Sazlıklar; sulak alanlarda yetişen bitki grupları gibi kaba bir tanım olsa da ekosistemin ev sahibidir diyebiliriz, birçok flora ve faunadan oluşur. Tüm nehir dere ve göllerde bulunan bodur bitki örtüsüdür. Birçok anlamda önemli bir türdür. Ekosistem olarak balıklar, kurbağa, kuşlar ve onlarca sucul canlıya yüzlerce mikroorganizmaya ev sahipliği yapar. Doğal biyolojik arıtma sistemi olup bu suların bir nevi kirliliğe karşı öz savunma sistemidir. Binlerce yıl insanların evsel ihtiyaçlarını karşılamış bir türdür; kilim sepet ev tavanında kullanılmış doğal ucuz ulaşılabilir bir bitki türüdür. Uluslararası bataklık ve sulak alanların korunması olan Ramsar Sözleşmesi ile de koruma altına alınmıştır.
1971’de İran’ın Ramsar kentinde imzalanmış ve Türkiye 1994 yılında imzacı olmuş. Ramsar Sözleşmesi’ne bakınca budur diyor insan daha nasıl korusun ama caydırıcılığı ya da gerçekte yürürlükte olmayan sözleşmelerden biri oluyor.
En ölümcül kriteri Ramsar alanının 8 hektardan büyük olması maddesidir. Sözleşme imzalandığı yıllarda endüstriyalizm bu kadar hortlamamış, kapitalizm bu denli doğayı tahrip etmemişti. Barajlar, kum ocakları, maden ve enerji sektörleri, endüstriyel tarım politikaları bu denli sulak alanlara saldırmamıştı.
Elbette bu sözleşmede de açığa çıkan nokta, doğadaki sömürüyü sürekli kılmak adına sürdürülebilirlik ilkesini desteklemek. Karamsar olmaya gerek yok tabi. Sistem nasıl yaşam alanlarımızı, doğrularımızı elimizden aldıysa bizlerde onların argümanlarını onlara karşı kullanabilmeliyiz. Ramsar’ın 47 yıl önce imzalandığını düşünürsek kendini güncellemesi ve azalan bataklık ve sulak alanlara dair kriterlerde yeniliğe gitmesi belki de bir arpa boyu yol alması gerekir. En önemli güncellemesi de arazinin metrajının değişmesidir. Bu sürede bu ölçekte saldırıya uğramamış parçalanıp talan edilmemiş alan kalmamıştır.
Hewsel sazlıklarına değinirsek biraz; 186 kuş türüne, Fırat kaplumbağası gibi endemik bir türe, su samuruna ve onlarca su canlısına ev sahipliği yapar. Kısa bir hesapla kum ocaklarının işgal alanları bile 21 km güzergâhta 8 hk’dan daha büyüktür. Orman bakanlığı en son çalışmasıyla 921 alanı daha Ramsar alanı ilan etti ama Hewsel sazlıkları göz ardı edildi.
Yıllardır Hewsel sazlıklarına aralıksız-sürekli bir saldırı var ve sermaye bu saldırılardan vazgeçecek gibi değil. En belirgin saldırılardan bahsedersek;
Bir üniversite düşünün ki sivrisinek oluyor diye bataklığı kurutmaya kalksın yetmedi asırlık binlerce ağacı çalı çırpı diye kessin.
Bir diğeri yıllarca hafriyat sahası ilan edilerek dolgu yapılması sazlıkların bitirilmesine neden olsun, kaçak yapılara izin versin.
Anlak seviyesi değişmiyor ve geliyor bu zihniyet bugün sazlıkların çirkin göründüğünü söyleyip güzelleştirme adı altında sazlıkları yok ediyor.
Diğer taraftan; suyun ticarileşmesi için barajlar yoluyla can suyu dahi bırakılmayarak sulak alanların yok etmesine, kimyasal gübrelerin salma sulama ile nehirlere drene olması beraberinde toprak ve ağır metalleri taşıyarak sucul yaşamı tehdit etmesine, kum ocakları ile su yatağını değiştirmek turbalar dahil alanı değiştirmesine, imar politikaları ile bu alanları betonlaşmaya açarak yok edilmesine göz yumuyorlar.
Temel amaç insan ve insan dışı yaşamlara ev sahipliği yapan bu alanları yasa ve yönetmeliklerle sermayeye devri ve sömürünün sürekli kılınmasıdır.