yasaklarını her çeşit toplumsal eylemin engellenmesinin zemini olarak kullanmaktadır. Muhtemel olasılık, 1 Mayıs gününü de kapsayan 3 günlük sokak yasağı ilan edileceği yönündedir. Gerek var olan salgın tedirginliği gerekse sokak yasağı nedeniyle 1 Mayıs’ın sosyal medyaya hapsedileceği bir görüntü verilmektedir. Salgın bir gerçekliktir ve önemli bir sorun olarak ortada durmaktadır. Bu bir realitedir. Ancak işçilerin salgına rağmen çalışmaya devam ettiği de bir realitedir. İşçilerin çalıştığı ve halkın derin sorunlarla boğuştuğu bir ortamda salgın gerçeğini gören bir yerden ama sosyal medyaya sıkışmadan sokakla buluşmanın yollarını bulmak, araçlarını geliştirmek devrimcilerin yapması gereken iştir. Kabul edilmesi gereken temel olgu, salgın sonrasını büyük bir sefaletin beklediği olgusudur. Sefaletin beslediği öfke, iktidara karşı döndürülemezse devrimcilere karşı dönecektir.