Kuzey ve Doğu Suriye’de demografik yapının değiştirilmesini ‘Arap Kemeri politikasının güncellenmesi’ şeklinde yorumlayan tarihçi Namık Kemal Dinç, Kürtlerin birlik olması halinde bunu bertaraf edebileceğine vurgu yaptı
Osmanlı döneminde uygulamaya sokulan ve Cumhuriyetin ilanından sonra sistematik bir hal alan Kürt bölgelerindeki demografik yapının değiştirilmesine dönük politikalar, AKP iktidarı tarafından da hızla sürdürülüyor. 2011 sonrası Kürtlerin büyük kazanımlar elde ettiği Kuzey ve Doğu Suriye, son dönemlerde bu politikaların hedefinde. Son yıllarda bölgeye yönelik askeri operasyonlar sonrası Efrin, Grê Spî, Serêkanîyê ve Şehba bölgelerindeki Kürt nüfusu önemli oranda azaltıldı.
Kürtler göçertildi, başkaları getirildi
Efrin İnsan Hakları Örgütü’nün hazırladığı rapora göre, sadece Efrin’de, yüzde 98’lik Kürt nüfusu oranı kentin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve paramiliter güç olan dönemin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) tarafından ele geçirilmesinin ardından yüzde 34.8’e düştü. Raporda, ayrıca Suriye’nin farklı bölgelerinden kente Arap ailelerin yerleştirilmesiyle birlikte Arap nüfusunun yüzde 65.20’ye yükseldiği bilgisine yer verildi.
Yine, TSK’nin paramiliter güçlerle ele geçirdiği Cerablus, Ezaz ve El Bab’da da benzer bir durum yaşandı. Operasyonlar sonrası bu bölgelerde 196 Kürt köyü boşaltıldı ve yüzde 40’lık Kürt nüfusu farklı yerlere sürgün edildi. Boşaltılan köylere de Halep, Dêra Zor, İdlib ve farklı bölgelerden getirilen Kırgız, Uygur ve kimi ÖSO’cuların aileleri yerleştirildi.
Girê Spî’ye sevkiyat
Son olarak, Türkiye kontrolündeki Cerablus kentinden, TSK’nin 9 Ekim’de başlattığı operasyonla aldığı Girê Spî kentine geçtiğimiz günlerde 151 araçlık bir konvoyla dışarıdan başka kişiler taşındı.
Öte yandan, 2015 yılında benzer durumlar Erzincan ve Bitlis gibi yerlerde de yaşandı. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2015 yılındaki Ukrayna ziyareti sonrası getirilen 677 Ahıska Türkü Erzincan ve Bitlis’e yerleştirildi. Bu ailelerden 605’i Erzincan, 72’si ise Bitlis’in Ahlat ilçesine yerleştirildi.
Kürt tarihi araştırmalarıyla bilinen tarihçi Namık Kemal Dinç, Osmanlı’dan günümüze kadar devam eden tehcir, inkar, göçertme ve demografik değişim politikalarına ilişkin Mezopotamya Ajansı’na (MA) konuştu.
İskan Kanunu yenilendi
Ermeni Soykırımı’nın hemen ardından 1916 yılında Kürtlere yönelik tehcir politikalarının hayata geçirildiğine değinen Dinç, Cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından 1919-22 yıllarında devletin iç ve dış sorunları çözdükten sonra benzer planları yeniden uygulamaya koyduğunu belirtti. Bu politikaların bir ürünü olarak 1925 yılında Şark Islahat Planı’nın devreye sokulduğunu hatırlatan Dinç, zamanla bu planı tamamlayan kanunların devreye konulduğunu kaydetti.
Bu kanunlarına en önemlisinin 1934’te çıkarılan 2510 sayılı İskan Kanunu olduğuna işaret eden Dinç, bu kanunun ise bugüne kadar yürürlükte olduğunu dile getirdi. Dinç, Türkiye’nin 2006 yılında söz konusu kanunu yenileyerek, iskan ve tehcir mantığını devam ettirdiğini ifade etti.
Erzincan ve Bitlis
2015’ten itibaren tehcir ve demografik değişim politikalarına yeniden ağırlık verildiğini söyleyen Dinç, bu kapsamda Erzincan ve Bitlis’in hedef seçildiğini dile getirdi. Her iki kente de Ahıska Türklerinin yerleştirildiğini hatırlatan Dinç, şunları söyledi: “1935 tarihli İskan’la ilgili bir çalışma raporunda Erzincan için ‘Kürtleri bir yay gibi çevirmede çok önemli bir yerdir’ deniliyor. İsmet İnönü’nün 1935 tarihindeki raporunda ise ‘Erzincan Kürtlük merkezi olursa Kürdistan’ın kurulmasından korkabiliriz’ ifadesi geçiyor. Bu manada Erzincan stratejik bir yerdedir. Bir zamanlar nüfusun yüzde 50’sine yakınını çoğu Kürt olan Aleviler oluşturmaktayken, şimdi bu yüzde 5 civarına düşmüş durumda.”
Selçuklular nedeniyle de Bitlis’e ayrı bir önem atfedildiğini belirten Dinç, buraya Ahıska Türklerinin yerleştirilmesinin amacının ise, “İç bölgelerde Türk adacıkları oluşturmak” olduğunu söyledi.
Çift taraflı Arap Kemeri politikası
Kuzey ve Doğu Suriye kentlerinin demografik yapısının değiştirilmesini de değinen Dinç, İran, Irak ve Suriye’nin de Kürtlere karşı iskan politikaları izlediğini ifade ederek şöyle devam etti: “Bunlardan bir tanesi 1960’da Suriye’de uygulanan Arap kemeri politikasıdır. Aslında Türkiye’nin politikalarıyla çok benzerlik arz eder. Şimdi Türkiye, Arap Kemeri politikasını adeta güncelleyerek uygulayan devlet pozisyonuna gelmiş vaziyette. Bir taraftan sınırın Rojava tarafından, bir taraftan da sınırın üst tarafından başka bir Arap kemeri siyasetini güdüyor. Yani Maraş, Urfa hattındaki bölgelere Suriyeli göçmenleri yerleştirmeye, Kürt nüfusunu azaltmaya çalıştığını görüyoruz. Kürtleri de daha iç bölgelere, hatta batıya göçertmek siyasetini güttüğünü görüyoruz. Bu onu kendi coğrafyasından kopartmayı hedefleyen, mekanı dönüştürmeyi hedefleyen bir siyaset aslınd.”
Türkçülük ve Osmanlıcılık
Dinç, Türkiye’nin bu bölgede Türkçülük, Osmanlıcılık ve İslamcılık politikalarını birlikte yürüttüğünü işaret ederek, “Bunlar geleceğe dönük yatırımlar olarak görülmeli. Suriye ve Türkiye için yapılan hesapların bir parçası olarak görülmelidir” dedi.
Türkiye’ye bağlı paramiliter güçlerin önemli bölümünün Arap kökenli olduğuna dikkat çeken Dinç, şunları kaydetti: “Fakat Arapları asimile etmek de o kadar kolay olmayacaktır. Onun da bilincindedir bu devlet. O yüzden her üçünü birden oynuyor. Oraya yerleştirdikleri Arapların niteliğine bakmak gerekir. Çoğunlukla selefisit ya da İslami bir ideolojiye sahip kitlelerden bahsediyoruz. Bu kitleler mevcut durumda Suriye rejimi ile çatışmalı durumda. Türkiye bunun üzerinden yarın öbür gün orada bir devlet ilan edebilir. Suriye’nin ele geçirdiği bölgelerde geçici bir hükümet ilan edip kendisine de bağlayabilir. Oralarda yapabildiği kadarıyla Türkleştirme politikaları uyguluyor. Uygulayamadığı noktalarda da farklı biçimlerde kendisine bağlayabilecek yönetimler kurabilir. 1939’da Antakya’da olan budur.”
İnsanlık suçu vurgusu
Demografik yapının değiştirilmesi “insanlık suçu” şeklinde değerlendiren Dinç, “Nüfusun değiştirilmesi tehcir, göç, sürgün gibi yöntemlerle gerçekleştirilir. Bunlar özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insanlık suçu olarak değerlendirilmiş ve uluslararası sözleşmelere girmiş eylemlerdir. Uluslaraarası sözleşmeler kapsamında insanlık suçu olarak ifade edilen eylemlerin bütün dünyanın gözü önünde gerçekleşmesi söz konusudur. Ki bu aslında dünyanın uluslararası kamuoyunun bir ayıbı olmasının yanı sıra uluslararası ilişkilerde aslında devletlerin kendi çıkarları temelinde sorunlara yaklaştıklarını gösteriyor” diye konuştu.
Demografik değişimin uygulamaya sokulduğu yerlerde “ciddi sorunların tohumunun” ekildiğini ifade eden Dinç, “Eğer uluslararası güçler buna müdahil olup, çözüm konusunda hakkaniyetli bir yaklaşıma sahip olursa mantıklı çözümlere ulaşılır. Aksi taktirde toplumlar arasında çatışma da söz konusu olabilir” uyarısında bulundu.
‘Kürtler birlik sağlamalı’
Dinç, tüm bunların karşısında Kürtlerin birliklerini sağlamayarak, güçlerini arttırmaları halinde kazanımlarını koruyabileceği ve sonuca ulaşabileceklerini vurguladı. Kürtlerin ulusal birliklerini diri tutması gerektiğine dikkat çeken Dinç, birlik sağlanması halinde kendilerine yönelik bu politikaların bertaraf edileceğini altını çizdi. Dinç, “Kürtlerin statü sahibi olabilmeleri güç olabilmeleriyle mümkün” diye konuştu.